İTHAL GELİN (1.BÖLÜM)
Almanya’ya gelin giden bir yakınımın anılarından yararlanarak, yazdığım yaşanmış bir hikaye
BURASI ALMANYA KİMSE YOK MU?
Bu öykü bir depremden ayrılışın, başka bir depreme varışın, umut ve özlemlerin öyküsüdür. Bizler burada bazen tıpkı depremde enkaz altında bir umutla bekleyerek, kimse yok mu? Diye haykıranların bağırdığı gibi haykırmak isteriz, ama boğazımıza bir şeyler düğümlenir ve haykıramayız. Bazen Türkiye’de ki yakınlarımızdan acı bir haber duyduğumuzda bile ağlayamayız, göz yaşlarımız içimize akar.
Canım Ana’cığım, sevgili ablalarım sizden ayrıldığım her vakit, bu acaba son mu? Diye sorarım kendime...Gözlerim dolar.. Ana’mın ellerini öper yutkuna yutkuna elveda der, tekrar sizin o kokunuzu icime ceker , yanaklarınızı yanaklarıma sürer ve yola çıkarım. Sırtımı döndügüm an, yanaklarımın nemlendigini anlar hemen silerim, gitmek ve elveda demek ne zor gelir... Her yıl, her izinde yaşarım bunu, size doymadan ayrılma vakti gelir ve elveda demek düşer bana...Sizden uzaklaşırken sizi özlemeyeceğimi düşünmek isterim hep, yeni özlemler yaratırım kafamda, sonradan gerçeğe dönüşen özlemler, örneğin; yıldızları özleyeceğimi, ezan sesini özleyeceğimi, boyuyalım mı? Abla diye bağıran boyacı çocuğu özleyeceğimi, simitçileri özleyeceğimi, sabah erkenden çıkan sıcak ekmeği özleyeceğimi düşünürüm, sonra korktuğum başıma gelir daha uçağa biner binmez hem sizi hem bütün bu saydıklarımı özlemeye başlarım bile..
Sesimi duyan yok mu? Ezanmı bu duyduğum
Çıkartın beni burdan, nerede benim yurdum?
Umuda yolculukdu, nedir burda bulduğum?
Neden susuyorsunuz, çok mu zor ki sorduğum?
İTHAL GELİNLER VE DAMATLAR
Bir garip adımız vardır bizim, hatta iki.. isterseniz ben bir Alman’cıyım diye başlayayım söze, ya da isterseniz, Alman’ya da ki yabancıyım diyeyim, çünkü Türkiye’de ki insanlar bize Almancı, Almanlar ise yabancı derler, hangisi mi ağır gelir , her ikisi de aslında, ne işimiz vardır burada bilmem? Bazılarımız bir Alman’la evli bayan, bazılarımız bir Alman’la evli bay, ya da, Türkiye’den bir Almancıya (yabancı) gelmiş, gelin veya damat. İthal gelinler, ithal damatlarız yani biz. İsterseniz depremzede de diyebilirsiniz, aslında daha çok adımız var galiba bizim, bunları Alman’lardan duymalısınız, ben anlatamam, ne bileyim örneğin domuz derler bize kendi dillerinde, Türko derler, hatta bazen yazım benzerliğinden dolayı hindiyle bile karıştırırlar, kimbilir belkide karıştırmazlarda hoşlarına gider. Dışardan nasıl görünüyor burası, size göre çok mutluyuz bizler değil mi? Hatta bir elimiz yağda, bir elimiz balda, hani bizim oralarda derler ya davulun sesi uzaktan hoş gelirmiş diye, işte aynen öyle, nereden mi biliyorum? Bilirim çünkü buralara gelmeden önce ben de hep öyle düşünürdüm. Almanya’dan birileri Türkiye’ye geldi mi gıpta ederdim onlara, ah ben de gidebilsem diye geçirirdim aklımdan, nasıl böyle düşünmezsiniz ki, bey gibi paşa gibi gösterir Almanya’dan gelen gurbetçi kendisini, akrabalarına, dostlarına, hediyeler yağdırır, Vatan’ında olduğu sürece kimseye beş kuruş para harcatmaz, savurur kısacası, ah dersiniz, vay be dersiniz, adamda ki paraya bak, peki ya işin aslı öylemidir, elbette değil, kimbilir bir tatmindir belki de, böyle davranmak, Millet olarak hediye vermek alışkanlığımızdır ayrıca, ama gurbetçi dozunu kaçırır hediyenin, karınca kararınca, yarım elma gönül alma değildir gurbetçinin hediyesi resmen yağdırmaktır. Bu arada gurbetçi ismi güzel gitti bize değil mi? Aslında gerçek ismimiz bu olmalı bizim, ne diyordum hediye, evet hediye daha sonradan bir beklenti olmaya başlar Türkiye’de ki akraba ve dostlar tarafından, durumunuz darda da olsa, bu nedenle taşırsınız ha taşırsınız. İçimizde bunu gösteriş için yapanlarımız olduğu gibi, akrabalarına duyduğu özlem nedeniyle gerçekten onları mutlu etmek için yapan da vardır, bir de Almanya’da ki ezilmişliğini Türkiye’de ki akrabaları hissetmesin, üzülmesin diye yüreklice düşünerek onlara her şeyi güllük gülüstanlık göstermek amacıyla hediye işini abartanlarımız da vardır tabi, ben hangi sınıfa mı giriyorum? Bırakın o da bana kalsın, kimbilir belki ben de bütün bu söylediklerimden birazını taşıyorumdur. Bu kitapta bir gurbetçinin yani ithal bir gelinin hatıralarını bulacaksınız, Türkiye’de ki 1999 Kocaeli depremiyle başlayarak, Almanya’ da ki sanal depremle devam eden bir hayat hikayesi..
Bize Alman’cı derler, hediye bekleyenler.
Daha çok adımız var, olamadık bahtiyar.
Yabancı diye bakar, Alman beyefendiler.
Ya bura da ölürüz, ya döneriz ihtiyar.
DEPREM
Uzaklar da bir yerde bir deprem duyduk mu içimiz cız eder, ah vah deriz, ölenlere rahmet dileriz, ulaşabildiğimiz kadar yardım etmeğe çalışırız, ama ne olursa olsun onların hissetiklerini hissetmemiz, yaşadıklarını yaşamamız mümkün değildir, ateş düştüğü yeri yakarmış, o ateşi en alevli haliyle ancak yaşayanlar bilirler. 1999 Yılının 17 Ağustosunda o ateş beni de yaktı işte, iliklerime kadar, yüreğimin en derinliklerine kadar yaşadım Kocaeli depremini, nişanlıydım, ne zaman evleneceğim henüz belli değildi, hayelleri, idealleri olan bir genç kızdım, Almanya’ya ya gitmek benim için bir düş dü ve bu düş gerçekleşecekti yakın zamanda, ancak ne kadar yakın olduğunu bilemezdim, ufak tefek bazı engeller vardı, onların aşılması gerekiyordu, nereden bilirdim ki, böyle bir deprem yaşanacağını, nereden bilirdim ki, bir çok kişinin, bir çok arkadaşımın canına mal olan bu depremin, ailemle birlikte depremden sağ salim kurtulan benim için yeni bir depremin başlangıcı olacağını, Türkiye tarihinin, belki de Dünya’nın en büyük depremlerinden birisini yaşamıştık, bir kıyametti yaşadığımız, sanki herşeyin sonuydu, binlerce ölü vardı, biz kurtulanların ise psikolojileri anlatılmaz şekilde bozulmuştu, önce can, sonra canan derler ya, içimde ki ses bir an önce Türkiye’den ayrılmam gerektiğini söylüyordu, öyle ki Türkiye’den başka Dünya’nın hiç bir yerinde deprem olmayacakmış gibi, her şey hızla gelişsin ve bir an önce evlenerek Almanya’ya ya gideyim istiyordum. Ya geride kalanlar sanırım böyle zamanlarda insan sadece kendisini düşünüyor, başka hiç bir şeyi gözü görmüyor. Sonunda olan olmuştu depremden bir kaç ay sonra hayallerim gerçekleşti ve evlenerek Türkiye’den ayrıldım, sevgili eşimle birlikte yeni bir başlangıç için Almanya’ya ilk adımı attım, o zamanlar için bu yolculuk kelimenin tam anlamıyla umuda yolculukdu. Oysa Almanya’da beni sanal depremler bekliyormuş. Eskilerin acı vatan dedikleri Almanya bir umut değil umutsuzluk kapısıymış.
Depremin şiddetiyle, değişmişti bakışım.
Umuda yolculukdu, depremden o kaçışım.
Nereden bilirdim ki, ağrıyacaktı başım
Almanya acı vatan, zehir ekmeğim, aşım.
İLK GÜNLER İLK ACI
Gelinlik kızlar baba evinden koca evine geldiklerinde neler hissederler bunu her evlenen kadın bilir, sanki başka birisinin evine gelmiş gibidirler, uzun bir süre kendilerini o evde misafir gibi görürler, hiç tanımadıkları birisiyle bir ömür geçirecekleri o ev, o anlarda o kadar yabancıdır ki, gelinler için, ana ve babaları ile aynı şehirde, aynı semtte, hatta aynı apartman da bile olsalar sanki içten içe gizli bir pişmanlık duyarlar, bilmezler ki ha deyince ana ve babaları yanlarına gelir, ha deyince kendileri ana ve babalarının yanına giderler ve yine bilmezler ki biz ithal gelinlerin yaşadığını. Dillerini, dinlerini, adetlerini bilmediğimiz hatta bizleri hor gören, her fırsatta aşağılayan insanların bulunduğu bir yere gelin gitmenin gün güne daha da büyüyecek ilk titremesini, ilk acısını, bu acı öncü depremdir öyle bir sarsarki insanı gelecek büyük bir deprem olduğunu hissediverirsiniz birden, bir taraftan sizi ithal eden eşinize psikolojinizi hissettirmemeye çalışırken, bir taraftan da eyvah ne yaptım ben diye düşünürsünüz, oysa henüz ortada sizi üzecek yıpratacak hiç bir şey yoktur daha, ama dedim ya, ateş yüreğe düşmüştür bir kere, bu öncü depremin şiddetli bir depreme dönüşeceğini hissedersiniz adeta işte o an belkide ağlamayı unuttuğunuz ilk andır, kendinizi sıkarsınız ağlamamak için boğazınıza bir şeyler düğümlenir, dışardan gelen kilisenin çanlarını yaşayacağınız tehlikenin çanları olarak düşünürsünüz ve Vatan’daki sabah ezanını hayal edersiniz, ananızdan sık sık duyduğunuz ya sabır kelimesi ilk defa dökülür ağzınızdan, ilk yediğiniz yemekte domuz etininin tadını duyar gibi olursunuz. Dışarda gördüğünüz kırmızı suratlı insanlarla domuz eti arasında bağlantı kurarsınız farkında olmadan, onlarında sizin için aynı şeyi düşündüğünü bilmeyerek.
İlk günlerde ilk acı, olsan da başın tacı
Ezan vakti duyunca, kilisenin çanını
Çekiliverir kanın, başlar bitmeyen acı
Daha ilk dakikadan, düşünürsün yarını
DEVAM EDECEK
MEHMET FİKRET ÜNALAN