28
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1874
Okunma

Elif arkadaşının karşısında oturmuş öylesine boş gözlerle bakıyordu. Boğazına bir yumru oturmuş gibiydi sanki. Beyninden bir dolu şey geçiyor ama hiç birisini kelimelere dökemiyordu. Hem böyle bir durum karşısında ne denebilirdi ki?
Masasından kalktı arkadaşının yanına gitti. Ellerini eline aldı bir süre. Sonra iki arkadaş birbirlerine sarılarak hıçkırarak ağlamaya başladılar.
Elif ve Ayşe çocukluk arkadaşıydılar. İlkokuldan sonra eğitim hayatları boyunca birbirlerinden ayrılmamışlar, yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi.
Üniversite sınavlarına girecekleri gün Elif öğretmen olmayı çok istemiş ama Ayşe doktor olacağım diye diretince ondan ayrılmamak için o da doktorluğu tercih etmişti.
Her ikisi de oldukça iyi bir dereceyle mezun olmuşlardı üniversiteden.
Tayinleri ayrı illere çıkınca ne çok üzülmüşlerdi!
İlk defa birbirlerinden ayrı olacaklardı. Ayşe küçük bir köyü tercih etmişti. Kimsenin gitmek istemediği ve yıllardır boş olan bir sağlık ocağına gitmişti. Doktorluğu çok istiyordu ve onu en iyi yapabileceği yerin yardıma muhtaç insanların yanı olduğunu düşünüyordu.
Elif şehir hayatını ve şehirdeki hareketliliği seviyordu. Ayşe’den ayrı kalacak olmak üzse de her ikisi de çalışma hayatında tercihlerini çoktan yapmışlardı.
Elif Ayşe’yi başlarda köye gitmemesi konusunda vazgeçirmek ve babasının da ortağı olduğu hastanede çalışabileceklerine ikna etmek için uğraşmış, ama Ayşe’nin ne kadar dediğini aklına koyan ve yapan bir yapısı olduğunu bildiği için bir süre sonra vazgeçmişti.
Ayşe uzun bir süre köylerde çalıştıktan sonra eşinin tayininden dolayı İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştı. İki arkadaş İstanbul’da sanki yıllardır ayrılmamışlar gibi kaldıkları yerden yeniden başlamışlardı hayata.
Meslek icabı ayrılıklar yaşasalar da Elif ve Ayşe bu kez tamamen birbirlerinden ayrılacaklardı.
Ayşe içinde bulunduğu durumu bir türlü kabullenmek istemiyordu.
_ Yıllardır kanserli hastaların iyileşmesi için uğraştım. Birçoğunu da eski sağlıklarına kavuşturdum. Onlara kanseri yenmenin en iyi yolunun hayata pozitif bakmak ve hiçbir şeyi kafalarına takmamak olduğunu anlattım. Hastalıklarıyla ne kadar barışık yaşarlarsa tedavi sürecinin o kadar kısalacağını öğütledim. Oysa şimdi kendime çare bulamıyorum. Ben onca kanserli hastamı iyileştirmişken, sen şimdi bana kanserli hücrelerin tüm vücudumu sardığını ve birkaç aylık ömrümün kaldığını mı söylüyorsun? Yok! Bunu kabul edemem. Bir yanlışlık olmalı bu işte. Ben kanser değilim.
Elif bir taraftan gözündeki yaşlara engel olmaya, bir taraftan da arkadaşını teselliye çalışıyordu.
_ Biliyorum bunu kabul etmek mümkün değil. Şu an benim canım senden daha çok yanıyor. Yıllardır benden uzaktın ama en azından varlığını biliyordum. Bu bana bir teselli oluyordu. Oysa şimdi seni göz göre göre ölüme yolluyorum. Bir daha seni görememek duygusu nasıl kanatıyor yüreğimi biliyor musun?
Bundan dört beş sene önce Ayşe ufak bir rahatsızlık geçirince gittiği doktor arkadaşı kendisinin kanser olduğunu ve bir an evvel tedaviye başlaması gerektiğini anlatmıştı. Ama Ayşe hastalarına anlattığı; “ Hastalığınızı önce siz kendiniz kabul edeceksiniz.” Sözünü kendisi tutmuyor, hastalığını bir türlü kabullenemiyordu. “Ben doktorum. Nasıl böyle bir şey olur? Mümkün değil!” diyordu.
Son zamanlarda sürekli bir mide bulantısı ve karın ağrısı yaşıyordu.
Ayşe’nin günden güne yüzünün solduğunu ve halsizleştiğini gören Elif, onu zoraki muayene ettiğinde anladı acı gerçeği. Ne yazık ki bu aşamadan sonra elinden hiçbir şey gelmezdi. Kanserli hücreler tüm vücudunu sarmıştı arkadaşının.
Ayşe son günlerini evinde geçirmek istemiş ama Elif buna razı olmamıştı. Her an gözetim altında olmasını istiyordu. Arkadaşını bir gün daha fazla yaşaması onun için bir ümit ve mutluluktu.
Hastalarından vakit buldukça Ayşe’nin odasına gidiyor, birlikte geçirdikleri anları tekrar tekrar yâd ediyorlardı.
Bugün Ayşe son yolculuğuna uğurlanıyordu.
Geride onu delicesine, hâlâ ilk günkü aşkla seven bir eş ve iki evladının yanın da bir de canından bile çok sevdiği arkadaşını bırakarak.
Defin işlemi bittikten sonra Elif’in yanına yaklaşan Dr. Erdem önce başsağlığı diledi.
_ Ne kadar üzgünüm bilemezsin. Beş sene kadar önce bana muayeneye gelmişti. O zaman kanser teşhisi koymuştum kendisine ama o bana inanmak istemedi ve tedaviyi reddetti. Keşke onu dinlemeseydim ve tedavisine zoraki başlatsaydım.
_ Sen neler diyorsun Erdem? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? Ayşe’ye kanser teşhisi koyuyorsun ve sırf o reddetti diye tedaviye başlamıyorsun. Bu nasıl olur?
_ Ben çok yalvardım kendisine. İnan ikna için çok uğraştım. Ama o her defasında beni tersledi. Böyle olunca da benim de elimden bir şey gelmezdi.
_ Elinden bir şey gelmez miydi? Bana söyleye bilirdin Erdem! En azından ben bir şekilde ikna ederdim onu.
Erdem söyleyecek söz bulamıyordu.
_ Haklısın söylemem gerekti. Ama biliyorsundur sandım.
Elif o kadar yüksek sesle bağırıyor ve ağlıyordu ki, Ayşe’nin eşi yanına geldi. Konuşmaları o da duymuştu.
_ Benim yüzümden işte! Hem senin, hem benim yüzümden. Arkadaşıma daha dikkatle baksaydım görürdüm hastalandığını. Bilirdim...
Artık daha fazla dayanamayan Ayşe’nin kocası;
_ Ayşe nasıl inatçıydı bilmiyor musun? Kendini suçlamaktan vazgeç artık. Ölenle ölünmez! Ben de kalbimin yarısını gömdün toprağın altına. Benim hiç mi canım yanmıyor. Ama elimizden bundan sonra bir şey gelmez. Bol bol dua etmekten başka! Haydi! Sil artık gözlerini ve eşinin, kızının yanına git! Bak onlar da seni böyle gördükçe perişan oluyorlar.
Elif eşinden ve kızından yana baktı.
_ Haklısın ölenle ölünmüyor. Ben bundan sonraki hayatımı Ayşem olmadan geçireceğim. Buna alışmam gerek. Ben sadece kendim için değil eşim ve kızım için de yaşamalıyım. Hoşça kal sevgili arkadaşım. Seni asla unutmayacağım. Sen kalbimde sana ayırdığım köşe de ben yaşadığım sürece atmaya ve yaşamaya devam edeceksin.
Elif ve ailesi mezarlıktan ayrıldıklarında Ayşe’nin eşi ve çocukları bir türlü ayrılamıyorlardı mezar başından.
O sıra da hafiften bir yağmur başladı!
_ Bak gördünüz mü çocuklar? Gökyüzü de anneniz için ağlıyor!
Dedi ve üçü birlikte yüzlerini gökyüzüne kaldırıp yağmurun yeryüzünü ıslatmasını izlediler. Gözyaşlarını da yağmura katarak.