Dilenci
Yazardan beklentilerimiz olur, yeni eserini okumaya başlarken. Beğendiğimiz bir oyuncunun veya yönetmenin, yeni filmini izlerken de aynı beklentiler içindeyizdir. Takip ettiğimiz biriyse, sevdiğimiz bir sanatçıysa; yine bizi uçursun isteriz, düş desenli halıların üstünde. Yüksek beklentilerimize cevap bulamadığımızda hüzünleniriz. Küseriz bir süreliğine. Dünya görüşümüze uygun davranmadıysa, bir konu üstünde sevmediğimiz fikirler öne sürdüyse, kızarız, kırılırız. Aydınlanma mücadelesinde mevzi kaybetmiş, güç yitirmiş sayarız kendimizi. O bile böyle düşünüyorsa, onlardan yana davranıyorsa halimiz nicedir diye üzülürüz. Moralsiz, düşük omuzlarla kendimizi en iyi bildiğimiz işe adarız. Sokaklarda, kaybolmuş tarihimizi ararken buluruz kendimizi. Yakın, çok yakın tarihimizdir aradığımız. Dün gibi yakın, gül gibi narin zamanlarımız, nedense yaşanırken değil de daha kötüsü ile karşılaşıp, aklımız başımıza geldiğinde değerlenir.
Tüm sanat dallarında aynı hayal kırıklığı yaşanıyordur. ‘’O eski besteler yok artık’’ cümlesini kurmayanımız nerdeyse yoktur. Bunu derken o eski günler var mı ki, o eski duygular yaşansın ve o güzel eserler üretilsin diye düşünülebilir. Tüketime endeksli mutluluk parametrelerinin girdabındaki hayatımız, mutlu olma şansımızı azaltıyor. Tatmin düzeyimize müdahale ediyor. Yenidünya düzeninin çocuklarının, yaşadıkları kadarını yansıttığı çalışmaları, günümüzün gerçeğidir. Geçiş sırasında zedelenmiş her şeyimiz gibi, sanatımız da kendine düşen payı alacak elbette.
Sanatçıları başka dünyalardan gelmiş gibi düşündüğümüzden midir, yoksa kötülükleri onlara yakıştıramadığımızdan mı; onları her şeyden ayrı tutup, üretmelerini bu yetmezmiş gibi her seferinde daha iyisini şekillendirmelerini bekleriz. Tam da burada onlara ve dolayısıyla kendimize haksızlığımız başlar. Bu sarmal ile birlikte tüketime koşullu çalışmalar istemiş olmak, kalitesizliği istemekle eşdeğer. Düzenin en önemli enerji kaynağı olan hep daha iyisini, her zaman daha hızlısını isteme anlayışı; sanata bakış açımıza amansız bir hastalık gibi bulaştığında, dönüşü olmayan bir yola girilmiş olunuyor.
Hayata bakış açımızla ilintili olan her konu gibi, sanat eserlerine bakışımız da bu tatmin anlayışıyla paralel bence.
Bir konuyu çok iyi anlatabilen yazarın; günün birinde sırf kendi için, içsel bir alanda görece daha kötü iş çıkarma lüksü olmamalı mı?
Sevdiğimiz yönetmenin bize göre doğru olmayan bir açıdan bakarak çektiği film için, ‘’o artık düşman saflarda’’ deme talihsizliği midir doğru olan?
Her dönemden çok ihtiyacımız olan hoşgörü, bizim gibi güya okumuş kesimlerin bile yanına yanaşamaz mı oldu?
Dilenmekten utanmayacağım tek şeydir hoşgörü, içinizde bir yerde halen saklı duran, insana yakışan, tarihimizde güzel örnekleri olan bu güzel erdemi paylaşalım, yüceltelim. İnsanlığımıza olan yolculuğumuzda bizi huzurla uçuracak halının kendisidir hoşgörü. Varın dilediğiniz gibi dokuyun, etrafını kendi zevkinize göre işleyin, dilediğiniz rengi fazla koyun ama ne olur yalvarırım hoşgörülü olun!
10.11.10
Nadir
YORUMLAR
Hoşgörüyle bakabilen birileri mutlaka vardır, bunların dışındakilere de denilebilecek ne var ki zaten. Yalnızca yazmak değil, hayatın her anında insanlar hep aynı yüksek seviyede işler çıkaramayabilir. Önemli olan çabalıyor olmak.
Her Allah'ın gününde emek verip, edebiyata gönül veren ve hep aynı emekle yazılar yazıp ekleyen tüm arkadaşların eserlerini okurken durmadan bunu düşünüyorum. Bu yüzden her biri ayrı ayrı çok değerliler. Nasıl büyük gönüllüler hepside. Sizin nezdinizde tüm arkadaşlarıma duamdır: Varolun. Allah emeklerinizi zay ettirmesin inşaallah.
Teşekkür ediyorum Nadir Bey...Üzmeyin kendinizi, sadece yazın, eksiğimiz varsa düzeltiyoruz birlikte. Saygımla...
asran tarafından 11/11/2010 6:29:31 PM zamanında düzenlenmiştir.