- 810 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SEN ARAMIZDA OLSAYDIN EĞER EFENDİM
“Size iki şey bırakıyorum, eğer onlara tutunursanız yolunuzu sapıtmazsınız. Bunlar Allah(cc) ın kitabı Kur’an ve benim sünnetimdir…” Hz. Muhammed(sav)
Keşke sen aramızda olsaydın efendim. Bir garip ümmet olduk biz Sen gideli. Sen gideli unutkanlık musallat oldu bize, yada en koyusundan bir gaflet, hamâkat ve çetin bir dünya muhabbetidir yüreklerimizden amansızca kuşatıldığımız.
Sen aramızda olsaydın eğer efendim, ilkin on ayet ezberlerdik Sen’den, onları hayatımıza nakşederdik birer birer, sonra on ayet, on ayet daha, derken ulvî beyân’ın huzur sunan soluğunu tüm sıcaklığıyla hissederdik hücrelerimizde.
Unuttuğumuz, ara sıra lütfen baş vurduğumuz garip bir kitap olmaktan kurtulurdu, bizi dirilten ulvî bir nefes olurdu Vahy-i İlâhi. Sen yürüyen bir Kur’an olurdun hayatın karmaşık yollarında, izinden giderek aziz bir ümmet olurduk biz de.
Biliyor musun efendim unuttuk sünnet-i seniyye’ni, yolunu, izini unuttuk efendim, hüsn-i ahlâkını unuttuk. Unuttuk şua şua yüreklerimize nakşettiğin, her iki cihan da da yolumuzu aydınlatacak, yüzümüzü ve yüreğimizi ak edecek olan nurdan öğütlerini.
Eğer Sen aramız da olsaydın efendim, yüzü ağarırdı bizim de çağımızın, dizlerimize derman, ruhlarımıza kanat olurdu varlığın. Biz de Muhammedî muhabbetin izzetli âğuşunda nefeslenirdik hayatın zorlu yokuşlarında. Adalet, hakkaniyet ve fedâkarlık havamız, suyumuz olurdu, şimdi de en mesut ümmet Muhammed ümmeti olurdu, değil mi efendim.
Sen aramız da olsaydın eğer efendim, bir saadet ikliminin mest edici atmosferinde muhabbet yağmurlarıyla ıslanırdık tâ iliklerimize kadar. Mutluluk sarhoşu olurdu sevmeyi ve sevilmeyi aslî mecrasından çıkararak karşılıksız sevmeyi unutan insanlık. Sevgi nefes nefes yayılırdı yüreklere; bir birini sevmedikçe gerçekten iman edememiş olacağının bilincini kuşanırdı her mü’min yürek. Sevdiği kardeşine “seni seviyorum “ demenin şuuruyla aydınlanırdı kalpler, her yürek bir sevgi çağlayanı olurdu değil mi efendim.
Tebessümün gece gündüz ışıtır’dı yürek semalarımızı, tebessüm etmenin sadaka olduğunu öğretirdin bize bizzat yaşayarak. Nefsimizin rüzgarıyla üşüyen yanlarımızı ısıtırdın sıcacık, muhabbet çağlayanı bakışlarınla. Bakışlarımızı arındırırdın hissizlikten ve karmaşadan, muhabbet yüklerdin değil mi; kardeşlerimize karşı cömertçe kullanalım diye.
Eğer Sen aramız da olsaydın efendim, değişirdi önceliklerimiz değil mi; varlık gâyemiz, inançlarımız ve değerlerimiz olurdu. Nefsimiz, heveslerimiz ve dünya temel ihtiyaçlarımız kadar yer işgal ederdi yaşantımızda. İfratın da, tefritin de dengesizliğinden kurtarırdın bizi, itidalin dengesini kurardık hayatımıza. Malın ve makamın kölesi değil, onlarla birlikte Allah(cc) ve Resûlü (sav)nün hizmetçisi olduğumuzun şuuruyla sarılırdık hayata, ahretin tarlası niyetiyle.
Sen aramızda olsaydın eğer efendim, yüreklerimiz taşlaşmazdı, taştan daha da katı olmazdı. Göz pınarlarımız kurumazdı talihsiz bir ırmak gibi. Mazlumların gözlerinden akan hicran yaşlarına kayıtsız kalamazdık; gözlerimizden akardı dünyanın neresinde olursa olsun mazlumların göz yaşları. Yüreklerimizi bir ederdik onlarla, biz de onlarla birlikte üzülür, onlarla birlikte ağlardık.
Eğer Sen aramız da olsaydın efendim, ümitsizlik bataklarını kuruturdun bir bir değil mi. “İman ve ümitsizlik bir arada barınamaz” buyururdun bize. Allah(cc) a güvenmenin ve tevekkül etmenin kaçınılmaz bir iman borcu olduğunu hatırlatırdın unutkan ümmetine.
Ama biz kendimizin en azılı düşmanları gibiyiz biliyor musun efendim, kendi ellerimizle hazırlıyoruz kendimizi ateşe, derin bir gaflet içinde. Güle oynaya günahlar işliyoruz fütursuz ve bilinçsizce.
Sen bize kıyamazdın değil mi efendim; için yanardı ateşe uçan kelebekler gibi ateşe yürüdüğümüzü gördükçe. Bedeli ateş olan amellerin önünde kollarını açmış olarak öylece durup sakındırmaya çalışırdın bizleri ateşten, değil mi efendim.
Sen aramız da olsaydın eğer efendim, yok olurdu kalplerimizin arasında ki firak, kâinat evrensel bir bahçe olurdu bin bir çeşit renk ve kokunun ahenk için de kaynaştığı.
Bir vücut olmanın, bir vücudun azaları olmanın duyarlılığını kuşanırdık senin kılavuzluğunda ve yardımınla. Dünyanın neresinde olursa olsun sancıları sancımız olurdu kardeşlerimizin, onlarla aç kalır onlarla doyardık.
Eğer Sen aramız da olsaydın efendim, desteksiz kalmazdı muhtaçlar, değil mi; kardeş kılardın bizleri birbirimize, lokmalarımız dahil paylaşılabilecek tüm değerlerimizi hiç düşünmeden ve büyük bir coşku içerisinde paylaşmayı öğretirdin bize, onlarla.
Komşusu aç iken tok yatanların imanını sorgulayan uyarılarınla zaman zaman silkelerdin bizi; şükürsüzce tükettiğimiz envâi çeşit nimetlerin sadece bizim marifetimiz sonucu değil İlâhi bir ihsan olarak ulaştığını düşünmemizi isterdin bizden.
Mâruf sofalarımız da doyasıya, kanasıya yerken verdiğin nimetleri, aç ve açık kalanların halini hissetmemizi, şükürsüzlük etmememizi isterdin. Ben kasırgalarıyla savrulan ruhumuzu biz olmanın sevdasına düşürürdün değil mi efendim.
Başı okşanmaya hasret çekmezdi yetimlerin, Sen’in şefkat yelpazesi ellerin dolaşırdı saçlarında bir bâd-ı sabâ gibi. Süfli emellere âlet, şehevi arzulara meze edilmezlerdi, yâni ziyan edilmezlerdi bu gün ki gibi, değil mi efendim.
Sen aramız da olsaydın eğer efendim, kuşu ölen komşu çocuğuna bile taziyeye giderdin şefkatin ve nezaketin doruğunda değil mi efendim. Onun mahzun olmuş rûhunda târiften vâreste sevinç şimşekleri çaktırırdın.
Oyuna alınmayan çocukların oyun arkadaşı olurdun. Kanatlandırırdın onların tertemiz ve kırılgan kalplerini. Çocukların en candan dostu olmayı, sevmeyi ve sevgilerini kazanmayı öğretir ve hissettirirdin bizim katılaşmış kalplerimize değil mi efendim.
Eğer Sen aramız da olsaydın efendim, yuvalar Sen’in örnekliğinle ışırdı, Sen’in muhabbetinle ısınırdı yürekleri eşlerin, ruhlarında ki fırtınalar senin kutlu örnekliğinle dinginleşir, arzularında ki heyelan senin îtidal setlerinle sükûn bulurdu. Sofralarına bereket, hayatlarına lezzet, yavrularına şefkat kanadı olurdu numûne-i imtisal ahlâkın.
Sen aramız da olsaydın eğer efendim, idarecilerimize de numûne-i imtisal olurdun; hizmete talip ve görevli olanlar efendilik gözetmezlerdi üzerimizde. Haksızlık, adaletsizlik ve zulüm olmazdı bize reva gördükleri. Uykuları kaçardı hesap günü geldiğin de “Adl-i İlahi her şeyi bir bir sorar” endişesiyle.
Eğer Sen aramız da olsaydın efendim, Müslüman kadınların izzetini korumak için savaş ilan ederdin onların mahremine el uzatmaya, tesettürlerini ifsat etmeye, bozmaya kalkışanlara karşı; Yahudilere yaptığın gibi, değil mi efendim. Hele bunu yapmaya kalkışanlar Müslüman olduklarını söylerlerse onların yüzüne iddialarında yalancı olduklarını haykırırdın. İslâm’ın Allah(cc) a teslimiyet olduğunu, O’nun hudutlarının keyfe göre değiştirilemeyeceğini hatırlatırdın onlara anlayabilecekleri dilde, değil mi efendim.
Fertleri ifsâd eden, aileleri dejenere eden, toplumları kokuşturan; zina, kumar, faiz vb. gibi kimi kerih düşünce ve amelleri meşrulaştırmaya çalışan zihniyetlere İslâm’ın bu ve benzeri münkerlerle oynaşmak için değil, mücâdele etmek için geldiği gerçeğini de hatırlatırdın bir güzel şekilde, değil mi efendim.
Sen yanımız da olsaydın eğer efendim, Aziz İslamı çağ dışı görenlere onun çağları aşan evrensel bir çağrı olduğunu, altın çağ olduğunu bu gün de gösterirdin o gün anlamayanlara anlattığın ve gösterdiğin gibi, değil mi efendim.
İzzeti Allah(cc) ın yanında aramamız gerektiğini hatırlatırdın zalimlerin yanında arayan şaşkın sürüne değil mi efendim. Zalimlerle dost olursak zillete düşeceğimizi, bize ateş dokunacağı gerçeğini haykırırdın kulaklarımıza canhıraş bir şekilde. Engin bir telaş ve merhamet damalarından süzülen nemlerle çiçeklenirdi gözlerin hâlimizi düşündükçe, öyle değil mi efendim.
Sen aramız da olsaydın eğer; zalimlerin en büyük düşmanı olurdun değil mi efendim, tek başına da kalsan onların karşısına dikilirdin bir dağ gibi, mazlumların safında ve yanında.
Hatırlarmısın efendim Mekke’nin zalimleri el koyardı da mallarına Mekke dışından gelen zayıf tâcirlerin, onlar da sana şikayete gelirlerdi. “neme lâzım” demezdin, dikilirdin karşılarına şaşırır kalırdı zalimler. Vermek zorunda kalırlardı ilâhî bir mûcizeyle.
Eğer Sen aramızda olsaydın efendim, sırtlan yürekli vahşiler küçücük bebeklere kıymayı göze alamazlardı, bir tomurcuğu koparırcasına, ezercesine ufalayamazlardı onları. Hâmi’si olurdun tüm güçsüzlerin, kimsesi olurdun kimsesizlerin. Sığınacakları liman, dayanacakları dağ, sarılacakları çınar olurdun gariplerin.
Sen aramız da olsaydın eğer efendim, dünya bir zulüm arenası olmazdı değil mi. Coştururdun ümmet ruhunu; siyahıyla, beyazıyla, acemiyle, arabıyla bir ışık ordusu kurardın rengarenk ve karşı konulmaz bir sel gibi ağardın müstekbir kafirlerin üzerine; zulümlerinden kurtarmak için dünyâyı ve insanlığı.
Evet efendim, Sen bize Kur’an ve sünnet-i seniyye’ni bırakmıştın. Onlara tutunduğumuz zaman her iki cihanda da izzetli olacağımızı hatırlatmıştın. Bize düşen onlara sarılmaktı, hayatımızın karanlık yanlarını onlarla ışıtmaktı ama unuttuk işte.
Unutmamızın bedelini çok ağır ödüyoruz şimdi; unutmak la birlikte açıldıkça açıldı kardeşlerimizle kalplerimizin arasında ki mesafe, çıkar bataklıkları türedi bu mesafelerde. Çıkarcılık bir hayat klasiği halini aldı, öyle ki; çıkarlarımız uğruna gözden çıkardık tüm kardeşler bir birimizi, hatta düşmanlarımıza yaslanır olduk şuursuzca.
İzzetin yerini zillet aldı hayatımız da böylece. Şimdi Rahman olan Allah(cc) ın izzetli kulları olma yerine dünya müstekbirlerinin talihsiz oyuncakları olduk; ayrı ayrı her birimiz.
Kurtuluş senin gösterdiğin ufukta biliyoruz. Seni özlüyoruz efendimiz, Vahy-i İlâhi’ye tutunabilmeyi, sana tutunabilmeyi, birbirimize tutunabilmeyi çok ama pek çok özlüyoruz efendimiz.
Keşke sen, hiç değilse sünnet-i seniyyen ile aramız da ve hayatımız da olsaydın, sözünü ettiğimiz kadar amel edebilseydik öğrettiklerinle keşke…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.