7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1211
Okunma
Pürüzsüz sevinçler yok yaşamda siyahın içinde beyaz, beyazın içinde siyah… Kaçınılmaz bir durum!
2010–01–18 – 15.56
Henüz 17 yaşında bir genç kız…
Bundan üç yıl önce lise ikinci sınıfta tanışmıştım onunla. İnsanı büyüleyen bir kişiliği vardı. Hayatla iç içe, şen şakrak, insanı hüzünlendiren, karamsarlığa iten durumlara bile o; sımsıcak gülüşüyle karşılık verirdi. Hep merak etmişimdir bunu nasıl başardığını… Hayata insanların bakmaya cesaret edemediği ve başaramadığı farklı bir pencereden bakardı o
Onun dünyasında karamsarlığa, mutsuzluğa, öfkeye ve keşkelere yer yoktu.
Pencere kenarında oturduğum sıramdan ders aralarında kaçamak bakışlarla onu gözlerdim. Gözlerinin içi mutlulukla ışıldayarak öğretmenin anlattıklarını hafızasının bir köşesine kaydederdi. Hayatımda her şeyden mutluluk duyan bir insan o güne kadar görmemiştim… Daha sonraki günler gelmedi o… Sırası boştu ama yaydığı mutluluğun tadı havada nazlı nazlı süzülüyordu. O olmasa bile sıcaklığı, kokusu vardı. İkinci hafta da gelmedi… Artık merak etmeye başlamıştım. Kötü bir his vardı içimde ona bir şey olacağından korkuyordum. Bir türlü cesaretimi toplayıp evine gidemiyordum. Ne deyip de gidecektim ki? Üçüncü hafta kendime bile inanamayarak kapılarını önündeydim. Parmaklarım titreyerek zile bastım. Hoş bir bayan kapının eşiğinden bana gülümsüyordu. Tıpkı kızı gibi diye hayal ettim. Onun kadar iyimser ve güzel. İçeri adımımı attığımda karşımda oturuyordu o. Gözlerinin içi yine gülüyordu ama bir değişiklik vardı onda…
Sesi heyecanlı ve titreyerek hoş geldin dedi. Benim ise dilim tutuklu, gördüğüm manzara karşısında kalbim buruk… ne oldu? Der gibi soran gözlerle bana bakıyordu. Karşısındaki sandalyeye oturdum ve onu seyretmeye başladım. İnce tel ipek gibi uzun saçları vardı. Yüzü çok solgun ve sapsarıydı. Gözkapaklarının altı mosmordu. Her iki kolunda da iğne izleri ve morluklar vardı.
Gözlerinin içindeki o mutluluğu görmesem onun olup olmadığını tanıyamayacaktım…
Ağzımdan dökülen üç kelime sana ne oldu diye soruyorum. O ise anlatıp anlatmamakta kararsız. Gözlerimin kenarındaki yaşı görünce anlatmaya başlıyor. Bu amansız hastalığa yakalandığında sekiz yaşındaymış. Daha çocuk…
Birgün kendi odasında oynarken çok küçük bir deprem olmuş. Aile fertleri onu unutarak sokağa çıkmışlar. O küçük kız çocuğu da içeride koşuşturuyormuş bir odadan diğerine. Küçük kızın ilk çığlıklarını duyan annesi olmuş. Ama anne çaresiz kızının çığlıklarını duydukça yüreği dağlanıyor elinden hiçbir şey gelmiyor. Çaresizlik içinde sallantının geçmesini bekliyor. O an ona asırlar geçmiş gibi geliyor. Sallantının durmasıyla eve çıkıyor delice küçük kızını aramaya başlıyor… Arada nefesi tıkandığı için hafif hafif öksürerek ciğerlerine temiz hava alıyor son bir defa daha nefes alıp tekrardan anlatmaya başlıyor. Küçük kızın kalbi yerinden çıkacak gibi atıyor. Sabah ilk işleri hastaneye götürmek oluyor. Bir sürü tahlil ve röntgen ve sonunda küçük kızı bir başka şehrin bir başka hastanesine acilen sevk ediliyorlar. Orada da tahliller ve sonunda teşhisi koyuyor doktorlar, şeker hastalığı…
Son kelimeler ağzından çıkınca ben küçük bir çığlık atıyorum. İşte böyle diyor bana okula gelmememin sebebi, bu gördüğün morluklar, iğne izleri hepsi benim tedavim için diyor. Bir şeyi fark ediyorum o an hiç sitem etmiyor bu yaşadıklarında. Her şeyi saatle işliyor. İnsülin iğneler, yemek saatleri, her şeyi şu beğenmediğim dakikaların elinde… Hastalığına sırt çevirmiyor onu bir dostu gibi kalbinde taşıyor. Onunla barışık hiç şikâyetçi değil ondan.
Bugün tam bu hastalığa yakalanışının dokuzuncu yılı onun. Dile kolay söylemek ama yaşamak farklı şey… İnsanlar sağlıklıyken etrafına gülücük saçamazken o eve onun gibi diğer tüm hastalara yine hayata gülücük saçıyorlar. Etrafına umutla bakıyorlar. Kaderlerine boyun eğmek yerine kaderimizi nasıl daha güzel hale getirebiliriz diye umut ediyorlar.
Bu yazı ona bir sürpriz ve onun yanında bir şey daha öğrendim. Mutluluk insanın sevdiklerinin yanında yaşaması ve sevdikleriyle beraber yaşlanmasıdır.
Sevdiğin müddetçe
Ve sevebildiğin kadar
Sevdiklerine her şeyi verdiğin müddetçe
Ve verebildiğin kadar gençsin
NAZIM HİKMET
ÖZLEM YALÇIN