AŞK VE KADER
Ben hayatımda annemin bize yemek yapmasını, babamın eve yiyecek getirmesini, akşamları aile bireylerimle toplanıp sohbet etmeyi çok isterdim. Çocukluğumu yaşamak çamura girip üzerimi kirletmek ve sonu olmayan bir mutluluk isterdim. Bu hayallerimin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bilsem de düşünmek ve onu yaşıyormuş gibi hayal etmek beni mutlu ediyordu. Çocukluğumu yaşayamıyorum çünkü ben bir padişah kızıyım. Padişah kızı olmak o kadar zor ki hata kabul etmiyor. Sarayda bazı kurallar vardır padişahın soyundan hiç kimse Padişahın izni olmadan dışarı çıkamıyor. Eğer kaçıp yakalanırsan çok değişik cezalar verilir. Benim bu yüzden dışarıda hiç arkadaşım olmadı. Dışarıda olmasa da Sarayda çok sevdiğim bir arkadaşım, dostum, sırdaşım ve kardeşim bir ağabeyim vardı. Birbirimizle tüm sıkıntılarımızı paylaşır ve her attığımız adımı beraber atardık. Ben on iki ağabeyim on dört yaşındaydı. Padişah ağabeyim ve benim çok iyi bir şekilde yetişmemiz için büyük çabalar harcıyordu. Biz de onun çabalarını boşa çıkarmamak için çalışıyorduk. Savaş sanatları, dil, resim, kültür vb. dersler alıyoruz. Bir gün dil dersi almak için ağabeyimle hazırlandık. Dil öğretmenimiz içeri girdi ve bize bir kitap uzattı iki gün içerisinde hepsini öğrenmemizi istedi. İki gün geçti öğretmen tekrar gelip <verdiğim kitabı okuyup öğrendiniz mi?>dedi. Ben sadece göz gezdirmiştim öğrenmemiştim ağabeyim ise ayağa kalkıp kitabın içindeki her şeyi harika bir şekilde öğrenmiş o kadar çok şaşırdım ki inanamazsınız. Öğretmen onu tebrik etti bana da eğer böyle sorumsuz bir şekilde davranmaya devam edersem ülkeyi yok edebileceğimi söyledi. Bu söz çok ağırıma gitti günlerce belki haftalarca aylarca dil derslerine çalıştım o kadar çok değiştim ki sonun da bende çok iyi başka diller konuşabiliyordum. Herkes birkaç ay içerisinde bir sürü dil öğrenip konuşabilmeme çok şaşırdı. Şehzade Mustafa yanıma gelip nasıl bu kadar hızlı bir şekilde dil öğrendiğimi sordu<azim ve inanç sayesinde>diye cevap verdim. Savaş sanatlarını da çok iyi öğrenip iki iyi usta savaşçılar olduk. Şehzade Mustafa resim yapmayı pek sevmezdi ama ben insanlara içimde ki duyguları anlatabilmek için resim i çok sever ve onu kullanırdım. Şehzade Mustafa padişahın tek varisi olduğu için padişah onu kendisini iyi geliştirsin diye başka bir yere yollamaya karar verdi bunu duyunca çok üzülmüştüm üzüntüden hasta oldum şehzade Mustafa bir an bile yanımdan ayrılmadan benim iyileşmem için elinden geleni yapmış. Kendime gelince bana kendi elleriyle çorba yapıp içirdi. Ben artık eskisi gibi olunca yola çıkmak için hazırlık yapmaya koyuldu. Onun yanına gidip<kendine çok iyi bak olur mu?>dedim. Gülümseyerek bana baktı ve <sen harika bir kardeşsin söz veriyorum kendime çok iyi bakacağım ve geri dönüp tahta oturduğumda seninle beraber topraklarımızı genişleteceğim>dedi ve yola çıktı. Gözlerimi kapattım ve <kalbim senin yanında Şehzadem>dedim. Annem ve Şehzade Mustafa’nın annesi kollarımı tuttu ağabeyimin tekrar geri geleceğini söyledi. Şehzade Mustafa padişahın ilk eşinden bende padişahın son eşindenim. Padişahın iki eşi ve iki çocuğu var. Şehzade Mustafa gidince kendimi kitaplara derslere verdim. Zaman o kadar hızlı geçti ki aradan yıllar geçti Şehzade Mustafa bu yıllar arasında bana çok mektup gönderdi. Bir gün sabah gözlerimi açtığımda Şehzade Mustafa saçlarımı okşuyor ve beni seyrediyordu o kadar çok değişmiş ki büyümüş genç bir delikanlı olmuş ve çok yakışıklı olmuş. Hemen doğrulup hafif bir tebessümle Şehzadem>dedim. Bana gülümsedi ve <saçların, duruşun, gözlerin, konuşman o kadar çok değişmiş ve güzelleşmişsin ki anlatamam>dedi. Başımı yerden kaldırıp<Şehzadem sizi çok özlemiştim>diyip ağabeyimle sarıldım sımsıcak bir sarılmaydı. İki gün ayrı kaldığımız yılların acısını çıkardık üçüncü gün Padişah Şehzadeyi ve beni bir toplantıya çağırdı toplantının konusu Kore’nin Çin yüzünden halkının gördüğü zulümdü Kore Kralı bu zulmü durduramadığı için bizden yardım istemiş Padişahta bu teklifi değerlendirmemizi istedi. Herkes kendi arasında konuşurken söze atılıp<bence yardım elimizi uzatmalıyız yarın aynı duruma düşmeyeceğimizi nerden bile biliriz ki hem biz Çinlilerle savaşa girip o savaşı yenersek çoğu ülke bizden korkar bu yüzden bize savaş açma tenezzülünde bulunamazlar>dedim. Şehzade Mustafa da dediklerime katıldığını belirtti. Padişah ve toplantıdakiler söylediklerimi haklı bulup yardım göndermeye karar verdiler. Padişah Şehzade ve benim önden gitmemiz gerektiğini söyledi Şehzade Mustafa ile yola çıktık zorlu bir yolculuk olsa da Kore ye ulaştık. Kral ve iki prens bizi sarayda bekliyordu.Saraya girdik önce bize hazırlattıkları yemekleri getirdiler daha sonra dinleneceğimiz odaları gösterdiler.Biraz dinlenmek için odalara çekildik.Canım sıkılınca Şehzade Mustafa’nın yanına gitmek için dışarı çıktım Prens Mary ile karşılaştım başımı yere eğdim ve yanından uzaklaştım yine de aklım kalmıştı arkama bakmak için döndüm ve Prens Mary’nin beni seyrettiğini gördüm utanıp hızla uzaklaştım.Şehzade Mustafa’nın yanına gittim yanında biraz kaldım sonra odama dönmek için ayrıldım.Bir kaç gün Şehzade Mustafa Kral ve yetkililerle savaşı nasıl yapacaklarını konuştular.Ertesi gün bizim ordumuz geldi Şehzade Mustafa onlarla ilgilendi ve birkaç gün dinlenmelerini söyledi.Şehzade Krala düşman ordusunu nerede sıkıştırabileceğini görmek için sekiz askerle yola çıkması gerektiğini söyledi.Kral kabul etti Şehzade yola çıkacaktı hiçbir şey söylemeden arkasından baktım o da bana baktı.O Saraydan çıkınca kalbime sanki bir hançer vurulmuş gibi oldum ayakta zor durdum.Prens Mary yanıma gelip iyi olup olmadığımı sordu bende ona iyi olduğumu söyledim.Prens Mary zekiydi ama Prens Yona o çok lüzumsuz biriydi boş konuşuyor ve sadece çıkarlarını düşünüyordu.Prens Mary sürekli yanıma gelmeye başlamıştı bundan rahatsız oluyordum ama bunu bir türlü söyleyemiyordum.Şehzade Mustafa’nın yokluğu beni rahatsız ediyordu.Bir kaç gün sonun da Şehzadeyle giden üç asker geldi herkes onların başına toplanmıştı.İçimde bir korku vardı gitmek istemiyordum ama Şehzadenin nerede olduğunu öğrenebilmek için yanlarına gittim.Bu üç askeride tanıyordum üçünün de ailesi olmadığı için Padişah onları yanına alıp orduya girmelerini sağlamıştı.Hepsinin kıyafetleri kirlenmiş sanki savaştan çıkmış gibi bir halleri vardı önüm de diz çöküp hep bir ağızdan<bizi affedin Sultanım>dediler.İçimdeki korku daha artmıştı ne olduğunu sordum onlarda <Şehzade Mustafa şehit edildi Sultanım bizi affedin onu koruyamadık>dediler.O an kanımın çekildiğini hissettim olduğum yere iki dizimin üstüne düştüm.Gözlerimden yaş geldi ve bağırarak<Şehzade Mustafa nerede>dedim.Onlarda dört askerin birkaç saate getireceklerini kendilerinin önden gelip haber vermeleri gerektiğini düşündüklerini söylediler.Tüm vücudumla titriyordum Şehzade Mustafa’nın öldüğünü düşünmek beni çıldırtıyordu sanki O üç askeri Padişaha haber vermeleri için gönderdim.Şehzade Mustafa’nın hayata gözlerini yummuş bedenini getirdiler öyle bir koştum ki sarılıp<hayır beni bu şekilde bırakıp gidemezsin hayallerimiz vardı ne olur aç gözlerini beni bırakma>diye çığlık atıyordum.Kral kolumu tutup ağabeyimden beni ayırdı gitmek istiyordum ama bırakmıyordu Prens Mary yanıma geldi ve beni odama götürdü.Şehzade Mustafa’yı hazırlayıp cenazesini ülkemize göndereceklermiş.Ruhum daralıyordu sanki nefes alamıyordum onsuzluğu hiç düşünmemiştim sanki yalnız kalmış gibiydim.Şehzade Mustafa’yı ülkemize gönderdiler Padişahta bir haberci yollayıp Şehzade Mustafa’nın yarım bıraktığı işi benim tamamlamamı istediğini söylemiş.Gücümü toplayıp bu savaşa ağabeyimin yarım bıraktığı yerden devam etmek için hazırlık yaptım.Savaşı birkaç ay içerisinde büyük bir zaferle kazandık benim bu savaşı kazanmamın tek sebebi Şehzade Mustafa’nın intikamını almaktı belki birazını almıştım ama tamamını alamamıştım bir gün çok büyüyüp Çin İmparatorluğunun kafasını kesmek tek hayalimdi yapacağıma da inanıyordum.Bu dünya da bir amaçsız ve inançsız asla yaşayamazsınız.Bir amacınız olmalı ki büyüyebilesiniz bir inancınız olmalı ki amacınıza ulaşabilesiniz.Savaş bittikten sonra orduyu Kore de bırakıp birkaç askerle yola çıkmak üzere hazırlık yapmaya koyuldum.Prens Mary yanıma gelip<sen harika bir kadınsın çok etkiliyorsun insanları senden hoşlanıyorum eğer beraber evlenirsek>dedi.Ben de sert bir tavırla<sakın bir daha bana böyle sözler söylemeyin ben hiçbir zaman evlenmeyeceğim çünkü ben ülkeme hükümdar olmaya gidiyorum>dedim. Evet yanlış duymadınız hükümdar olmak istiyorum Şehzade Mustafa ile hayal ettiğimiz ülkeyi kurmak için hükümdar olmaya gidiyorum. Yola çıktım Saraydan uzaklaştım bir gölün kenarından geçerken etrafımızı bir sürü asker sardı hepside zırhlı süvariler gibi giyinmiş. Biz çok az kişiydik yine de ölmemek için onlarla savaştık ama başaramadık herkesi öldürdüler ben yaralanıp suya düştüğüm için beni öldü diye düşündüler sonra çekip gittiler.Biraz doğrulur gibi yaptım kuşlar etrafımıza toplanmışlardı göl kan içindeydi.Kuşlar kan kokusuna gelmişlerdi sanırım arkadaşlarımın etlerini yiyorlardı bir kuş da benim başımda bekliyordu.Gücümü toparlamaya çalıştım ve kuşa <benim ölmeye niyetim yok eğer yaşamak istiyorsan defol git başımda>dedim.Canım çok yanıyordu kimse bizi burada bulamaz gibi gözüküyordu ama asla inancımı kaybetmedim.Tam kuşlar benim yanıma geliyorlardı ki bir adam geldi ve beni kucakladı.O an mutlu olmayı çok istiyordum ama yaram acıdığı için mutlu olamıyordum.Yüzüne bir kere baktım ve sonra gözlerimi kapadım.Birkaç gün hiç gözlerimi açmadan öylece yatmışım sonra Şehzade Mustafa’nın adını sayıklayarak uyanmışım.Karşımda bir adam gördüm bu adam beni kucaklayıp oradan kurtaran adam değildi.Bana baktı ve ‘nasılsınız’ korktum bir şey söyleyemedim.Adam korktuğumu anladı ve ‘ben komutanımı çağırayım’ dedi.Komutanı içeri girdi ve kendimi nasıl hissettiğimi sordu.Başımı doğrulttum ve iyi olduğumu söyledim.Ayağa kalkmaya çalıştım o sırada beni kurtaran komutan dinlenmem gerektiğini söyledi.Garip bir his vardı içimde sanırım korkuyordum. Komutan bana baktı ve ‘adım Yum Yang burada herkes bana komutan yang der’dedi.Başımı yerden kaldırıp’ siz bir komutan mısınız,saraya gidecek misiniz?’dedim.Hayır der gibi başını salladı ve ‘ben saraydan ayrılalı çok oluyor saray komutanı da değilim’ dedi.Şaşkın bir vaziyette ‘peki o zaman neden size herkes komutan Yang diyor’ dedim.Bana ‘Saray da iki yıl önce komutandım Çin’e savaş açmaya karar verdim o zamanlar her şeyimiz vardı istesek kazanırdık evet savaşı açmama izin verdiler ama sonra savaşta beni ve benim emrimdeki orduyu bırakıp geri döndüler yanımdakilere ordu dediğime bakmayın otuz kişiydik.Çin süvarileri bizi sıkıştırdı birkaç gün onlara karşı çıktık ama sonra bizi yendiler ve ülkelerine götürmek için yola çıkardılar sırf kaçmayalım diye de ellerimizin üzerinden önce kaynamış suyu döktüler sonrada urganla bağladılar.Canımızın yandığını belli etmedik zaten otuz kişiden on kişi kalmıştık bir yerde konaklayınca urganı çözdük ve bir şekilde kaçtık.Sonra öğrendik ki Kral Çin imparatoruyla anlaşmış onun amacıda bizi öldürmekmiş.Biz de bunun üzerine bir ordu kurduk ve başlarına geçtim.Çinliler benim onları yenmemden korkuyorlar bu yüzden bana herkes komutanım diyor’ dedi.Tüylerim ürpermişti hayatı çok değişik geçmiş.Benim kim olduğu mu sordu ben de ona ‘Ey şan bana Sultan Ey şan diyorlar.Osmanlı padişahının kızıyım’ dedim.Şaşırdı ve başını yere eğip selam verdi.Bir kaç gün benim yanımdan hiç ayrılmadı sonra ise ben ülkeme dönmek istediğimi söyleyince kabul edip hazırlık yaptı ve ‘ben sizi götüreceğim sultanım sapa sağlam ülkenize sizi bırakacağım’ dedi.Kabul ettim onunla beraber yola çıktık ve uzun süre hiç dinlenmedik.Daha sonra ise dinlenmek için durduğumuz da dağlardaki haydutlarla karşılaştık.Haydutlar bizi kamp yerlerine götürdüler.Sonra da başlarına geçen korkunç suratlı adama ’komutanım iki kişi getirdik biri erkek,güçlü birine benziyor hem sağlık sorunu yok gibi gözüküyor diğeri de bir kadın çok güzel,ona bakınca insanın gözleri kamaşıyor’ dedi.Adam güldü ve ‘yani ikisi de işime yarar öyle mi ‘ diyip güldü.Sonra yanımıza geldi önce Yum Yang’ a uzun süre baktı ardından benim yanıma geldi bana baktı ve gülüp ‘demek Çin imparatorluğunu iki büyük düşmanı da şuan yanımda’ dedi ve içeri gitti bizi de bir yere kapattırdı.Komutan Yang üzgün bir şekil de gözlerime baktı.Ona ‘sakın kendini suçlu hissetme Rabbimize sığınalım o ne eylerse güzel eyler her şerde bir hayır vardır’ dedim. Bana baktı ve başını salladı. Gözlerimi kapayım ‘ne olur rabbim ne olur ağabeyim bana, bize yardım edin’ dedim. Ellerimizi o kadar sıkı bağlamışlardı ki canımız yanıyordu ama belli ettirmemeye çalışıyorduk.Kapı açıldı içeri birkaç tane haydut girdi ve beni kollarımdan tutup dışarı çıkardılar çıkarken Komutan Yang’a korktuğumu söyledim daha bir şey söylemden çıkardılar beni.Komutanlarının önüne attılar komutanları iğrenç bir şekilde gülümseyerek bana doğru geliyordu.Geri kaçmaya çalıştım ama kaçamadım adam yanıma yaklaştı korkuyordum ‘yardım edin ‘ diye bağırmaya başladım.