- 1077 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Paket Tereyağı
-Kar yağacak. Kemiklerime kadar hissediyorum bunu. Eklemlerim sızlamaya başladı, dedi Hatice, masada oturup dizlerini ovuştururken. Romatizmaya benzer ağrılar özellikle son günlerde hayatını cehenneme çevirmişti.
-Umarım yanılmazsın, dedi kocası Ali, mutfak penceresinden dışarıdaki masmavi gökyüzüne bakarken.
-Göreceğiz bakalım, derken buzdolabının kapısını açmış bir şeyler aranıyordu karısı Hatice. Israrcı olmak istemedi.
Ali önündeki patatesleri soymaya başladı. Her gün akşam yemeklerini birlikte hazırlıyorlardı. Yaşamları boyunca ortaklaşa yaptıkları işlerden kala kala yemek yapmak kalmıştı zaten.
Üç yıl öncesine kadar karısı Hatice her işin üstesinden gelebiliyor özellikle de yemek yapma işine, mutfak işlerine kocasını karıştırmıyordu. Hastalanıp yarı felç durumuna geldiğinden beri kocası onu şimdi her biri evli barklı olup, çocuk sahibi olan dört çocuğundan hiçbirine muhtaç etmeden kendisi ilgilenip yapabileceği ne varsa yapıyordu.
Kocası da artık kendisi gibi iyice yaşlanmış, köşesine çekilmiş, kalan ömrünü geldiklerinde torunlarını kucağına alıp sevmeye ve 48 yılını birlikte geçirdiği, çok sevdiği bir gün olsun kendisiyle tatsız bir gün geçirmediği ve şimdi kendisine çok daha ihtiyacı olan karısı Hatice’ye adamıştı.
-Ne arıyorsun buzdolabında? Bulamadın mı aradığını? Sor bana belki bilirim nerde olduğunu, dedi karısı Hatice’ye.
-Tereyağı. Geçen gün komşumuz Firdevs Hanımdan ödünç almıştım bir paket. Onu vereyim dedim aklımdayken. Sonra unutur munuturum, Allah korusun. Komşuluk hakkı.
-Sorsana bana işte. Tereyağı almıştım. Hem de dört paket birden. İndirimli fiyatıyla tabi. Dolapta yer yoktu da kilere koymuştum. Dur getireyim ikisini. Bir paketti değil mi borç aldığın?
-Evet, evet. Bir paket sadece.
Kocası Ali mutfaktan çıkıp kilere giderken, Hatice mutfak balkonuna gelip evleri bitişik olan komşusu Firdevs Hanım’a seslendi. Yanıt alamadı.
Geri gelen kocasına:
-Evde yok galiba, dedi.
-Firdevs Hanım bu saatte evde olur mu karıcığım? Kızındadır o şimdi. Akşama doğru, daha doğrusu akşam da oldu ya, birazdan damadı getirip bırakır eve.
Hatice, mutfak penceresinin önünde duran plastik sürahiyi alıp, çiçeklere su vermek için mutfaktaki musluğu açıp suyla doldurmak istedi. Musluğu çevirmekte epeyce zorlandı. Parmaklarında güç yoktu. Yaşlılığını ve hastalığını düşündü.
Yaklaşık yarım saat boyunca saksılardaki çiçekleriyle ilgilendi. Her biri evin bir köşesinde duran saksılara yavaş adımlarla elinde su dolu sürahi ile gidip gelirken, her bir hastasıyla içtenlikle ilgilenen hemşire ve de doktorlara benziyordu. Her biriyle hem sohbet ediyor hem dokunup okşuyor hem de su veriyordu köklerine.
-Bir daha sesleneyim şuna. Belki gelmiştir.
-Bırak, otur artık sen. Yoruldun iyice. Ben bakarım dedi kocası.
-Aman, sen mi sesleneceksin şimdi Firdevs’e? Ben bakabilirim, merak etme, dedi.
-Ne kadar da önemsedi şimdi bu bir paket tereyağını? diye düşündü kocası kendi kendine. Neyse, bir bildiği, bir düşündüğü vardır elbet, derken içinden; karısının bu konudaki titizliğini de biliyordu aslında. Ama yine de aceleciliğine bir anlam verememişti.
-Allah Allah! Nerde kaldı bu kadın? Gelmemiş daha.
-Dert ettiğin şeye bak. Gelir birazdan. Hem yarın da veririz tereyağını. Çok mu önemli bugün veya yarın olması?
-İyi de Firdevs Hanım bu saatlere kalmazdı!
-Komşundan da haberin var yani. Saat kaçta geleceğini bile biliyorsun, dedi kocası gülümseyerek.
Ocağın üzerindeki yemeği tahta kaşıkla karıştırırken, düşüncelere dalması, kocasını daha da meraklandırdı hatta endişelendirdi. Karısını rahatsız eden, kafasına takılan bir şey var gibiydi.
Yemek boyunca sessiz kaldılar. Yemeklerini yiyip bulaşıkları da hallettikten sonra, Ali her zamanki gibi gazetesini alıp oturma odasına gitti. Televizyonu açıp sesini kıstı bir yandan televizyona göz atarken bir yandan da gazeteyi okuyordu. Karısının oturma odasına gelmediğini görünce, meraklandı. Bir ara buzdolabı kapısının açılıp kapandığını, sonra dış kapının açılıp kapandığını duyunca, kafasını sallayıp: Taktı bu kafasına, dedi kendi kendine. İlle bugün verecek borç aldığı bir paket tereyağını.
Üzgün hatta şaşkın bir ifadeyle içeriye giren karısı Hatice, koltuğa çökerken:
-Yok, yok. Firdevs Hanım bu gece kızında kalacak galiba. Baksana hâlâ gelmemiş.
-Nerden biliyorsun Hanım? Belki başka bir nedeni vardır da geç saatte gelecektir.
-Neyse işte. Gelsin de şu borcunu vereyim kadının, dedi. Sonra sessiz bir şekilde: Aman Allah korusun! dedi.
Ali, ömrünce hep karısıyla birlikte uçağa binmeyi, yabancı bir ülkeye gidip dillerini bilmedikleri insanlarla konuşmayı hayal etmişti. Oysa ne çalıştığı kurumdan aldığı maaşı buna yeterdi ne de peş peşe gelen çocukları buna olanak verdi. Ama emekli olup toplu parasını alınca, çocuklarının da rızalığını alarak, toplu parasının bir kısmıyla annelerini yani karısı Hatice’yi yanına alıp kesesine uygun bir gezi turuna katılıp Macaristan’a gitti.
Koca Tuna nehrinin iki yakasına kurulmuş, Budapeşte’de tarihi bir binadan otele dönüştürülmüş bir binada yaşamlarının en güzel beş gününü geçirdiler birlikte. Yıllarca Budapeşte’de, Tuna üzerindeki tarihi köprülerde çektirdikleri fotoğraflarına bakıp o güzel günlerini andılar.
-Hatice, karıcığım! Nedir bu bir paket borç tereyağının seni böyle düşündürmesi Allah aşkına? Bırak artık şunu. Bak senin dizi başladı. Otur izle, keyfine bak. Hem sana kahveni de yaparım.
Karısı, derin bir nefes alıp:
-Ben rahatsız olurum böyle şeylerden. İnsan borcunu zamanında vermeli. Hele de bu komşuysa. Allah bizi komşu hakkıyla bırakmasın. Kimseye borçlu kalmak istemem. Allah yazmasın.
-İyi ya işte. Sabah ola hayrola. Sabah ilk işin Firdevs Hanım’ın borcunu vermek olsun.
-Yarın kar yağacak, dedi karısı.
-Allah Allah! Bir tuhafsın sen bugün. Kar yağsa ne olur? Köyden köye mi gideceksin? Yanı başımızdaki komşumuz bu.
O gece uykuları gelip yataklarına gidinceye kadar karısı Hatice’nin bir kulağı hep dışarıda komşusu Firdevs Hanım’dan gelecek bir sesteydi. Uyumaya giderlerken kocası, böylesi soğuk havalarda, her gece olduğu gibi karısı için sıcak su torbasını hazırladı, Romatizma kremini sürdü karısının bacaklarına ve dizlerine. Yorganı üzerlerine çekerken:
-Haydi, artık uyumaya çalış. Merak etme, en geç yarın gelir Firdevs Hanım ve sen de borcunu verirsin ona. Haydi, iyi geceler Hatice’m, dedi.
O gece çok yorgun ve bitkin görünüyordu karısı. Kocasına yanıt bile veremeden gözlerini kapatıp uyumaya çalıştı.
Ali, sabah erkenden uyanmış, karısı ve kendisi için kahvaltı hazırlığına girişmişti. Çayı hazırlamış, demini tutmasını beklerken mutfak penceresinden dışarıya bakıyordu. Yaklaşık bir saat boyunca dikilip kaldı orada. Karısının uyanıp gelmesini bekliyordu.
Belli ki gece boyunca durmadan yağan kar dışarıda ne varsa her şeyi beyaz bir örtüye büründürmüştü. Balkon bile kar altındaydı.
-Beyaz bir örtü gibi, dedi kendi kendine. Haklıymışsın Hatice’m, haklı çıktın. Kar yağmış.
Gidip karısını hem kahvaltıya çağırmak hem de kar’ın yağdığını söylemek için yatak odasına girdi. Yatağın kenarına oturup karısının soğumuş elini avucuna aldı.
Karısına, Firdevs hanımı gördüğünü borç aldığı bir paket tereyağını verdiğini de, kar’ın yağdığını da duyuramadı. Ama karısının kendisini yine de duyabileceğine inanarak, onun ak saçlarını okşayıp, bembeyaz olmuş yanağına bir öpücük kondururken, minnet ve saygıyla:
-Kimseye, hiç kimseye borçlu gitmedin, karıcığım, dedi.
YORUMLAR
Hüseyin Bey ilk kez bir yazınızı okuyorum. Ama iyi ki okumuş dedim kendi kendime.. Çünkü güzel bir konuyu çok doğal, akıcı ve sürükleyici bir dille anlatmışsınız. Yaşlı karı kocanın birbirlerine davranışları mükemmeldi. Ayrıca verdiğiniz mesaj da hoştu.. Kimseye borçlu kalmamalı. Aslında bugünün işini yarına bırakmaktan hep korkanlardanım ben de.. Çünkü ertesi gün hatta bir saat sonra ne olacağı belli olmuyor hayatta..
Hüzünlüydü sonu ama mükemmel bir anlatımdı. Tebrik ediyorum. Tam puanımı verip izninizle sayfanızdan ayrılıyorum. Saygılarımla..