Ankara Üşürken
Bugün Ankara’yı sanki sıtma tutmuş. Dişleri birbirine çarpıyor çat çat. Hava titriyor. Zavallı serçeler kaçacak delik arıyor. Köşe başındaki kestaneci kocuğuna bürünmüş, başını sarıp sarmalamış, yalnızca gözleri ışıldıyor.
Seyyar Millî Piyango Bayii bayan, talih kuşu, size de çıkabilir diye bağırmıyor. Sıhhiyedeki havuzun suları kirli cam halini almış… İnsanlar vebadan kaçar gibi değişik yönlere koşar adımlarla telaşlı telaşlı yürüyorlar.
Eskiden olduğu gibi avare adımlarla yürüyen, ağırdan alan,vitrinleri seyre dalanlara rastlayamıyorsunuz. Meslek icabı zorunlu olarak sürekli dışarda çalşanların işi oldukça zor.
Ben hep söylerim. Sıcak yerler fukara memleketi. Kışlar, sıcak ve yumuşak geçtiğinden, ne kalın giysilere ne de gün yirmi dört saat yanacak sobaya ihtiyaç duyulur.
Metroya iniyorum, doğal gaz satış gişelerinin oradan geçerken gözüm takılıyor insan yığınlarına. Bakıyorum, insanlar uzun kuyruklar oluşturmuşlar. Sanırsın tüm Ankara kuyrukta. O anda aklıma, bir vakitler Türk siyasetinde rakibine hakaret etmek için “kuyruklar” tabirini kullanan hazımsız insanlar geliyor. Bu düşüncelerle metro girişine varıp biletimi çıkarıyorum. O da ne? Burda da kuyruk var. Gaz kuyruğundan kısa olması tesellim oluyor.Biletimi cihaza okutup geçiyorum.
Aşağı iniyorum yine kalabalık. İnsanlar her ne kadar sıraya girmiş gibi yapsalar da. Tren, perona yanaşınca önce binebilmek uğruna itiş kakışı göze alıyor. Kendinden önce sıraya girmişleri yok sayıyor önlerine geçip dalıyor vagona. Kendini boş koltuklardan birine atıyor. Zafer kazanmış komutan edalarında etrafa bakıyor. Kim bilir içinden neler geçiriyor. ..
Kalabalıkların peşinden ben de geçiyorum vagona. Bir kenara dikiliyorum. İnsanlar, kendi aralarında sohbet ediyorlar. Muhabbetin kahir ekseriyeti soğuk üstüne. İnceceğim durağa gelince soğuğa muhalif bir bayan sesi durağın adını anons ediyor.
Metronun, o sıcak ikliminden yeryüzüne çıkıyorum. Bıçak gibi ayaz kesiyor yolumu. Bir anlık tereddütten sonra, ivecen adımlarala eve doğru yöneliyorm.
Akşam eve avdet ediyorum,kapıyı oğlum açıyor. Bizim köroğlu henüz haneyi teşrif etmemiş. Oğlum da ekseriyetle aynı türküyü çağırıyor. Bu ne soğuk, konuşup dertleşmeler…
Soğuk ne yapsın, o da emir kulu. Kendisine ne görev verilmişse bihakkın ifa ediyor. Böyle görevine bağlı, işini hiç aksatmadan yapanlara ancak helâl olsun denir.
Gece vakti balkona çıkıp bakıyorum. Kar yağmış mı?diye. Yok . Gökyüzüne başımı kaldırıp bakıyorum hava zil gibi. Yıldızlar göz kırpıyor. Yıldızlar da üşür mü ki... Gök yüzünde yalnız yıldızlar var. Hani derler ya tıngır ayaz. Aynen öyle.
Tam da bu noktada, aklıma çıtır çıtır yanan bir soba, üstünde bakır bir demlikte kaynayan ıhlamur… Odada ıhalmur kokusu… Sobanın kenarına kıvrılmış mırıl mırıl uyuyan bir kedi geliyor.
Off diyorum, teknolojiden doksandan bir gol daha yedim . Yediğim gola mı yanayım ,üşüyen Ankara’ya mı….
Ankara,25.01.2010