5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1380
Okunma
“ÇIT YOK, YAZ SAĞANAĞINDAN BAŞKA, AKŞAM VAKTİ”
Delicesine yağan yaz yağmurundan başka bir ses duyulmuyordu içeride. Camlara, kiremitlere ve çoktan terk edilmiş köpek kulübesinin turşu tenekelerinden yapılmış çatısına çarpan her damla, yüreğinden bir şeyleri alıp götürüyordu genç kadının…
Bunca fırtınaya, kopan gürültüye rağmen annesinin korku ve endişelerinden habersiz mışıl mışıl uyuyordu kundakta sarılı bebeği. Bilseydi ki annesi böylesine korkulu ve kararsız; kundağını açar, hemen koşardı annesinin yardımına.
Her damlada biraz daha yükseliyordu suyun seviyesi. Tek katlı eski evin dış kapısının altından çoktan sızmaya başlamıştı yağmur suları. Sızmak ne ki; istila orduları gibi kaplıyordu evin her yanını. Salona, mutfağa, yatak odasına…
Ne varsa kapının altına sıkıştırdı genç kadın.
Neyi vardı ki zaten? Bir divan, bir kat yatak, iki yorgan, bir battaniye, birkaç yastık ve minder.
…
Akşam hiç de iyi başlamamıştı. Gerçi hangi akşamı düzgündü ki? Ana yok, baba yok, koca yok…
Kocaya kaçtığından beri anne babası kendine sırt çevirmiş; doğru dürüst bir işi olmayan, kendisine delicesine âşık olduğunu sandığı serseri ruhlu kocası ise evlendikten altı ay sonra sırra kadem basmış; Kader, bebeğiyle baş başa kalmıştı.
Ne bir ses, ne bir nefes…
Bir bebek, bir de kendisi.
…
Zar zor buldukları evin kirasını da ödeyemiyordu aylardır. Kocası evi terk ettiğinden beri konu komşunun yardımıyla geçiniyor, bebeğini ancak doyurabiliyordu. Çalışkan bir kadındı aslında ama kundaktaki bebeğini bırakacak kimsesi de yoktu.
Şaşkındı Kader. Şaşkın olduğu kadar ürkek, bir o kadar da korkak. Nasıl korkmasaydı ki? Daha on beş gün kadar önce, yine bir akşam vakti birden başlayan yaz sağanağı yarım saat içerisinde bütün kasabayı esir almış, birçok evi su basmış, ne yazık ki bir alt sokakta oturan kimsesiz yaşlı teyzeyi bir anda yutmuş ve bu amansız dünyadan koparıvermişti. Çok fazla tanımasa da üzülmüştü. Kendisi gibi o da yalnız bir kadındı çünkü. Ama giden gelmiyordu geri…
Odanın içinde hızla yükselmeye devam ediyordu sular. Dışarı çıkmasına da olanak yoktu. Sel suları önüne kattığını götürüyordu bilinmeyene. İnsanı uçuran fırtınayı söylemeye gerek bile yoktu. Böyle bir havada nasıl dışarı çıkabilirdi? Kendisi çıksa, bebeğini çıkaramazdı. Hastalıktan yeni kurtulmuş bebeğini tekrar hasta edemezdi. Kaderine razı olup evde bekleyecekti yağmurun dinmesini. Başka çaresi yoktu.
Bulduğu ne varsa yatağın üzerine koydu Kader. Yorgan, battaniye, yastık, minder…
Biraz olsun yükselmişti yatak. Bebeğini en yüksek yere yatırdı. Halen uyuyan bebeğine sevgiyle baktı. İç geçirdi. Solgun yanaklarından süzülen birkaç damla yaş odaya dolan sel sularına karıştı.
Ne komşuları ne de başka bir kimse. Ruhu bile duymuyordu kimsenin bu olanları. Duysalar da ne yapabileceklerdi ki zaten. Herkes kendi canının derdindeydi.
…
Bildiği duaları tekrar tekrar okuyup Allah’a yalvarmaktan ve beklemekten başka bir şey gelmiyordu elinden Kader’in.
Melekler gibi uyuyan bebeğinin yüzüne bir daha baktı. Eğildi, tüm benliğiyle kokladı, öptü.
Yavaşça yanına uzandı...
…
Çıt yoktu…
Yaz sağanağından başka…
Vakit akşamdı…
Günay Özdemir
06 Kasım 2010 merSİNop