Ne Cumhuriyet Bayramı Ama!..
Her tarafta et kokusu var ama bugün herkes mutlu, neşeli ve sükûndu. Varoş mahallesinin sakinleri ayaktaydı. Çocukları ise ellerinde naylon torbalarıyla kapı kapı para peşindeydi. Seyrekte olsa koyunun “ Ne olur beni öldürmeyin” diyen acıklı melemesi ortalığı inletiyordu.
Sabah sofrası her zamankinden farklıydı. Domates yerinde yoktu ama peynir, zeytin ve diğer çeşniler masayı donatmıştı. Salatalık ise ilk kez ekürüsünden uzakta kalmanın acısıyla yalnızdı. Evin dört çocuğunun en büyüğü ilkokul sekizinci sınıfa gidiyordu. Çocuklar akşamdan yataklarının başucuna koydukları elbiseleriyle sabahı zor ettiler. Sofrada başka bir heyecan vardı. Baba ise dışarıda Kurban kesme telaşındaydı. Neyse ki kurbanı kesmek uzun sürmeden beyaz atlet, çizgili pijaması ve elindeki tepsiyle birlikte doğrudan mutfağa girdi. Salonda bekleyen çocuklarına kapının ucunda gülümsedi. Çocukların gözleri ışıl ışıldı. Evin en büyük oğlu Ahmet “Bu bayram babamız bakalım ne kadar para verecek?” dediğinde ilkokul altıya giden kardeşi; “ Babamın durumu ne ki ne versin?” diye yanıt verdiğinde evin hanımıda mutfakta harıl harıl bayram hazırlığı içindeydi. Eşinin çabucak kestiği kurbanı çoktan fırına atıp çocuklarına seslendi;” Evlatlarım, dayanın birazdan kurbanlığımız sofranızda” dediğinde radyodaki oyun havaları da bayrama neşe katmaya devam ediyordu… Çocuklar heyecanlıydı. Uzun süre bekledikleri kurban etiyle tanışacaklardı. İlkokula henüz yeni başlayan evin en küçük oğlu açlığa dayanamadan sofradakileri tatmaya başladığında annesi içeriden seslendi; “ Çocuklar hazır mısınız? İki dakikanız kaldı” dediğinde babada sofrada çocuklarıyla birlikteydi. Anne elindeki geniş tepsiyle içeriye girdi. Çocuklar hep birlikte alkış tutmaya başladığında kurbanlıkta sofradaki yerini almıştı. Evin ortanca kızının dudağı bükük mırıldandı; “ Ama bu tavuk!..” sözü sofradakilerin suratını germişti. Baba ortamı yumuşatmak adına söze girdi; “ Çocuklar ülkemizde artık küçük ve büyükbaş hayvan kalmadı. Bizimde tavuk kesmekten başka çaremiz kalmadı. Baksanıza en zengin komşularımız bile başka ülkeden getirdiği koyunu yedi kişi kesti. Bu tavuğu bulduğumuza şükredelim zira gelecek bayramlarda bunu bile zor bulacağız.” Dediğinde tavuktan çıkan dumanlar odaya yayılmaya devam ediyordu…
Bu yazımda sizlere 2050 yılından bir Kurban Bayramı manzarasını kurgusal sundum. Evet, “Bayram” demek, neşe, huzur, barış ve mutluluk demektir. Cumhuriyet Bayramı’nı kutladık. Hep birlikte tek yürek miydik? Gözlerimiz yaşlı ve duygusal mıydı? Yoksa kafamızda soru işaretleriyle tedirgin miydik? Üst erkânı hep birlikte seyrettik. Aralarında birlik ve beraberlik var mıydı? Yoktu.. Muhalefet; “ Ben halkın arasında olacağım, Cumhurbaşkanı eşinin türbanıyla ilgisi yok. İsteyen milletvekilim de gidebilir özgürdür.” diyerek Cumhurbaşkanlığı resepsiyonuna katılmadı. Askerler ise onlarda kendi resepsiyonlarını düzenlediğini ilan ederek katılmadı. Başbakan’ın eşi Emine Hanım ise Başbakan Erdoğan’ı köşke yalnız gönderdi. Küs olan küs olana bir Cumhuriyet Bayramını geçirdik. Bakın aslında bu ortamı ABD Senatörü Lugar nasıl özetliyor; Türkiye’nin siyasi dönemden geçtiğini ve ülkede laiklik ile din konuları arasında çatışma yaşandığını ve bu konunun henüz çözümlenmediğini söylüyor. Evet, adı konmamış didişmenin sonuçlarını resepsiyonlardaki ayrılıklarda gördük… Kısacası “Ilımlı İslam” modelini ülkemize kim sundu? Tabii ki Amerika. Bu bağlamda “Ilımlı Islam” ile kastedilen nedir? Emperyalizmle uyumlu dini rejim yani Emperyalizmle işbirliği içinde olan, onun çıkar ve amaçlarına hizmet ederken kitleleri dinsel propaganda ile peşinden sürükleyen rejim.
Birkaç sözde gündemdeki önemli gelişmelere;
Konya’nın Selçuklu Belediyesi tarafından yaptırılan “Emekliler Lokali Sakinleri”ne “Yaşlılık ve Beslenme” konulu seminer verilmiş. Bence paranın başındaki hükümet yetkililerine de “Emekliler Az Ücretle Nasıl Geçinsinler” semineri verilirse daha yerinde olur…
Gelelim Deniz Feneri Davası’na.. Bu davada Türkiye ayağını yürüten savcılar iki aydır Almanya’ya gidiş onayı beklediğinden görevlerini yapamıyorlar. Bürokrasinin hızlandığıyla övünen hükümet, harcırahı yoksa seçim sonrasına mı sarkıtmak istiyor.
Bu arada Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun kardeşi TRT’ye yayın ve yapım görevlisi olarak resmen atandı. Buradan kendisini tebrik ederim! Çok çalışırsa TRT Genel Müdür makamına bile hızla atanır!
AKP “Neden %42 yi alamadık” diye birçok ili kapsayan anket düzenlemiş. Böyle araştırmalar güzel… Öncelikle %58 “Evet” oyu verenlerin eğitim ve kültürel düzeyleri, kadın ve erkek eşitliğine verdikleri önem, gazete ve kitap okuma oranları yanı sıra eğlence düzeyleri gibi sosyolojik durumları incelendiğinde işte o zaman neden %42’nin “Hayır” dediği daha kolay anlaşılacaktır. Buna göre önlemler alındığında, zaten Cumhuriyet Bayramları birlik ve beraberlik içinde muhalefetin, ordunun ve hükümetin katılımıyla gülümseyen yüzlerle Cumhurbaşkanlığı resepsiyonuyla birlikte dışarıdaki halkın havai fişekli ve coşkulu kutlamalarıyla gerçekleşecektir…
Siz ne dersiniz?
Sevgilerimle…
Ertuğrul Erdoğan
31 Ekim 2010/Bursa
YORUMLAR
yine klasik millet ve demokrasi hazımsızlığı içeren ,çapsız ve karın ağrıtan bir yazı..siz bunu hep yapıyorsunuz..ama okuyan yok....