- 626 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
PAZARCI AYHAN !(3)
İlk zamanlar memuriyetliği ile pazarcılığını kıyaslıyordu. Memuriyetliğinde risk yoktu. Devletin verdiği belirli bir miktar paraya göre yaşamını ayarladığın takdirde geçinip gidiyordun.”Geçinemiyom !” diyenlere inanmayacaktın. Nasıl geçim olmuyordu? Böyle diyenlere oldum olası kızmıştı zaten. Kendisi gül gibi geçinip gitmişti ya onca yıl. Ömründe bir defa tatile gitmedi.Çift maaşlı olan arkadaşları denize sıfır tatil beldelerinde taksitle tatil yaparlarken;o ise “aman evin kirasını zamanında ödemeye çalışayım” diye yirmi günlük(on yıla kadar memur olanlar için) tatilinde inşaatlarda çalıştı.
Memuriyetliğinde yarın ne yapacağım kaygısı yoktu. Yapılacak iş belliydi zaten.
” İş olmayan işi yapmak.”
Sabah sekizi bir saniye bile geçirmeden dairede olup imza defterini imzalamak,sonra varsa odana çekilmek(kalabalık dairelerde bu imkanı da bulma şansın yok)Masana oturup,dosyaları yalandan karıştırmak.İç huzura kavuşmak için bir şeyler karalamak,notlar çıkarmak.
Eğer günlerden pazartesi ise bir gün öncesi olan maçların kritiğini hararetli bir şekilde yapmak. Takımların antörelerinden tut da futbolcusunun aşk yaşamlarına dek ince elekten geçirmek.
Aradan iki saat geçtikten sonra zile basıp gelen odacıya:
"Sana zahmet olacak ama demli bir çay söyler misin? "demek
Eğer müdür, herhangi bir nedenle makamına çağırmışsa, ceketinin düğmelerini ilikleyerek, itaatkar bir memur edasıyla,makama koşmak…
En güzel tarafı da sıfır risk olması.
“Battım,çıktım,iflas ettim,öldüm,bittim!” Gibi insanın içini kemiren kelimeleri ağzına bile almazsın. Aldığın aylıkla ne yapacağın bellidir zaten. Ne kadar fiyakalı görünsen de zaten sen damgayı baştan yemişsin :
“gravatlı memur!”
Pazarcı Ayhan, farklı bir Ayhan olmaya doğru gidiyordu ya. Gerçekten de öyle.Maziyi buruk bir şekilde hatırlasa da ne yazık ki;yaşamının kırk üçünden sonra açılan sayfasında hiç ummadığı şeylerle karşılaşmaya başlayınca neye uğradığını şaşırdı.
Bu şeyler; adını belirleyemediği nesnelerin içerisi tehlike kokan “risklerdi.”
Dışarıda yaşamanın oldukça zor ve kıvrak zeka gerektirdiğini anlamaya başlamıştı.
Pazarcı olmanın tek raconu;
”kazanmaktı.”
Müşterinin taleplerine göre onlara tezgahında satılacak malları arz edecektin. Ekonominin kuralları işlemeye başlıyordu burada.
Bunlar neydi:
1-Duygusallıktan uzaklaşacaksın:
Memuriyetliğinde bir arkadaşının, bir vatandaşın, ya da bir komşusunun derdini çok rahatlıkla önyargısız dinlerdi. Onlara çözüm getiremese de en azından dinlemek suretiyle dertlerini paylaşırdı. Yani risksiz bir paylaşım.
Ama gel gör ki pazarda tam tersi olmaya başlamıştı. Yanına yaklaşan, kendisiyle konuşan adamı farklı kategoride değerlendiriyordu.
“ Acaba bu adam beni nasıl çarpacak. Veresiye mi teklif edecek.”
Bu kuşkular içerisinde karşısındaki kişiyle konuşurken incelemeye alıyordu beyninde.Yani empati kurarak. Eğer alacağı malla ilgilenmeden bülbül gibi şakırdıyorsa,tehlikeliydi. Bir de söylediğin fiyatı hemen kabul ettiyse, yandın demektir.Sana söyleyeceği konuşma bellidir.
"Şu beş lirayı al.Geri kalanını da haftaya vereyim.Ben,şu karşı sitede oturuyorum canım. Bir de referans göstermeye başlar.”İnanmıyorsan beni falan esnaftan sor” diye.
2-Satılacak malı çok iyi bileceksin.
Saman pazarında ya da İstanbul’da Merter, Zeytinburnu, Mahmutpaşa gibi yerlerde tezgahına koyacağın malı almak için tazı gibi koşturuyorsun.
Toptancı, acemi bir çaylak olduğunu hemen gözünden anlar. Deposunda satamadığı tampon mallarını,senin kucağına yıkmak için laf cambazlığı yapmaya başlar.
“ Bu gördüğün mallar var ya,yok satıyor,dinime, imanıma.Hele bir otur,dinlen.Karnın açsa yemek ısmarlayalım.Ya da uzak yerden gelmişsin;soğuk,sıcak ne içersin.”
Ayhan, bu tip oyunların birkaç kez kurbanı oldu. Sonra da kendi kendisini sorguladı:
“ Ya bu toptancı milleti, benim gibi her gün pazarlarda halkla karşı karşıya gelmediği halde nasıl bilsin satılacak malları? Demek ki bu da bir taktik.Bu taktiğin tersini yapmakta fayda var “ diye düşünmeye başladı.
Velhasıl pazarcı Ayhan için riskler, iki ritüelden ibaret değildi. Devam ediyordu.
Yeni bir üniversiteye başlamıştı. Adı:
“Hayat Üniversitesi”
Öğretmenleri de halktı.
DEVAM EDECEK!
YORUMLAR
En iyi diplomayı veren Üniversitede o üniversite. Yalnız baştaki memur tişplemelerine kısmen katılacağım. Biliyorsunuz ben de memurum. Bu anlattıklarınız bazı kurumlar için geçerli değil. 1- Agliye 2- Maliye 3- Emniyet 4- S.S.K. bunların dışında dediğiniz rahatlık olabilir. Ötle zamanlar oluyor ki, hiç dinlenemeden çalıştığımız oluyor. Bu kısma katılmıyorum sadece. Şu da var ki ; ben her zaman kıymetini bilmeye çalıştım işimin. Çünkü, bana verilen maaşta, tüyü bitmedik yetimin hakkı var ve çalışmadığım takdirde ben onların hakkını gasp ediyorum demektir. Esnaflığı da bu yaz eşimin sayesinde yaşadım. Bir akşam tezgahı açtık. İzin alıp yanına gitmiştik. Saay 9 oldu, geceleri çalışıyporlardı . Siftah yok. Ağladım ağlayacağım. Zor dedim esnaflık o zaman. Tebrikler Ayhan Bey. Selamlar. Güzeldi yine her zamanki gibi...
Ayhan Bey büyük bir ilgiyle okuyorum öykünüzü. Harika bir anlatım ve üslup. Hayata bakış açınız, prensipler, dersler hepsi mükemmel. Tebrik ediyorum. Saygı ve selamlarımla. 10 puan az sizin yazılarınıza.
(Ben de bir dipnot geçmek istedim memuriyet konusunda... Her dönem yoğundum ama teknolojinin ve elemanın olmadığı ilk on yılımda eşim ve ben aynı kurumda ama farklı şubelerdeydik. İkimizin gece nöbetleri ve akşam-hafta sonu mesailerimiz olurdu. Çocuklarımın bazı günler yüzünü inanın göremezdim. Severek memuriyet yaptım ama çok ağırdı mesailerimiz. Nermin'e katılıyorum. Kuruma göre değişebilir. )
Aysel AKSÜMER tarafından 10/31/2010 1:23:05 AM zamanında düzenlenmiştir.