- 909 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
CUMHURİYET BAYRAMINI KUTLAYALIM
Giderek erozyona uğratılan Cumhuriyet değerlerimiz ve giderek ona sahip olmak heyecan ve coşkusunun değişen renkleri.
Hani alın terimizi nasıl döktüğümüzü bilerek kazandığımız cebimizdeki son kuruş paraya sahip olabilmek dürtüsü ile gün geçtikçe bir hüzün ve kaybetme korkusunun açıktan gelen dalgalarına karşı korumacı duvarlarımızı oluşturmak. Bu nedenledir ki bugün Cumhuriyetimizin kuruluş yıldönümünü bir bayram değil savunma ve koruma mekanizmalarının harekete geçişi olarak yaşıyoruz.
Emperyalizmin ülkemiz ve coğrafyamız üzerindeki kara çarşaflı tezgâhlarına, terör özelliklerini aşıp, oluşmamış alt yapısı ile karakteri bozuk bir savaş süreci yaşayan ve yaşatan PKK’ya, şehitlerimize yakarışlarımıza ve elimizde bayrak sokaklara, meydanlara koşmamızın nedeni işte bu savunma ve koruma içgüdümüzün beynimize çuvaldız batırarak yaptığı uyarıdır. Elbet gene geçen yıl, ondan on yıl önce, yirmi yıl önce ve daha eskisinin fondaki alışılmış görüntülerini gözlerimize indirilmeye çalışılan perdelerin üzerine asarak.
Ama kabul etmiyor gibi görünmeye çalışsak, bunu böyle söyleyenlere kızsak bile hepimiz biliyoruz ki şekil ve görüntünün tahlil raporunda ne yazık ki aynen böyle yazıyor…
İçimizde hala merak eden var mı bilmiyorum, devlet erkânının artık külfetten saydıkları ama ne olur-ne olmaz düşüncesinden hareketle Büyük Atatürk’ün huzuruna yapacakları ziyarette mesela Cumhurbaşkanı’nın, bir önceki ziyaretinden farklı olarak Anıtkabir özel ziyaret defterine neler yazacağı…
* * *
Bugün Cumhuriyet Bayramı…
Büyük Atatürk’ün gençliğe hitabesinin muhatapları olan “ey Türk gençliği” nden belki sayıları parmakla sayılacak kadar az kişi kaldı aramızda yaşayan. O yükselen yeni nesil; ellerindeki vasiyet belgesini, beyin kıvrımlarına ve yüreklerine özenle ve silinmeyecek şekilde işleyerek belki de Cumhuriyete karşı en büyük görev ve sorumluluklarını da yerine getirerek demokrasiyi tanıttılar bu ülkeye. Ümmet olmaktan halk olmaya gidecek yolun taşlarını döşediler. Bizler de daha çarıklarımızın tozuyla yürümeye çalıştığımız o yollarda, terlerimizi üretime, çağdaşlaşmaya, demokrasi gereği özgürlük ve insan hakları için verilecek uğraşlara döküp “muasır medeniyet” çıtasını yakalamak için sıçrama tahtasının bir ucuna göz dikmeden önce zamanın başbakanı ağzından “beyler siz isterseniz hilafeti bile geri getirirsiniz” söylemine tanıklık ettik. Hem de kutsal TBMM çatısı altında.
İdeolojik ve siyasi kamplaşmalar, bölünmeler de gene bu dönemlerin hazımsızlık tanılı hastalıkları olarak künyemize işlendi. Gene aynı dönemler ve sonrasının devirdiğimiz her takvim yılında farklı reçeteli özellikleri ile.
Alt yapısı ve sınıf bilinci bizden çok daha gelişmiş koskoca Sovyet İmparatorluğunun bile varlığını sürdürebilmek için ancak seksen yıl dayanabildiği yüzyılımız tarihinin sayfaları içinde biz yarınla ilgili beklentiler ve umutlarımızda sıfır noktasında değilsek ve içimizdeki coşku hala bir şekilde ve bir yerlerde kendini gösterebiliyorsa bunun da tek nedeni; duvarlardaki resimleri, meydanlardaki heykelleri birilerinin gözlerini fazla rahatsız eden, adını “baş yasalar” dan çıkartmak için eveleyip geveledikleri o büyük önder ve Başkomutan ATATÜRK’ tür.
Bugün Cumhuriyet Bayramı… (bir gazimizin sözlerinden alıntı ile) Çanakkale ’de boşalan siperleri bugün gene doldurmaya hazır olanlar olarak, Atatürk’ün ve onun kurduğu cumhuriyetin çocukları olarak bayramımızı ATATÜRK için ve ona yaşadığımız tüm bu acı ve olumsuzlukları hissettirmemek için kutlayalım.
Onun adına kutlayalım.
Cevat Çeştepe
YORUMLAR
Zamanında yetişip yazamadığım için herhalde beni bağışlarsınız değerli dost sayın Çeştepe.
Zaman yetmiyor, onun hızlı akışına ulaşmak mümkün değil; yakalayabildiğimiz kadarına şükrediyoruz yine de.
Aslında, CUIMHURİYETİMİZ, DEVRİMLERİMİZ, ATATÜRKÜMÜZ hakkında söylenmesi gerekenlerin özlü ve önemli olanlarını o güzel anlatımınızla söylemişsiniz.
Bilirsiniz devrimlere yoğun saldırılar, onu etkisiz kılma eylemleri 1950 yılı mayıs ayıyla başlar. Hiç unutmam o yılın mayıs ayı sonlarında olan olayı. Köyümüzün harika bir halk evi vardı. Tavana kadar olan dolap raflarında çok çeşitli değerli kitaplar doluydu. Dünya ve maarif klasiklerinin ön sözlerinde, çok net ve düzgün yazılarla İnönü nün ve H.A. Yücelin önsözleri yazılıydı. Yanız "Bucak" olan köyümüz değil, Bucak'a bağlı onlarca köyün halkı da yararlanırdı, bu hem halkevi, hem de kütüphane olan güzel yapıdan.
Kir- pas ve çamur içindeki yaylı saman arabaları halkevinin önüne gelmişti. İçeride kitap okuyan insanlara, "Her şeyi olduğu yerde bırakıp dışarı çıkın" diyen yıpranmış fötr şapkaları kulaklarına kadar düşen adımlar "Hadi derhal terk edin burayı boşaltacağız" naraları ile, güzelim kitapları saman arabalarına rastgele, son derce özensiz doldurmaya başladılar.
İlk okul öğretmenim, karakol başçavuşu da koşarcasına gelmişlerdi. Neden halkevini boşalttıklarını sordular öfkeyle. Köstekli saatinin gümüş zinciri sallanan adam onlara bir kağıt uzattı. Hükümet kararıymış, bütün bölgeye hitap edebilecek bir sağlık ocağı yapımına en uygun yer, bu halkevi binasıymış. Hiç kimsenin itirazı dinlenmeden, nadide kitaplar toz tabarlara bulanıyor, rastgele sağa sola saçılıyordu. Ben, öğretmenin ve başgedikli Hakkı bey toplayabildiğimiz kadar bir kısım kitapları kurtarabildik. Karakola, ilk okuluma ve bazılarını da bizim ahırdaki bir odaya taşıdık.
Hele bir "Türkiye derleme sözlüğü" adında büyük boy, karton ciltli bir kitap vardı ki, onu hiç unutamam. Sanırım 20 -30 ciltlik, O günkü Türkiye nin bütün bölge ve vilayetlerinin lehçelerini kapsıyordu.
Rahmetli Prof .Dr. Cemal Mıhçıoğlu nun babası olan öğretmenim Fehmi Mıhçıoğlu nun göz yaşlarını, başgedikli Hakkı beyin teessür dolu kızgınlığını, köylülerin korku ve dehşet içinde olanları izlediklerini hiç unutamam.
DP nin ilk icraatı, Türkçe okunan ezanı Arapça okutmaya, halkevlerini ve kütüphanelerini, köy Enstitülerini acilen kapatmaya başlamasıydı. Ben bunu CUMHURİYETE, ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİNE vurulan ilk darbeler olarak kabul ederim. Çünkü bu davranışlar geriye dönük CUMHURİYET devrimleriyle hesaplaşmanın ilk ip uçlarıydı. İşte Türk aydını bunu bilip anlamalı, "SU UYUR DÜŞMAN UYUMAZ" düsturunu hep aklında tutmalıydı. Maalesef bunun yapılmadığını, yapılamadığını bugün çok daha acı bir şekilde anlıyoruz.
1950 den bu güne kadar, CUMHURİYET rejimini savunanlar, hiç bir zamanda etkin ve yetkin hükümet olup, ülke yönetiminde ağırlıklarını hissettiremediler. Daha doğrusu buna izin verilmedi. Türk aydını da, bu çirkin politik oyunları bozup, geriye gidişi durduracak kararlı ve cesur tedbirleri alamadılar. Ordu çıkışlı iyi niyetli bazı ihtilal hareketleri de, bezirgan saray politikacıları tarafından yozlaştırılarak, amaçlarına ulaşamadan etkisiz kılındı, hatta geri dönüp bir silah gibi, güzide ve hayati öneme haiz kurumlarımızı vurmaya başladı. Hepsinin, her şeyin sebebi aydın sorumsuzluğu, dalgınlığı, çekingenliği ve devrim stratejisine uygun ATATÜRK, cesareti ve akılcılığının kullanılmamasıdır.
BU NEDENLE BU GÜN YAŞANANLARIN HİÇBİRİSİ SÜRPRİZ DEĞİLDİR. FAŞİZMİN, YOBAZLIĞIN, VAHŞİ KAPİTALİZMİN VE YIKICI EMPERYALİZMİN AYAK SESLERİ TEE... 1950 LERDE DUYULMUŞ VE YANKILANMIŞTI, değerli dost sayın Çeştepe. Bakalım bundan sonra neler yapılacak, daha neler göreceğiz? Gördüğüm kadarıyla uyuşukluk, görmezlik ve çekingenlikler, gerçeği gizlemeler, her gün biraz daha yoğunlaşmakta.
Sonsuz sevgiler, esenlik ve mutluluk dolu günler diliyorum değerli dost, sayın Çeştepe size.
Kemal Polat
kempol tarafından 11/15/2010 12:28:50 AM zamanında düzenlenmiştir.
Şiirlerinizi hep takip ederim Cevat Bey...
AmA ilk defa bir yazınızı okudum; iyi ki okumuşum dedim...
Paralel çizgilerde aynı fikirleri paylaşıyor olmak onurlandırdı beni...
Cesur kaleminiz eksik olmasın...
Tebriklerim ve saygımla...
uzungemici
Doğru bakıp, gördüklerimizi doğru algılayabiliyorsak elbette aynı paralelde olmamız gerekir... Sadece bizlerin değil bu ülkede yaşayan herkesin...
Ama ne yazık ki....
Tekrar teşekkür, saygı ve sevgilerimle .........