- 1484 Okunma
- 6 Yorum
- 3 Beğeni
EKİM'LERE YÜRÜMEK...
Hep bir hüzün yumağıdır sonbahar ayları; önce eylül gelir döktüğü nice yaprakla… Doğanın rengi dönerken sarıya, herkeste acımasız bir sorgulama başlar yakın-uzak geçmişe dair… Gözler buğulu, eller titrek, yürek bitkindir hep biraz… Böylece ekime döneriz yüzümüzü; hicaz makamından yeni çıkan yorgun bedenlerin silkinme ayıdır ekim; yıllar önce ekilen en güzel tohumun; Cumhuriyet’in bereketli toprağıdır çünkü…
29. Ekim. 1923… Bir ulusun küllerinden doğarak yeniden ete kemiğe büründüğü tarih… Kendi öz değerleriyle bütünleştirerek üzerine giyip yakıştırdığı en güzel elbise… İçine girdiği andan itibaren göz kamaştırmaya başlayan Türk milleti; önce tüm ilginin, sonra da düşmanlığın ve emperyal arzuların mihenk taşı olmaya başlamıştır. Tarihimiz bu düşmanlığın birçok göstergesiyle doludur.
Yüce Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, tüm tehlikeleri önceden sezmiş; bu nedenle bizleri defalarca kez türlü şekillerde uyarmıştır; Gençliğe Hitabe ve Bursa Nutku, bunlardan sadece ikisi… Bu sözleri bilip doğru anlayanlar bugün her şeyin farkındadır. İçinde bulunduğumuz durumun vahametini kavramak ve bu durumu tersine çevirmek gayretinde olmak, sadece ekim aylarına özgü bir eylem tarzı olduğu sürece; Cumhuriyet’e ve onun getirdiği özgürlüklere sahip çıkmamız gerektiğini hatırladığımız tek tarih sadece 29. Ekimler olduğu sürece; bırakın yerinde saymayı; birilerinin ekmeğine yağ sürmeye devam ederiz ancak…
Türklük bilinci; önce sahip olduğun milli değerlerin farkında olmakla başlar; o değerlere her ne olursa olsun sahip çıkmaya çalışmakla devam eder. Son yıllarda bu yol çok çetin, evet, ama maharet burada işte; yollar dikenliyken ne kadar ilerleyebildiğindir asıl mesele… Yoluna çıkanları nasıl bertaraf edebildiğin ve davana ne denli sarıldığınla ölçülür içindeki cevher… Bu yolda ilerlerken Yüce Önder’in ‘’Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.’’ sözünü unutmayacak, seni yolundan döndürmeye çalışanlara zerre kadar aldırmayacaksın! Çünkü; ‘’Türk milleti istiklalsiz yaşayamamıştır, yaşayamaz, yaşamayacaktır!’’(M. K. Atatürk).
Cumhuriyet, insanca yaşamanın tek yoludur. İnsanî değerleri yücelten, kulluğa ve köleliğe izin vermeyen onurlu yaşam tarzının adıdır cumhuriyet. Bu nedenledir ki Yüce Atatürk, çok sevdiği ve güvendiği milletine ancak ve ancak bu yönetim şeklini yakıştırmış ve armağan etmiştir. Onun korunması konusunda da en çok gençlere güvenerek, onları birtakım görevler konusunda pek çok defa telkin etmiş ve uyarmıştır; bunu yaparken ne denli ileri görüşlü olduğunu göstermesi bakımından şu sözü çok değerlidir:
‘’Gelecek nesillerin Türkiye’de cumhuriyetin ilan günü, ona en merhametsizce hücûm edenlerin başında, ‘cumhuriyetçiyim’ iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını farz etmeyiniz! Bilakis; Türkiye’nin münevver ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakikî zihniyetlerini tahlil ve tespitte hiç de tereddüte düşmeyeceklerdir.’’
Bugün yaşadığımız gerçeklerle ne kadar örtüşüyor değil mi? İçinde bulunduğumuz şu günlerde Cumhuriyet’e, Atatürk ilke ve devrimlerine en çok ihanet edenlerin başında, en Atatürkçü görünen riyakâr alçakların bulunduğunu görüyoruz; biz bunlara ‘’salon Atatürkçüsü’’ diyoruz! Cumhuriyet ve Türk milleti, yıllar boyunca en çok bu salon Atatürkçüleri tarafından aldatılmış ve ihanete uğramıştır. Bu vahim tabloyu değiştirmek, ancak ve ancak, Kemalizm’i doğru anlayıp özümseyen, bu yolda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayacak olan gerçek vatanseverlerin elindedir.
Gerçek vatansever, ulusunun çıkarlarını ve milli değerlerini her şeyin üzerinde tutar. Bu yolda korku nedir bilmez; zira korkunun teslim olmakla eşdeğer olduğunu bilir ve bir an bile umutsuzluğa kapılmaz. Atatürk ilke ve inkılâplarına sahip çıkmak adına her türlü savaşa hazır şekilde beklerken; gerek eylemleri, gerekse kalemi ve fikirleriyle mücadelesini ortaya koyar.
Gerçek bir savaşçı; vefasızlığa, nankörlüğe ve ihanetin her türlüsüne göğsünü gere gere karşı koymasını bilir. Ulusunun ve vatan toprağının değerini canıyla bile ölçmeye kalkmaz; çünkü bunlar her türlü değerin üzerindedir.
Tüm olumsuzluklara rağmen, Cumhuriyet’in ilân edilişinin 87. yılını kutluyoruz. Bu yıl da tüm arzumuz; bize yakışır şekilde; tam bağımsız bir ülkede, misâk-ı millî sınırları içerisinde, emperyal pençelerden uzak yaşamak… Kendi toprağımızda, tamamen bize ait değerlerle Kemalist ve aydın fikirli nice çocuklar, torunlar yetiştirebilmek… Ancak bu takdirde özgür olabiliriz ve cumhuriyet ruhuna uygun şekilde yaşayabiliriz… Ancak bu takdirde Yüce Atatürk’e ve bu aziz topraklara lâyık olabiliriz…
Onurlu ve insanca yaşamaya başlamamızın 87. yılında, herkesi, namusuna biraz daha sahip çıkmaya davet ediyoruz. Kendini bu toprakların evlâdı kabul eden herkesin icabet edeceğine yürekten inanarak…
Özlem Tarhan YAĞCIOĞLU
YORUMLAR
Tüm türev devletler, insanlar gibidirler.. ölümlü oluyorlar.
Doğup, yükselip, durağanlaşıp, sonuç itibariyle düşüşe geçip yıkılıyorlar.
Ölmeyeni yıkılmayanı yok.. belki majeskül ya da miniskül hale evrileni olabiliyor; belirsiz ve belgisiz bir dönemi var.. evrilim, tabi bu arada evrim olmuyor, belirtmiş oluyorum.
Aralarında önemli nüans farkı var.
Bir başka tespit ve hatta tespitten öte, akla gelen tüm devlet felsefe ve biçemlerinde tarih-toplumsal yasa haliyle, bu durum hep varlığını ortaya koyuyor.
Yani teritoryal olarak (sınırlı bir toprağı, dünya sahnesinde sınıflı bir kaç tür toplumsallığı, en fazlasıyla da göreceli-kendine özgün üretim biçimlerini yenileştirebildiği oranda yaşam süresi artıp-azalan bir siyasi ve idari mekanizmadan söz ediyoruz.
Devrim ve yenilenme yaşanamadıysa, bunun re'storasyon ve re'organizasyonu bile yapılamıyor, yasadır...
Malum ekibin sevdiği "lisan-ı mücib" ile söylersem; "fasit daire akimiyeti"yledir.
Devrime mi, henüz gelemiyoruz.. onunda tür ve zorunlu-gerekirci aşamalanması var.
Ve siyasi-idari güç olarak, mutlaka (biraz gecikmeli de olsa) durağanlaşma, ufalma illiyet ve zorunluğuna tabi bir siyasi-soyolojik çerçeve içinde devamı düşünülebiliniyor.
O zaman soru/n şu oluyor...
Birinci Paylaşım Savaşı sonrası, Osmanlı'dan siyasi ve toplumsal olarak malum ekibin fetişi olan idari hal-i pür melâliyle tarihe ve ne geriye ne kalmıştır?
Soruyu, emperyal kapitalizm, sömürgeleşme ve devletin son durum ve konumlanmasını (ortak kavramlarla) tespit amaçlı sormuş oluyorum.
Ha ben mutlaka bliliyorum.. ama bu neo Osmanist ve İslamist ekip Balfour, Sykes-Picot, Mondros-Sevr dizgesinde neresini farklı bir tarih, imparatoryal görüp- anlatılıyor, bunu tarih ve toplum bilimsel nasıl temellendiriyor?
Ya da kısaca eleştirel buluyor.
Onu merak etmek açısından sormuş oluyorum.
Esenlikle...
Göktürkmen tarafından 5/27/2016 2:09:16 PM zamanında düzenlenmiştir.
Cumhuriyet elbisesini diken terzi ya acemi imis, ya da aceleci ve zorlu..Diktigi ve zorla giydirdigi elbise " halkin" uzerine oylesine dar gelmis ki, 90 sene dolmadan her yerinden sokulup dokuluyor, baksaniza..!
Aslinda Cumhuriyet elbisesinin 2. Mesrutiyet'in eskilerinden devsirilmis oldugunu kabul etmenin zamani coktan geldi geciyor..Yeni elbiseyi halk, ergec kendi ustaligi-acemiligi cercevesinde bicip dikecek ve yirtik-sokuk ayibini ortmesini bilecektir..Resmi tarih tezleriyle kafayi bulanlar bunu iyi bellemeli..
Biraz da Mete Tuncay ve Stefanos Yerasimos'dan okuyun lutfen!
Mesela: "Asilacak cocugunu babasina sectirdiler.."http://www.internethaber.com/asilacak-oglunu-babasina-sectirdiler-234523h.htm
Volkan70 tarafından 5/18/2016 6:46:19 AM zamanında düzenlenmiştir.
Bir arkadaş teşekkürler öğretmenim demiş ya, aynısından. Sonra ekim yazılarını kurcalarken, önümüzdeki bayramı kim nasıl yormuş yordamış derken bulduğum bir yazınız. Şiir tarzındaki yazılara nazaran az yorum alması, hele de böylesi bir konuyu işlemişken, bilemedim ne desem. Kutladım her kelimesine katılarak, dahil olarak.
Özlem Tarhan
Elbette ki atalarımız da onurlu yaşamışlardı; ama Cumhuriyetin getirdiği yenilik ve haklarla kıyaslanamaz bence...
O cümle cumhuriyeti yüceltmek adına sarfedilmiş bir cümleydi; yoksa daha öncesiyle ilgili bir problem yok..
Ama siz de biliyorsunuz ki; cumhuriyetten önceki yıllar savaş dönemiydi; ben sadece bunu kast ettim...
Tartışmaya açık bir yazı olduğunu sanmıyorum; ne demek istediğim çok açık çünkü...
Teşekkür ederim...