Arkadaş'ım
- "Bana bunu yapmalarına izin verme lütfen, yalvarırım sana"
- "Ama buna ben engel olamam kuralları biliyordun"
- "Hani biz birdik, ölenle ölünecek, kalanla kalınacaktı"
- "Efdal, lütfen! beni anlamağa çalış,"
Efdal, olduğu yerde büyük bir heyecan ve şaşkınlık buhranı geçiriyordu. Ama bunun sebebi sadece arkadaşından duyduğu sözler değildi. Vücudunun en küçük zerresi dahi ona gördüğü son güneşin bu günkü olduğunu haykırıyordu. Ağzında söylemek istediği bir kaç kelimesi daha vardı ama çıkmıyordu. Birbirinden ayrık olan önde ki iki dişinin arasına sıkışmıştı sanki kelimeler. Kafasını içi yaptığı hatanın binlerce farklı açıdan görüntüleri ile doluydu. O kocaman elleri, gemi halatı kalınlığındaki parmakları öyle titriyordu ki yere dokunsa zelzele olurdu.
Efdal, rüzgarsız bir günde sarı bir yaprağın yere düşmesi gibi usulca kendini taşların serinliğine bıraktı. Arkadaşı ona sadece bakıyordu. Küçük, mercan gözleri özlem, sevgi ve acımayla karışık duygu selinin yoğunluğuna dayanamayarak, belli olmayacak kadar az sulanmıştı. Burnu odanın içinde ki sessizliğin enteresan kokusunu benimsemeğe çalışıyor. Burun delikleri hızla daralıp genişliyordu. Böyle durumlarda en az çakal carlos kadar zekice davranabilen bu çocuk, arkadaşı Efdal’in ayaklarının dibinde bir deli gibi yere sarılmasından mıdır, bir türlü beyninin içinde ki minik hücreleri hareketlendiremiyordu. Ne söylediğini bilmeden yalnızca bir şeyler söylemek, konuşmak zorunda olduğu hissine kapılarak dudaklarını hareketlendirdi;
- "Efdal! ayağa kalk!" dedi, ve bir nefeslik süre sonrasında devam etti;
- "Ayağa kalk ve sakince düşünüp bir çıkar yol bulalım"
Efdal, şaşkınlık ve sevinçle suratını arkadaşına çevirdi ;
- "Yani bana yardım mı edeceksin ?"
- "Bilmiyorum, belki, ama yeter ki kalk böyle yapma"
Hızla ayağa kalkan Efdal’in gözleri yeni açmağa başlayan bir gül gibi kırmızılaşmıştı. Suratında, uykudan uyanıp yeni bir güne, yepyeni bir hayata başlamanın sevinci okunuyordu. Artık küçükte olsa bir umudu vardı. Çünki arkadaşına, kendinden ve hayattan daha çok güveniyor, ölümden daha çok inanıyordu.
Efdal, arkadaşı’nın omuzlarını hala titremekte olan elleri ile tuttu ve hızla kendine yaklaştırıp sımsıkı sarıldı. Onu içine, kalbinin yanına oturtmak istercesine sıkı sıkıya sarıldı. O kadar kendinden geçmişti ki artık ne hayatı ne ölümü düşünebiliyordu. Aklında, zihninde ve her hücresinde sadece arkadaşı vardı. Sonunda ölüm, cennet hatta cehennemde olsa yalnız olmadığını, arkadaşının asla onu bırakmayacağını biliyordu. Ve ağzından akan kanları arkadaşının göğsüne sürerek aheste aheste az önce sarıldığı taşlara doğru düştü.
(bir paragraf öncesi, arkadaşı)
Aklını yitirmiş bir deli gibi vücudunu saran Efdal’e ne söyleyeceğine nasıl bir tepki vereceğine hala karar veremeyen arkadaşı nedenini bilmediği değişik bir mutluluğa yelken açtığını hissediyordu. Hüzünle dolan suratı bir yılanın deri değiştirmesi gibi kalıp değiştiriyor, neşeyle dolmağa başlıyordu. Arkadaşı Efdal’in bu anlamsız mutluluğuna öyle dalmıştı ki kapının açıldığını içeriye sayılamayacak kadar çok adamın girdiğini ve silahlarını çıkartıp onlara doğrulttuğunu, tok bir kurşun sesi ile yenice fark etmişti. Ama artık bunun bir faydası yoktu çünki Efdal’in o papatya bahçesine benzeyen suratı solmağa başlamış, dev cüssesi yere yığılmıştı bile ..
Mustafa Yadigar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.