DİN KÜLTÜRÜ 2
DİN KÜLTÜRÜ 2
Geçen hafta “din kültürü ve Alevilik” diye bir yazı yazdık…
Olur, olmaz tepkiler aldım…
Okuryazar olan alevi arkadaşlarımdan aldığım tepki beni gerçekten,
Ziyadesiyle memnun etti…
Hatta biraz şımarttı…
Diğer tepkilerden kale alınacak bir şey yok zaten…
O, ne anlarmış?
Ona neymiş?
Felan filen sıradan şeyler…
Ama bir şeyi ifade etmeden geçemeyeceğim:
Ben din konusunu okurken,
Kuranı ezberlerken, hatta anlamını öğrenirken,
İslam fıkhını tüm detaylarıyla öğrenmeye çalışırken…
Ona ne diyenler.
O gün ve hala abdest almasını bilmediklerinden eminim.
İlk defa bu konuda mütevazı olmayacağım…
Bu hani o meşhur değim var ya.
“Faşizan” bir hareketten başka bir şey değil…
Kendisi gibi olmayanı, kendisi gibi düşünmeyeni hazmedememektir…
En büyük hoşgörüsüzlüktür.
Cehalettir…
Fukaralıktır…
Neyse ya olumlu tepkilerin gazıyla geçen haftadan devam etme niyetindeyim…
Kimin ne dediği umurumda bile değil…
Zaten bende kimse için yazmadım…
Birileri beğensin.
Birileri kızsın diye.
Gündem o gün öyleydi…
Bende bütün samimiyetimle görüşlerimi yazdım o kadar…
Din, insan için gelmiştir; bir amaç değil, araçtır.
Amaç, insanın en iyi şekilde insanlığını gerçekleştirmesi, gerçek saadeti hak etmesidir
Dinin amaç değil, insan için araç niteliği taşıdığını gösteren en açık kanıt, Kur’ân’ın kendisini takdim ediş tarzıdır.
Kur’ân, ne ilimler ansiklopedisi,
Ne kanunlar kitabı
Ne de bir anayasadır.
Kur’ân, "öğüt", "rahmet ve şifa kaynağıdır… Hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayıran "furkân"dır.
Hz. Peygamber, Allah katından almış olduğu vahiyle insanları uyarmıştır;
Yani Kur’ân bir uyarıcıdır…
Din istismarını önleyebilmenin en kestirme yolu, insanların din konusunda, en azından doğru düşünmelerine yetecek kadar doğru bilgi sahibi olmalarını sağlamaktan geçmektedir…
Dinin insan hayatına anlam kazandırmak için var olduğunu bilen, Kur’an’ın insanı, doğru bilgi ile özgürleştirdiğini fark eden bir insan, ne başkalarının dini duygularını sömürmeye kalkar; ne de kendi duygularının istismar edilmesine izin verir.
Öte yandan, Müslüman kültüründe, din-siyaset, din-hukuk, din-devlet ilişkisi, tarih boyunca hep sorunlu olmuş; egemenliği elinde bulunduranlar, egemenliklerini sürdürebilmek için dini acımasızca kullanmaktan hiç geri durmamışlardır.
Asırlarca devam eden “Hilafet” tecrübesi, hilafetin, dolayısıyla siyasetin din gibi algılanmasına yol açmış; hatta, böyle bir gelenek oluşmuştur…
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersleri, laikliği, hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi, kadın erkek eşitliğini temel alması söz konusu problemli konularda, sağlıklı yeni açılımların gerçekleştirilmesi hedeflemelidir…
İslam, bilimsel yöntemlerle anlaşıldığı ve anlatıldığı zaman, İslam’ın siyasi meseleleri insana bıraktığı, hukukun sosyal değişmelere paralel olarak insanlar tarafından üretileceği; İslam’ın adaletin sağlanmasını istediği kolayca görülebilecektir…
Bu durum, sağlıklı bir demokrasi kültürü oluşturulmasını kolaylaştıracak hususların başında gelmektedir…
Açıkça ifade etmek gerekirse, günümüz Müslüman’ının din anlayışını şekillendiren geçmiştir…
Geçmişi anlayamayan ve sağlıklı bir şekilde değerlendiremeyen kimseler, onu olduğu gibi geleceğe taşımak isterler. Bunun mümkün olamayacağı açıktır…
İslâm mezhepleri, on dört asırlık birikimin en çok yoğunlaştığı çizgileri bünyesinde taşımaktadır. İslâm düşünce ekolleri olan mezhepleri iyi anladığımız zaman, hangi noktalarda başarılı, hangi noktalarda başarısız olunduğunu görür, gelecekteki din anlayışımızı bu birikimden yararlanarak daha sağlıklı hale getirebiliriz
Kanaatime göre, görüş ayrılıklarının kurumlaşmasının esas sebeplerinden birisi, Kur’ân’la sıcak diyalogun kaybolması ve insanların ya sadece sevap kazanmak için, ya da görüşlerine meşruiyet kazandırabilmek için Kur’ân’a müracaat etme ihtiyacı hissetmeleridir…
Müslümanların, Kur’ân’a rağmen, uzlaşmaz kamplara ayrılmaları, bilmeye, anlamaya dayalı bir ayrılık değildir…
Bilen insanların uzlaşmaları, her zaman daha kolay olur; eğer işin içine enaniyet ve çıkarlar girmezse. Hele bu insanlar, Kur’ân’a inanan insanlarsa, Kur’ân’ın terbiye tekniği, kurumlaşmayı önleyici ortak zemini her zaman sağlar…
Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar, “başka Türkiye Olmadığı”nın bilincinde olan insanları, tarihi yeniden okumaya sürüklemektedir. Dinî nitelikli görüş ayrılıklarının temelinde, çıkarlar ve siyasî çatışmalar yatmaktadır. Tarihi yeniden okuduğumuz zaman, bu görüş ayrılıklarının geleceğe taşınmasının pek de anlamlı olmadığını fark etmekte gecikmeyeceğiz…
Artık, İslâm dinine, Mezhepler ve gruplar üstü bir çizgide, vahyi ve aklı ön plana alarak yaklaşmanın zamanı gelmiştir. Bir insanın Müslüman olması için, herhangi bir mezhebe, tarikata mensup olması gerekmez. Hz. Muhammed’in sağlığında ne mezhep, ne de tarikat vardı. Allah’a, öldükten sonra dirilmeye (ahiret) ve Hz. Muhammed’in peygamber olduğuna inanan her insan, Müslüman dır ve İslam dairesi içindedir…
Tabi Müslüman olmakla her şey bitmiyor…
Birde Müslümanlığın gerektirdiği vecibeler var…
İnşallah onları da daha sonra yazabilme şansımız olur…