- 1240 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Hanımın Şalvarı
Hanımın homurdana homurdana söylenmesine katlanamam artık. Uyku uyumanın imkanı da kalmadı anlaşılan. İt çenesi yemiş sanki ha bire söylenip duruyor. Hiç mi bunun çenesi yorulmuyor Allah’ım? Ne günah işledim de bu cadaloz karıyı başıma bela olarak sardın.
Bir hışımla kalktım sıcak yatağımdan. Uyusun zıbarısıca. Neymiş efendim, el alem her gün tarlada çalışırken ben akşama kadar evde pinekliyormuşum. Ne çift ne çubuk bildiğim yokmuş. Elime saban değmezmiş, hatta öküzleri koşmayı bile beceremezmişim. Sanki benim işlerimi başkaları görüyor soyha. Bi de utanmadan kocasına;
- Senin eksiğin iki sambağıyla bir bukağı demez mi. İnsanın katil olmaması işten bile değil. Sen kendine bak, kart karı. Benden başka senin şu dırdırını kim çeker acaba. Ama göstereceğim gününü. Çift sürmek nasıl olurmuş gör. Sen de o arsız komşularımda.
Öküzleri yedeğime aldım ay ışığında söylene söylene yola koyuldum.
. Ay tepsi gibi, bulutsuz gökyüzünde sanki bana gülüyor gibi geldi. Hadi dedim kendi kendime. Bir de bunu çıkarma. Öküzler de sanki benim sıkıntımı anlamışlarcasına aheste aheste yedeğimde ilerliyorlar. Başka zaman bunları böyle görmek hemen hemen imkansızdır.
Hele şu benekli yok mu. İnat mı inat. Ha benim avrat, ha bu. Bazen hangisinin daha inat olduğu konusunda ben bile kararsız kalırım.
Tarlaya vardığımda hemen koşumları hazırladım. Gel de sambağı ve bukağı ne demekmiş sana öğreteyim uğursuz karı. Ne vardı şu serinlikte beni yollara düşürecek. Sanki güz geldi. Sana ne ellerin tarlasından, tapanından. Elle yarışacak halde miyim ben. Bana ne o kavatlardan. Sanki arkalarından kovalayan var. Daha ekinler biçilir biçilmez sürmeye başlıyorlar tarlaları. Bu da bizim avradı kudurtuyor.
Neyse ben işime bakayım. Ho, ho hadi benekli, hadi kocoğlan ho. Bereket kimseler
Yok ortalıkta. Gelsin de görsün dürzüler çift nasıl sürülürmüş. Yok efendim benim elim yatkın değilmiş köy işine, yok şehirli gibi yaşamak istiyormuşum, yok köye yeni adetler getiriyor, yeni yetmelere kötü örnek oluyormuşum. Daha neler neler. Çok ta umurumda söyledikleriniz. Keşke siz de benim gibi olabilseniz. Tilki uzanamadığı üzüme koruk dermiş.
Ho, ho, hadi bre uğursuz hayvanlar, ho.
Aslında düşünüyorum da bazen haklı da olabilirler. Olmadık şapşallıklar da yapmıyorum değil. Çoğu kez onlara kızsam da yalnız kaldığımda ben bile gülüyorum kendi yaptıklarıma. Hele o düve işi yok mu? Bırak kendi köyümüzü civar bütün köylere malamat oldum. O günkü utancımı kelimelerle anlatmam imkansız. Hani;
Hanım bu Pazar kasabadan sana güzel bir düve alacağım dediğimde nasıl da sevindirik olmuştu garibim. Beni güzelce donatmış ilk defa avlu dışındaki geniş kanatlı kapıya kadar uğurlamıştı. Kasabaya vardığım gibi hemen hayvan pazarına koştum tabii ki. Şöyle göz ucuyla kısa bir incelemeden sonra gözüme kestirdiğim bir düve için sıkı bir pazarlık yaptıktan sonra ödemeyi yaptım ve izimin üzerinden hemen köyün yolunu tuttum. Hani kırk yılda bir hanımın gönlünü yapacaktım güya. – gönülsüz kalır inşallah. O kadar insanın içinde bana demediğini bırakmadı. Yol uzun, hava sıcak ve bunaltıcı. Ama olsun razıyım buna. Köylü de bir düve görsün. Hanım kostaklana kostaklana havasını atsın diğer soyhalara.
Köye gelmek üzereyim, kendime biraz daha çeki düzen verdim. Sekiz köşe şapkamın önünü biraz kaldırıp yana yatırdım. Havam yerinde tabii. Olsun o kadar. Çift kanatlı kapı gıcırdayarak açıldı. Sanki gelişimi duyurmak istercesine.
- Döndü diye seslendim,
Döndü benim hanım. Dönmez olaydı. Çocuklarla birlikte dışarıya fırladılar. Çocuklar nasıl da şendi. Çığlık çığlığa. Bir an Döndü’nün put gibi kala kaldığını hissettim. Bir iki cadaloz komşu karıları da avludan içeri girmişlerdi o sıra. Ben aval aval hanımın haline bakarken;
- tüüü , üstüne mi çekeceğin seni edepsiz herif, utanmaz, arlanmaz, sen de kuş kadar da mı akıl yok bu ne demez mi.
Ben hala aval aval bakınıyorum etrafa, bir şey anlamadım ne tükrükten, ne söylenenlerden. Bir ara benim hanım ağlamaya başladı.
- Sen beni cümle aleme rezil etmek için mi dünyaya geldin arsız herif, sen uslanmayacak mısın? İnsan koca tosunu düve diye utanmadan çeke çeke getirir mi?
- Ne dedim, ne tosunu, ne, ne,
- O an aklıma geldi koca hayvanın arka bacaklarının arasına bakmak. Gördüğüm şey inanılır gibi değildi. Ben düve diye koca bir tosunu alıp gelmiştim köye. Artık köyün dilindeydim. Günlerce, haftalarca bu konuşuldu diyebilirim köyde. İki kişi kendi aralarında gülümsese kendime yorardım. Neyse unutulmasa da epey dillerde dolaştık o zamanlar.
- Ha unutmadan o sırada bir de şiir düzdüler benim bu halime. Güya okumuş adam. Öğretmen olacak. Sana mı kalmış benim halim. Ne var ki şiir yazacak. Ne diyordu bir yerinde:
Hani düve diye koca tosunu
Sana yedirdiler yeşil yosunu
Döndü teyzem alacaktı usunu
Hedefi bulmadı el Osman ağa.
Tövbe ki yalan, bir kere Döndü bana el kaldırmaz. Hele el alemin içinde asla. Bu Hacıömer Ağanın oğlu Mustafa’nın uydurması. Tövbe, tövbe.
Neyse, geçen geçti gitti. Unutulmadı ama gündemden düştü diyelim. Ho, ho,
Artık güneş doğmak üzere. Uzaktan köylüler görünmeye başladı bile. Tasını tarağını toplayan tarlaya hücum ediyor. Görün işte soyhalar. Ali Osman çift sürer miymiş, süremez miymiş, size ders olsun.
- Ne o hergelen bana aptal aptal bakıyor, dönüyor bidaha bakıyor, salak mı bunlar. Ha görmediler ya beni uzun zamandır, çiftte çubukta. Görün ula işte, bakın bakabileceğiniz kadar, dönüp dönüp bakın dürzüler, ta ki boynunuz kırılıncaya kadar.
- Ama bir tuhaflık seziyorum sanki, bu bakışlardan huylandım doğrusu. İnsan bu kadar mı meraklı olur canım. Hem bakıyorsunuz hiç olmazsa kıs kıs gülmeyin bari. Sanki ayı oynatıyoruz burada.
- Bana ne bakarsa baksınlar. Sen işine bak oğlum Ali Osman. Hadi yvrularım ho, ho,
- Bir ara benim arsız karıyı görür gibi oldum. Nasıl bir telaş içinde sormayın. Hiç böyle çabuk görmemiştim onu. Öküzleri durdurdum, sabana yaslandım merakla bekliyorum. Kollarını iki yana sallaya sallaya geliyor. Suratını çok iyi seçemiyorum ama sanki söylemek istediği bir şeyler var. El hareketlerinden de bir şey anlamadım doğrusu. Zaten yoruldum gelsin soyha karı. Hem biraz da nefeslenirim bu arada diye aklımdan geçirdim.
- Ali Osman çok yakışmış maşallah, maşallah diyen komşuya ters ters baktım. Normal zaman olsa cevap verirdim ama canım istemedi doğrusu. Bu arada Döndü de tarlanın baş tarafına gelmişti. Kesekli tarlada, keseklerin üstünden atlaya atlaya yanıma kadar geldi, hiç böyle görmemiştim onu. Ne oldu demeye kalmadan kolumdan tuttuğu gibi yere serdi beni. Aslında boş bulunmuştum, yoksa öyle kolay kolay beni alt edemezdi doğrusu.
- Yürüyün lan sizde, ayı mı oynatıyoruz, siz kendinize bakın diye tarlanın kenarında dikilip bizi izleyenleri de bir güzel haşladı. Hala ne olduğunu anlamamıştım.
- Yüzüne baktım kıpkırmızı, nefes nefese, konuşmak için beklemesi gerek, göğsü körük gibi inip kalkıyor. Bense aval aval olan bitenleri anlamaya çalışırken doğrulmaya niyetlendim ama sert bir hareketle kalkmamamı sağladı.
- Vay benim başıma daha neler getireceksin densiz herif, şu kılığına bakmaz mısın sen der demez kendime yukardan aşağı bir göz attım, başımdan kaynar sular döküldü birden. Nutkum tutuldu. O an komşuların niye dönüp dönüp bana baktıklarını anladım tabii.
- O uğursuz saatte kalktığım gibi şalvarımı giydim, öküzleri alıp yola koyuldum. Giymez olaydım, gelmez olaydım, bu günü nasıl unuturum, ben unutsam döndü nasıl unutur, ya köylüler. Ah benim divane başım. Ah sersem Ali Osman.
- Sen git kalkar kalkmaz Döndü’nün şalvarını giy, çift sürmeye git. Tabii ay ışığında farkına varmadım. Herkes gördü, hala kıs kıs güldüklerini hissediyorum. Yıllar geçti de üzerinden de unutulmadı gitti bizim hanımın şalvarını giyinmem. O gün bu gündür aklıma geldikçe soğuk soğuk terlediğimi hissederim.
Akçatoprak 27/12/2010
YORUMLAR
selam...güne güzel bir öykü okuyarak başlamak istedim bu sabah...ve sizin sayfa çıktı tasadüfen...ben öyle pek gülmeyi filan sevmemmm..ama....ilk defa kahkaha atarak güldümmm...halada gülüyorumm ..ve güzel eserinizi tebrik ediyorum kaleminiz elinizdendüşmesin.tekrar selam güller diyarından