mektup-2
savurduğu savunulan o ’bir deli rüzgar’ bizi de vurdu..
senin suçun yok, bu aptallık benim.
belki bıkmıştın monotonluğundan. hayatın ’sıkıcılığından’.
susamıştım zaten uzun zamandır uzak kaldıklarıma... daha bir sürü neden bulabilirdim senli dair yaşadıklarıma kılıf olarak. bu kadarı yeterli sanırım.
özür dilerim kendimden -ki hiç sevmem özür dilemeyi. ne de olsa bay ’asi’ ye terstir geri basmak. gereklidir zira yeri geldiğinde.
ve de sevmiyorum yaşadığımdan ötürü yapmam gereken savunmaları. yine neyse. kısa cümlelerçok bile kendi tanımıma.
diledim, çünkü sormadım işte bu sefer. hiç düşünmedim hatta görünen sulietin ardında olabilecekleri.
köklerin sabitlediği temellerini.
koparılamayacakları. bazen insan asla, asla kopmamalı ayak bağı olduklarını sandıklarından.
bağsız yosun olmayı tercih etsem de.. tamamen kişisel.
bir tür ’itilitarizm’ di bizimkisi de aslında. sen bir şeyleri yeniden yaşamak istedin. _’sen’ hitaplarını da sevmem aslında gerekmese_ daha önceleri tatmadığını iddia ettiğin.
ben; ... neyse. uzatmayayım.
faydalanmaydı yani bizimkisi kulağa hoş gelmese de anlamı derin. duygu tatmini tabiri.
felsefeye ait ne kadar terim varsa bir karşılık bulabilirdim şu kısacık ’duruma’ ben tarafımdan bakınca belki ’biz de’ ama aşkın felsefesi yoktu ki. tıpkı savunduğun başka felsefesiz durumlar gibi. nasıl gelirse öyle yaşanırdı o sadece.
sanki rüzgar gibi işte. esip bir anda tüm şehre dağılması gibi. kasıp kavurması, baştan inşa edilesi edecek kadar..
say ki içgüdüsel tamamen. damladığı kabın şeklini alan su, düştüğü yerde yayılan ateş.
fizik kurallarıyla paralel belki.
ama biliyordum.
sen+ben= bir ’biz’ edemiyorduk. belki ediyorduk da işlemde hata vardı ki biraz kalabalık kalıyorduk.
Aşk nedir biliyor musun?
neyi hissederse yüzünden belli eden şirin, kırılgan bir çocuktur. içinde beslediğin.
bazen ise tam tersi. tuzaklar kuran kendi kendine ilerleyen bir mekanizma. önüne çıkan her yüreği öğüten bir değirmen.
kaderini kendi yazan.
O, bil ki virüs misali bişey. ağır kaçtı kimi kulağa bilirim.
yani; hem herşey hem hiç bir şey. tanıtamayan tanımlar barındıran...bir titremeyle tüm bedenini titreten bir telefon. ne çare ki arayan yalnış adreste.
o, tanımlayamadığın, yersiz yere hakkında kelimeler harcadığın..kurmaya çalıştığın derme çatma cümleleri daha imali bitmeden sarfettiğin.. kurcalayıp durduğun bir sır.
her an yıkılabilecek izlenimi veren demir bir papatya.
boynu bükük!
vadesi dolduğu halde alışkanlığı devam eden efsunlu koku. ölüme değin süre, sürükleyen belki...
daha bir sürü şey olan. hiç bir şey..
neyse c.i.. bu sadece bilmem kaçıncı kez tekrarlanacak olan son veda... bedeninde can bulan aşktan kalan. belki de iyi geceler öpücüğü benzetmesi..
kabul etsen de... etmesen de... neyse..
payıma düşen hep aynı şehir oluyor... nedense!
geride ’bir hasretlik yüzün ve bir de içindeki hüzün kaldı’ elimde bu seferde...
sana dair yazılmış bir yazı...
gülden***den...
6ekim’07_