- 1037 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
KORKUSUZ SELİM (39)
Selim, garsonun getirdiği tabağa bol bahşiş bırakarak hesabı ödedi. Garson, tabağı masadan alırken göz ucuyla bırakılan bahşişin miktarına bakıyordu.Gizli bir sevinç ve içsel bir konuşmayla;
“Helal olsun bu mafya babasına!” demekten kendisini alamadı.Gayri ihtiyari,karşılarında eğilip neredeyse iki büklüm olacaktı.
- Başka bir emriniz var mı efendim?
- Bol köpüklü iki kahve !
- Emriniz olur, efendim.
Garson, masadan ayrılmıştı ki; Selim, birden irkildi! Bakışları, lokantanın dışında siyah arabadan inenlerin üzerinde odaklandı. Altı kişiydiler. İkisini hemen tanıdı. Orhan ve Bekir’i. Tilki Kerim’in adamlarıydı. Diğer dört kişi de onun adamları olmalı diye düşündü. Allah Allah bu da neyin nesiydi böyle! Şimdi bu adamların ne işi vardı burada? Hem de kendisinin bulunduğu mekanda.”Baskına mı uğrayacağım yoksa!” diye bir an tereddütte kaldı.
Genellikle böyle yerlerde otururken; sırtını duvara dayar, yüzünü giriş kapısına doğru çevirirdi.Şimdi öyle konumdaydı. Bir nevi ; gelebilecek tehlikeye karşı tedbir alırdı. Bütün mafya babalarının hep böyle yaptığını biliyordu.
Arabadan inen adamların hareketlerinde her hangi bir agresiflik yoktu. Buna sevindi. Kendisi için özel gelinmediği belliydi. Yine de tedbirli ve soğukkanlı olmak gerekiyordu. Ama hepsinin de silahlı olduklarını bilmek için kahin olmaya gerek yoktu. Bu alemde silah en büyük ve güvenilir dostu. Her şeyden önce; o, geliyordu. Onsuz hiçbir şey olmuyordu.
Adamlar, içeriye girdiklerinde kesinlikle tanınacağını adı gibi biliyordu. Orhan ve Bekir’in gözünden kesinlikle kaçmazdı.İlk anda silahların acımasızca konuşacağını düşündü. Ne yapmalıydı? Belki adamlar,içeriye girer girmez hepsinin leşini lokantaya sererdi sermesine ama.Belki kör kurşunlardan biri,sevgilisinin canını alıp,pisi pisine ölmesine neden olabilirdi.
Bu da kendisi için ölümden de beter demekti.Kendisini yaşama sarmaşık gibi bağlayan sevgilisinin ölmesine asla razı olamazdı, hesaplaştığı özel bir kavganın sonucunda.
Böyle anlarda zekasının kıvraklığını devreye sokardı,elekrtikler kesildikten sonra jeneratörün devreye girmesi gibi. Tehlike, içeriye girip karşısına gelmeden başının çaresine bakmalıydı. Zamanla yarışıyordu. Masanın üzerinde duran peruğa gözleri takıldı. Hemen peruğu alıp başına yerleştirdi, gözlükleri de gözüne.
Aylin, bir şeylerin döndüğünü hissetti ama neler olduğunu anlayamadı:
- Bak, yine çocuklaştın. Çıkar şu başındakini Allah aşkına. Seni doğal halinle görmek istiyorum.
Selim, karşısındaki sevgilisine doğru iyice eğildi:
- Dinle sevgilim! Şu anda düşmanlarım içeriye girmek üzereler. Sen de hiç bozuntuya verme. Buradan bir hengame çıkmadan sağ salim ayrılalım. Olmaz mı?
- Şaka yapmıyorsun değil mi?
- Geriye dönüp bak bakalım, dışarıdaki adamların vaziyetlerine! Şaka yapılacak bir tarafları var mı?
Aylin, işin ciddiyetini kavramakta gecikmedi. Aynı zamanda karşısındaki sevgilisinin de , belalı bir mafya babası olduğunu şimdi anlamış oldu. İşin ciddiyeti ortadaydı ne yazık ki!
- Peki! dedi sessizce.
Korkmuştu da.Belki de bir silahlı çatışma çıkacak,bir sürü insan ölecekti.Bu arada karamboldan sevgilisi Selim’in ölmesini asla kabul edemezdi.Bu,onun için yıkım demekti.Aşkını içerisine kazımıştı bir kez.Söküp atmak imkansızdı.Şimdi oluşabilecek eylemler karşısında heyecanlanmış,ayakları zangır zangır titremeye başlamıştı.
Garson, bol köpüklü kahvelerin servisini yaptı:
- Afiyet olsun efendim!
Korkusuz,soğukkanlı bir şekilde:
- Teşekkürler canım!
Garsonun gözleri, lokantanın içerisine yeni giren müşterilerin üzerine takıldı. Birden ürperdi. Bunlar yer altı dünyasının adamlarıydı. Biraz öncesi köpüklü kahveyi götürdüğü kişinin de korkusuz bir mafya adamı olduğunu sezinliyordu az çok…
“ Eyvah, şimdi burası kan gölüne dönerse yandım! Onun da ayakları zangır zangır titremeye başladı.
- Buyurun efendim, buyurun ağabeylerim!Lokantamıza hoş geldiniz?
Adamlar, hiçbir şey söylemeden sağ köşedeki uzun masaya oturdular. Garson, karşılarında el pençe divan :
- Emriniz efendim!
Orhan, yanındaki adamlarına doğru:
“Ne arzu edersiniz ?”
Suskun kaldılar,”sen bilirsin dercesine.”
- Adam başı,İkişer porsiyon Adana kebap. Bol acılı olsun. Salata, tatlılar.Ayrıca;iki büyük rakı.
-Emredersiniz efendim!
Garson,elindeki kağıda siparişleri yazdı.
Selim, tam karşısında oturan Tilki Kerim’in adamlarını inceden inceye süzmeye devam ediyordu. Gözleri oradaydı. Kendine has bütün tedbirleri almakta gecikmedi. Belinin her iki tarafındaki silahlar hazır bekliyordu. İçeriye girerlerken namluya mermi sürmüş, emniyet mandalını da açmıştı. En kritik anda hızlı davranıp parmağın tetiğe gitmesi kafiydi. Şimdi beklemek lazımdı. Gereksiz yere panik yapmanın alemi yoktu.
Kahveleri içip bitirmişler, fincanları ters çevirmişlerdi. Fincanın dibindeki kahvenin aşağıya doğru sızmasından sonra;Selim,espriyle:
- Hadi bakalım, fala bakmanın zamanı geldi. Önce ben senin falına; sonra da sen, benim falıma bakarsın, olmaz mı?
- Peki canım!
Selim, elindeki fincanı sağa sola çevirdi:
- Bak sevgilim, bu gördüğün çizgi var ya sana uzun bir yol yapacağını yani seyahate çıkacağını gösteriyor. Şurada küçük küçük parlayan noktacıklar da;çok para kazanacağını ve zengin olacağının kanıtı.Bak, bak!Burada gördüğün kalp biçimi ise ölümsüz bir aşka düşeceğinin işareti.
- Hani, nerede ya?
İyice Selim’in omzuna doğru eğildi.
- İşte canım, burası şu gördüğün kalp değil mi?
Aylin, iyice baktı, fincanın içerisine. Kalbe benzer bir şekil görememişti ama iş olsun diye.
- Evet şimdi gördüm, kalbi, dedi.
- Nerede kalmıştım? Ha! Aşktan bahsediyordum değil mi? Seni deli gibi seven bir adamla evlenip yuva kuracak ve çoluk çocuğa karışıp ömür boyu mutlu olacaksınız, birlikte… Bu şanlı erkek kim derseniz? Konuşmasının orasında birden sustu.Aylin de kendini fala öyle kaptırmıştı ki:
- Kimmiş o erkek?
Selim, biraz suskun kaldı.Aylin meraktan çatlayacaktı sanki.Gözleri,Selim’in üzerindeydi.
Selim:
- Karşınızda efendim.
İkisi birlikte kahkaha attılar. Kahkaha, sanki Tilki Kerim’in adamlarına karşı sahnede oynanan bir komediydi.
DEVAM EDECEK!