"Sadece bir kedi" değildi...
Bu gün öğrendim.
Sonu hala öğrenemediğim bir kavgaya girmişsin. Daha doğrusu haince bir kavganın ortasına düşmüşsün. Aralarına alıp hırpalamışlar seni. Ne denli bir hırpalamaymış bilemiyorum. Kim bilir ne kadar çaresiz kaldın. Ve kim bilir sen onlarla tek başına mücadele etmeye çalışırken ben ne yapıyordum? Kaç kişiyle mutlu olamıyordum. Hala kulaklarımda komşunun anlatması:
“geçen gece gördüm onu. Üç beş kişi sarmıştı etrafını bağrışıyorlardı. Ben bağırdım ama anlamadılar, dinlemediler işte…”
Sahiden… ben ne saçma sapan işlerle uğraşıyordum acaba? Neden o gören ben olmadım?! Sen dışarıdayken her sese endişelenip balkona koşan ben; neden duymamıştım onların gürültüsünü?! Sahiden neden?
“Paranoyak bir özlem bu…Evhamlı da üstelik. Şimdi aramıyorsam köşe bucak seni, bulacaklarımdan korktuğumdandır”.
Nereye kadar gidecek böyle bilmiyorum. Ve kimseyi de sevemiyorum. Seni hatırlatan hiçbir sesi duymak istemiyorum. Sen değilsin biliyorum. Hiçbir yakarış da istemiyorum. Ben sadece vicdanımı susturmak için ona yardım ediyorum. Ama inan görmek dahi istemiyorum. Seni göremeyeceksem eğer kapımı açtığımda her sabah; bundan sonra hiçbir canlıyı göremeyeyim diyorum. O kadar alışmışım ki senli başlayan sabahlara. İnsan her şeye alışır derler. Fakat istemediği durumlara uzun süre yabancı kalır. Ve sensizliğe olabildiğince yabancıyım. Göz alabildiğince de yalnız. Yalan bu duyduklarım, gördüklerim! Ben ayrı telden çalıyorum, çevremdekiler ayrı. Ben de bu dünyanın parçası mıyım?
Canlılar aynı dönemlerde, aynı anda yaşasalar da öldükleri zamanlar ayrıymış. Kimine 50 kimine 70 yıl ömür biçilmiş. Ve saat çerçevesinin içindeki ibreler gibiymişiz. Ayrı hızlarda, ayrı görüntüde, ayrı ağırlıkta olmamıza rağmen, bazı saatlerde üst üste geliyoruz işte. Aynı anı yaşıyoruz. Sanırım ben akrebi temsil ediyorum bu çerçevede… herkesin ömrü 12 saat… sen 12’de misin? Bu çerçeve gittikçe sıkıştırıyor beni. Yelkovan ümitlerimi kovuyor, yokluğunda…
Peki 12’ye geldiğimde? Orada beni bekliyor olacak mısın, binlerce saniye içinde? Hepsi bir devir yapıp orada duruyor. Sana doğru ilerlerken üzerime basıyorlar. En çok da sarı olanları acıtıyor. Beyaz, siyah, gri… en çok da sarı…
“Pazartesi’den beri Uras yok. Ona ne oldu bilmiyorum.
Daha kaç gün geçecek onu da bilmiyorum. Elimden bir şey gelmiyor. Ve çok üzülüyorum. Bunun sebebini annem olarak görüyorum. ‘Daha kış gelmedi’ diyerek, onu içeri almamakla belki artık bütün kışlarımı onsuz geçirmeme sebep olacak! Ve diğer mevsimlerimi de! 6 Ekim (2004) Sarman Bagi’min ölüm yıldönümü. Beş senelik onsuzluktan sonra altıncı sene de anca başka kedilere ısınmaya başlamışken ve bu sadece Uras olmuşken… Şimdi de Uras yok… bu gün 3 Ekim…
Eylül ve Ekim… Artık neden beni sevmiyorlar?! Ben onları severken, beklerken, şiirler yazarken… neden? Düşman ediyorlar kendilerine. Sevdiklerimi alıyorlar benden. Kedilere bakarken içim acıyor. Sanırım uzun bir süre kedileri sevemeyeceğim. Çünkü her gördüğümde… Bir, Bagi’nin yerde, gözleri açık ve donuk, küçük patileri hareketsiz yatışı… Bir de Uras’ın beni gördüğünde gözlerime bakarak yanıma koşuşu gözümün önüne geliyor. Bunlar başkalarına göre normal ve basit şeyler olabilir. Mesela annemin “insanlar ölüyor kızım, bir kedi için…” diye başlayan cümleleri var… Bence insan ya da hayvan fark etmez. Sen onunla yaşamaya alışıyorsan ve onu seviyorsan ve o canlı bir varlıksa, etkilerine tepki verebiliyorsa gerçekten fark etmiyor.
Uras’ın ortalıktan kaybolduğu sıralar bizim apartmanın önüne sol ayağı ezilmiş mi, kırılmış mı anlayamadığım, bir yavru kedi gelmiş. Acıdım apartmana soktum. Uras’ın yiyemediği mezgitleri verdim. Çok açmış gerçekten. Annem buna, bu duruma rağmen yine kızdı, bağırdı. Zaten hep onun yüzünden bunlar oldu. Konuşmak istemiyorum bu yüzden onunla.
Uras’ı özlüyorum…
Gözdenur ECELLİZZ
YORUMLAR
ahh bu anneler bir tane de aynindan bende var:))
tebrıkler..bu arada benımde kedım var sızı ıyı anlıyorum:))