- 3885 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
MEHMET AKİF’İN ŞİİRLERİNDEKİ ÖLÜM OLGUSUNA SOSYAL AÇIDAN BİR BAKIŞ DENEMESİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Şair Mehmet Akif Ersoy, doğduğu 20 Aralık 1873 tarihinden, öldüğü 27 Aralık 1936 tarihine kadarki tam 63 yıllık hayatında, tarihin en zor dönemlerinde Müslüman bir insan olarak yaşamanın getirdiği olumlu ve olumsuz bütün zevkleri ve acıları en büyük boyutlarıyla yaşamış, üstelik böyle bir yaşantıdan da asla pişman olmamıştır. Osmanlının son dönemleriyle Cumhuriyet’in ilk dönemlerini iliklerine dek yaşamış bir aydın olmanın gerektirdiği tüm sorumlulukları en ince detayına kadar yerine getirmenin gönül rahatlığı içinde bu âlemden göç etmiştir. Sistem ve öz olarak birbiriyle taban tabana zıt olan iki farklı dönemde de, yürek ve beyin anlamında yüksek bir trend izlemiş olan Akif, sorgulayıcı ve eleştirel yönünü, koşullar ne olursa olsun her durumda yüreklilikle sergilemiştir. Eski sistemin kokuşmuş ve yıpranmış yanlarının düzeltilmesi için elinden gelen uyarıyı yapmış, yeni kurulan sisteme de her fırsatta eleştirilerini dile getirmiş olan Akif’in ilkeli, kararlı, dirençli ve dürüst kişiliği, onun, yüzyılları kucaklayacak eserler vermesine neden olmuştur. Yaşadığı zaman diliminde, en olumsuz koşullarda bile yılmadan direnen bir savaşçı kalbi taşır o. Bunu yaparken asla popülizmin tuzağına düşmemiş ve alçak gönüllüğünü asla yitirmemiştir.(1)
“Safahat’ta su gibi akan manzumeler ne ter taneleridir bilmezsiniz. Zaten bunu bilmenize o, imkân bırakmıyordu: Bunları kolay yazılmış sanmanız için elinden geldiği kadar güç yazıyordu. Yazmadan evvel de bu manzumeler onun sinirlerinde kör düğümdü.”(2) diyen Mithat Cemal Kuntay, onun şiir yazarkenki ruh ve beden durumundan bir kesit sunuyor: “Akif, her şeyden evvel büyük nazımdı; bu onda hem bir mizaç, hem bir azimdi. Ve bu azim, onda bir kibir, bir izzeti nefisti. İfadeyi ilk şekliyle kabul etmiyordu. Şiir yazması bir işkenceydi. Aruz, üstüne üç tel gerilmiş bir tahta idi; Akif bu tellerde uyuyan ihtizazları bir rüyayı yakalamayacağına korkan sinirli ellerle, saatlerce, aylarca, hatta senelerce arıyordu. Ve nazmı, yalnız onun şahsına mahsus bir musiki aleti idi; bunu, yalnız o, bütün vücudunu parmaklarına toplayan ellerle çaldı.(3)
Şiirlerinin neredeyse bütününde, hep azimden, çalışmaktan çağrışımlar sunan Akif, yaşadığı coğrafyanın ve kültürünün insanlarını, içinde bulundukları olumsuz durumdan kurtulmaları için onlara her anlamda öncülük yapmış, şairlikten bilgeliğe geçiş sürecinin her saniyesinin endişesini ve acısını yüreğinde hissederek yaşamıştır. İnsanlara umut aşılamaktan bir an bile geri durmayan, hep yaşamayı ön planda tutan Akif, o yüzden ölüm olgusuna ürpererek değil, daha çok ağırbaşlı ve sabırla karşı koyar. Ancak bu karşı koyma, kesinlikle isyan anlamında değil, tam tersine Yaratan’a koşulsuz teslim anlamındadır. Şiirlerinde, ölüm olgusu kendi anlamını aşarak ve kendisine alt ve üst katmanlar oluşturarak yer alır:
Âtîyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Şiirlerinde, ilk okunuşta sanki birer öğüt gibi duran dizeler, aslında umudunu yitirmiş, çaresiz insanlar için birer coşku seline dönüşerek, sosyal anlamda nitelikli ve duyarlı insan yetiştirme projesinin ana maddesi ortaya çıkar:
Gitme ey yolcu, berâber oturup ağlaşalım:
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım:
Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki?
Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki!..
Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan
Yatıyor şimdi… Nasıl yerlere geçmez insan?
Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu,
Nereden başladı yükselmeye, bak, nerde ucu! (Hakkın Sesleri’nden)
Şiirlerinde çoğu zaman okuruyla konuşur gibi, son derece akıcı bir üslupla sıralanır dizeler. Akif’in şiirleri, şiir türü bazında değerlendirilecek olursa daha çok didaktik türe yakın duruyor gözükse de, aslında öyküleme ve sohbet etme ağırlıklı durur:
Bana sor sevgili kârî; sana ben söyleyeyim,
Ne hüviyyette şu karşında duran eş’ârım:
Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri;
Ne tasannu’ bilirim, çünkü, ne san’atkârım.
Şi’r için ‘gözyaşı’ derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa.” (Önsöz mahiyetinde ilk şiir)
Mütevazılığı ve şiirde iddialı değilmiş anlamına gelebilecek söz ve dizeleri, onun şiiri adına bir olumsuzluk değildir; tam tersine ustalığının ulaştığı düzlemin, yaşadığı zamanda ve sonrasındaki zamanlarda etki alanını çoğaltarak, gelecek kuşaklara çok değerli bir miras oylumunda bir düzlem olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz: ‘hisli bir yürek’ten dökülen dizelerin kılı kırk yaran titiz bir uğraşı aşamasından geçerek, muhatabına ulaşma sancısının sürekli diri tutulduğu ve ulaştığı anda da muhatabının yüreğinde bir anafor oluşturduğu, bu anaforun da yürekte temizlenen kan hücrelerinin içine nüfuz ederek öncelikle beyni, akabinde vücudun bütün kılcal damarlarına kadar tüm vücudu kapsaması sonucunda oluşan deprem, insan oluşumuzu haykırırcasına yinelenir durur.
“Doğduk, ‘yaşamak yok size!’ derlerdi beşikten; / Dünyayı mezarlık bilerek indik eşikten!” şeklindeki bir öğretiyle beslenen bir kültürün oluşturduğu bir yüreğin, duyarlı bir yüreğe dönüşme olgusunu somut olarak Akif’te görmek mümkün: “Beni rahmetle anarsın ya, işitsen, birgün / Şu sağır kubbede, hâib, sesinin dindiğini! / Bu heyûlâya da bir kerrecik bak ki, / Ebediyyen duyayım kabrime nur indiğini.” şeklindeki isteğin şekillendirdiği ruh halinin içselleşerek inceldiğini duyumsayan her yürek mutlak bir kırılganlığın umuda evrilme sürecine tanıktır artık, çünkü, “ Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince, / Günler şu heyûlâyı da, er geç, silecektir. / Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma / Sessiz yaşadım, kim beni, nereden bilecektir?” sorusunu soran yüreğin mütevazılığı ve endişesi aynı anda belirir, birer siluet olarak rahmet penceresinde. Musalla’nın dört değişik tanımını görmek mümkündür, Akif’in şiirinde:
Musallâ: Müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın
Musallâ: Minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın
Musallâ: Ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın
Musallâ: Ders-i ibrettir durur pîşinde irfânın
Musalla taşı önemli bir taştır, çünkü: “Serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ; / Müşeyyed bürc ü bârûlar düşer bir bir, bu taş hâlâ, / Zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ; / Bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ.” (Âhiret Yolu) diyen Akif, “ Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,/ İslâm’ı uyandırmak için haykıracaktım./ Gür hisli, gür îmanlı beyinler, coşar ancak,/ Ben zâten uzunboylu düşünmekten uzaktım!” şeklinde ifade ettiği alçak gönüllüğü dile getirir ama aslında bu alçakgönüllülük, boyutunu aşan şeyleri yapamamanın verdiği sıkıntının bir dışavurumudur ancak: “Haykır! Kime, lâkin? Hani sâhipleri yurdun?/ Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım;/ Feryâdımı artık boğarak, nâş’ını, tuttum,/ Bin parça edip şi’rime gömdüm de bıraktım./ Seller gibi vâdîyi enînim saracakken,/ Hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi aktım./ Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz;/ İnler ‘Safahât’ımdaki hüsran bile sessiz!”(Hüsran) biçimindeki söylemiyle yaşadığı dönemde sesinin yankısını bulamamışlığının çaresizliğini yaşar; oysa yaşadığı sürece olsun, vefatından sonra olsun, onun sesi, duyarlı ve bilinçli yürek ve beyinlerde yankısını bulmuştur ve bulmaya da devam edecektir. Şiirlerinde, ölümden çok, yaşamakla, direnmekle ilgili dizeler kurar o.
‘Hayat ölmekle bitmiş olsa bir şey anlaşılmazdı,/ Evet, bir ömr-i sânî var: Değil hilkat abes mâdâm.’ diyen Akif, ‘Tek Hakikat’ adlı şiirinde, dava adamı olmanın yüceliğinin altında yatan aşkın varlığının altını kalın çizgilerle çizer:
Tek hakîkat var, evet, bellediğim dünyâdan,
Elli, altmış sene gezdimse de, şaşkın şaşkın:
Hepimiz kendimizin, bağrı yanık, âşıkıyız;
Sâde, i’lânı çekilmez bu acâip aşkın!”
Bu aşktır ki, insanı duyarlı kılan ve diri tutan. İşte bu duyarlığın ve diriliğin peşi sıra özgürce koşan vücutlar, sonsuz alemi kuşatacak erdemliliğe kavuşmayı hak edeceklerdir ancak. ‘Cânan Yurdu’ adlı şiirinde, Akif, aşkın gerçek anlamına kavuştuğu andaki ölümsüzlüğünün bir aşama öncesindeki tasvirini yapar:
Eyvâh, ıssız diyâr-ı dilber…
Her hatvesi bir mezâr-ı muğber!
Uçmuş da bakındığım terâne,
Kalmış sessiz bir âşiyâne.
Yer yer medfun durur emeller…
Gûyâ ki kıyâm-ı haşri bekler!
Yâ Rab! Niye böyle bir yığın hâk
Olmuş yatıyor o buk’a-i pâk?
Yâ Rab, ne için o lem’a nâbûd?
Yâ Rab, ne için bu sâye memdûd?
Yâ Rab, ne demek harîm-i cânan
Üstünde bu perde perde hicran?
( Eyvah! Sevgilinin yurdu ıssız kalmış
Ayak bastığı her yer kırgın bir mezar olmuş
İçinde ahenk uçmuş da
Ses seda kalmamış yuvada
Yer yer gömülü durur emeller
Sanki kıyamet gününü beklerler…
Ya Rab, niye böyle bir yığın toprak
Olmuş yatıyor o temiz saha?
Ya Rab, niçin parıltı ortada yok?
Ya Rab, niçin uzayıp gitmekte bu gölge?
Ya Rab, sevgilinin yuvası üzerine
Gerilmiş bu kat kat aydınlık perdesinin anlamı ne?)
Sabrı, bilindik anlamıyla ‘kabullenmek’ olarak değil de, ‘direnmek’ anlamında anlayan şair bir yürek için, ilahî kadere teslimiyetin sınırlarını çizmek zor olmasa gerek. Olumsuzu kabullenişten çok, ona gereken direnci gösterdikten sonraki ortaya konulan tavır isyanı barındırır gibi görünse de, aslında, bu başımıza gelenler kendi ellerimizle hazırladıklarımızdır. İyilik ve kötülüğü Allah yaratmıştır ancak, iyilik veya kötülüğe muhatap olmak insanın kendi tercihi sonucunda gerçekleşir. Yoksa, imanın şartı olan ‘hayır ve şer Allah’tandır’ ifadesini, “başımıza ne kötülük geliyorsa, Allah’tandır” biçiminde anlamak, insanın iradesini hiçe saymak ve kulu işlediği eylemlerden sorumlu tutmamak anlamına gelir ki, bu da kötülük karşısında direnmeyi göze alamayan aciz insanların sığındıkları bir anlayıştır. İşte bu acizliği, ince bir ironiyle dile getirir Akif:
Cânîleri, katilleri meydâna süren sen;
Cânîdeki, katildeki cür’et yine senden!
Sensin yaratan, başka değil zulmeti, nûru;
Sensin veren ilhâm ile takvâyı, fücûru!
Akif’in duyarlılığı ve içtenliğidir, bizi biz yapan değerlere bağlılık ölçütümüz bir anlamda. O, yaşadığı dönemin her metrekaresini solumuş, sorgulamış ve tavrını ortaya koymuş bilge bir yürek sahibi olarak yolumuzu aydınlatmaya devam edecektir.
Dipnotlar:
(1) Mehmet Akif’in,18 mayıs 1931 tarihinde, o sırada Girit’te bulunan eski dostu Eşref Kuşçubaşı’na yazdığı bir mektuptan bir bölüm alıntılamak istiyorum:
“Evvelleri seneler koşuyor, ben henüz ne dünya için, ne ukba için bir hayırlı iş göremedim, diye müteessir oluyordum. Halbuki artık yaşımın elli sekiz, elli dokuza vardığını gördükçe “Ne âlâ! Yakında tası tarağı toplayacağım” diyorum, hem de seviniyorum. Evet insan hâlin her türlü şedâidine katlanır, amma istikbâlde bir ışık görmek şartiyle. Yoksa yarının daha karanlık, öbür günün ondan da berbat olacağını gün gibi görürken yaşamak pek arzu olunur bir şey değil. Sebîlü’r-Reşâd’ı çıkarırken, şuraya buraya koşarken oldukça mütesellî idim. “Hisseme düşen vazifeyi ifa ediyorum; insan çalışmak ile mükellef, muvaffak olmakla değil” diyordum. Lâkin şimdi elim ayağım bağlı oturdukça büsbütün sinirleniyorum: “Senin Sebîlü’r-Reşâd’ın çıksa, her hafta şiirler yazsan, makaleler yazsan, bağırsan, çağırsan, bu cereyanların istikametini mi değiştireceksin; şiddetini mi azaltacaksın?” suâli pek haklı olmakla beraber, ben bu atâleti hiç sevemiyorum, hiç hoş göremiyorum. Hikâye meşhurdur ya: Karıncaya “Nereye gidiyorsun?” demişler; “Hicaz’a” demiş. “Hiç bu bacaklarla Mekke’yi bulabilir misin?” mülâhazasını ileri sürmüşler. O da: “Hiç olmazsa yolunda olsun ölürüm ya!” cevabını vermiş.
Gaye uğrunda çalışmak, didinmek, nihâyet ölmek!.. O ne güzel meşgale, o ne hoş eğlence, o ne mes’ud hâtime imiş!.. Ben onu şimdi adamakıllı hissediyorum. Acaba yine o günler gelecek mi? Yine gayemiz uğrunda canımızla başımızla çalışabilecek miyiz? Çıkmadık canda ümîd var derler, değil mi kardeşim? Allah büyük… Elbette bizim de âtıl-bâtıl oturmaktan kurtulacağımız günler gelecektir.”
Kaynak: Cemal Kutay, Pembe Mendil, Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1975, s. 48-53.
(2) Mehmet Akif, Mithat Cemal, İş Bankası Yay, Ank.1990, s:264
(3) A.g.e, s:262
(4) Bu yazıdaki dizeler ve şiirler, 2005 yılında, M. Ertuğrul Düzdağ’ın hazırladığı, Çağrı Yayınları tarafından basımı yapılan Safahat’tan alınmıştır.
YORUMLAR
Güzel paylaşım, yüzeysel olmuş olsada yinede emek verilmiş bir yazı. Hakkında kitaplar yazılmış değerli kişilikler için yazılar yazmak zordur ve bence yapılması gereken hiç bakılmamış yönlerle bakmak daha güzeldir. Şairin anlatılacak çok özelliği bulunmaktadır. Orhan Veli Kanık üzerine yaptığım çalışmlar var henüz derleyip toplamadım lakin umarım paylaşmaya vaktim olur konuşuruz üzerinde sizin yaınız gibi. Araştırma ve paylaşımlarınızın devam etmesi dileğimle başarılar.
eryigitmat
Çok değerli bir çalışmaydı. Güne gelmesine çok sevindim. Tebrik ederim. Saygılarımı sunuyorum.
eryigitmat
eryigitmat
Eleştiri konusu her anlamda önemli. Eserdeki hataları bulmak şeklindeki yanlış algılamayı ancak bu şekilde yıkabileceğimize inanıyorum. Beyefendinin bu anlamdaki çalışması ve benzeri arkadaşlarımızın çalışmalar bu anlamda çok değerli. Titiz bir çalışma yapılmış olması hasabiyle teşekkür ve tebriklerimi belirtmek isterim. Saygımla...
asran tarafından 10/26/2010 1:52:00 AM zamanında düzenlenmiştir.
eryigitmat
Nesirler bölümünde yapılan yorumların basma kalıp olmadığını düşünüyorum.Emek verilerek okunup yine emek verilerek kaliteli yorumlar yapılıyor.
Güne gelen yazılar ikiye çıktı. Nesir yazar ve okurlarının sorumluluğu da arttı diye düşünüyorum.
a-)Güne gelmeden kaliteli yazıları bulup yorumlayabilsek daha iyi olacak sanırım
b-)Eleştiri,Makale türündeki(biraz sıkıcı da olsa) yazıları da yorum ve puanlarımızla besleyebilsek(çünkü Öykü ve deneme türünde kaliteli eserler zaten geliyor).
Bu eleştiri yazısı da meraklısına bir ziyafet olmuş.
-"Eyvah! Sevgilinin yurdu ıssız kalmış" demiş merhum. VATANI sevgiliye, Akif benzetince hiç garip ve yapmacık gelmiyor değil mi?
Selami Sevinç tarafından 10/26/2010 1:18:35 AM zamanında düzenlenmiştir.
eryigitmat
Eleştiri güçlü bir birikim gerektiren ve ne yazık ki edebiyatımızda pek öksüz kalan bir daldır. Umarım bu dal gelişir. Yazınıza gelince Mehmet Akif'in şiirlerindeki ölüm olgusunu okumak değerliydi.
Son derece dolgun bir çalışmaydı. Tebrikler. Yorumsuz kalmasına aldırmadan bu dalda yazmaya devam etmelisiniz...