TOPRAĞIMIN TER KOKAN ADAMI
TOPRAĞIMIN TER KOKAN ADAMI
Ekim 2007’de tanıdım onu… İlk tanıdığımda sevdim. Sözlerini dobra dobra söylemesi, sözlerindeki samimiyet ve duruluk bir anda aramızda sıcak bir yaklaşıma dönüştü. Artık, özü ile sözü bir olan insanı az bulduğumuzdan mı, doğal davranmasından mı nedendir pek bilmiyorum İbrahim amcaya kanım kaynadı. İnsanın böyle adamlara kanı nasıl kaynamaz ki, her tavrı buram buram Anadolu kokuyor.
Onunla ilk konuştuğumda o zamanlar Saimbeyli ilçemize bağlı Payamburnu köyünün Kahramanmaraş’ın Göksün ilçesine bağlanması için resmi çalışmalar vardı. İbrahim amca da köyünün Göksun ilçesine bağlanmasına karşı çıkıyordu. Bu düşüncesini de çok açık seçik dile getiriyordu. O tarihlerde onunla konuştuklarımızı kaleme almış ve okurlarımla da paylaşmıştım.
İbrahim amca ile benim sohbetim en fazla bir saat falan olmuştu. Ama o bir saatlik zaman, aramızda o kadar sağlam dostluklar bıraktı ki, ben İbrahim Amca’yı hiç unutmadım. “Gönülden gönle yol gider” derler ya, işte öyle bir şey olmuş ki İbrahim Amca da beni hiç unutmamış. Bir keresinde dağlardan dağ nanesi toplamış. O naneleri gölgede kurutmuş ve 10–15 gram ağırlığındaki dağ nanelerini güzelce paket yapıp köy iznine giden torunu ile bana yollamıştı.
Bizim toprak kokan Anadolu insanımız böyledir işte! Dost bilmişse bir faniyi onu yâd etmeden duramaz. Tatlı bir dil, içten bir gülümseme karşısında kendisini borçlu hisseder.
Aradan aylar geçti. Köyüne gidip, onun mekânında sohbet etmek bana nasip olmadı. Bu arada Payamburnu köyü de Göksun’a bağlandı. Haber hem resmi gazetelerde yayımlandı, hem de basında yer aldı. Payamburnu köyünün adı nerede geçtiyse benim aklıma her zaman Apıkkâha İbram Emmi hep geldi. Hatta birçok sohbetimde, “Demokrasi her ne kadar çoğunluğun isteklerine göre şekilleniyor olsa da farklı düşünen insanların da hak ve hukukuna saygı duyup ona göre çözüm yolları üretmek zorundadır.” diye görüşlerimi de ortaya koydum. Çünkü ben inanırım ki, yazan, çizen, düşünen ve düşündüklerini toplumla paylaşan insanlar küçücük ayrıntılardan başlayarak büyük fikirler oluşturmak zorundadırlar. Payamburnu köyü bizler için belki küçücük bir örnektir. Denilebilir ki, “Ne var bunda? Köyde referandum yapılmış, büyük çoğunluk Göksun ilçesine bağlanmak istemiş ve köy Göksun’a bağlanmış. Her şey demokrasiye uygun...” Amenna… Aritmetik olarak hiçbir sıkıntı yok. Ama olaya psikolojik olarak baktığımızda ve İbrahim Amca ile konuştuğumuzda, İbrahim Amca’nın ruhunda büyük depremler meydana getirdiğini görüyoruz. Nasıl mı gördük?
Bundan birkaç gün önceydi. Berber dükkânında tıraş oluyordum. Başında hasırdan örme fötr şapka, bir elinde bastonu, diğer elinde siyah bir poşet içerisinde küçük bir kavun, beli bükülmüş, yanağından terler akan bir amca berber dükkânına geldi. Onun görüntüsünü aynada görür görmez tanıdım. İçim “cız” etti. Buruk bir sevinç duydum. Gelen İbrahim Amcaydı. Yorgun argın sandalyenin üzerine adeta yığıldı. İlk işi başındaki hasır fötrünü çıkartmak oldu. Derin bir nefes aldı.
“Hoş geldin İbrahim Amca.” Dedim.
İbrahim amca önce bir afalladı. Sesin geldiği yöne bana doğru baktı. Ben berber koltuğunda tıraş olduğumdan onu aynadan görebiliyordum. Ancak o benim yüzümü göremiyordu. Beni seçmek için yüzüme doğru baktı. Dışarıda güneş ışınlarından etkilenen gözleri, berber dükkânındaki loş ışığa birden uyum sağlayamadığı için beni seçmekte zorlanıyordu. Elleri ile gözlerini ovuşturdu. Ama yine de beni seçemedi. Kendimi tanıtmadan hal-hatır sordum. Hep “şükür”lü cevaplar verdi. Ben adı ile kendisine hitap ettiğim için olsa gerek “Beni tanıyon mu?” dedi.
“Tanırım İbram emmi, seni nasıl tanımam!”
“De bakim. Sen kimsin?”
“Bak bakalım sen tanıyacak mısın?”
Bana baktı baktı;
“Yoğ valla tanıyamadım”
“Biraz düşünürsen bilirsin İbram Emmi. Ben şimdi sana kendimi nasıl anlatayım?”
“Gözlerim pek seçmiyor. Bilemedim.”
İbrahim Amca’ya kendimi anlatmalıydım ama nereden başlamalıydım. Bitkin de bir hali vardı. Sanki tansiyonu düşmüş gibi. Kimse konuşmasa oturduğu sandalyede hemen uyuyacak gibi bir görüntüsü vardı. Vakit kaybetmeden;
“İbram Emmi, sen buradaki yatılı okula hiç gittin mi?” diye sordum.
“He, gittim.”
“Oranın müdürünü tanır mısın?”
“Ahmet Müdürü mü?”
“Evet, Ahmet Müdürü…”
“Tanımam mı? Ben onu arıyom.”
“İşte ben oyum.”
İbrahim Amca’nın gözkapaklarına yenik düşen gözleri bir anda açıldı.
“Ey büyük Allah’ım, ben seni gökte ararken yerde buldum. Aylardır seni arıyorum. Okula gittim “yok” dediler. Evine geldim. “Adana’ya gitmişsin… Seni aramadık yer bırakmadım.”
O anda İbrahim Amca’nın gözlerindeki sevinci görecektiniz. Onun o hali beni de duygulandırdı. Bir taraftan tıraş oldum. Bir taraftan da İbrahim Amca ile sohbet ettim. Ona;
“Hadi bakalım artık tamamen Göksunlu oldunuz.”
İbrahim Amca duruşundan ve tavrından hiç bir şey kaybetmemişti. Aylar önce tanıdığım İbrahim Amca aynı kararlılıkla:
“Ben olmam hoca, ben Gosunlu olmam! Gaymama da söyledim. Ben Gösunlu olmam!”
“Peki, şimdi ne yapacaksın?”
“Köyden taşınacağım!”
İbrahim Amca’nın bu sözü yüreğime oturdu. Beynimde şimşekler çaktı. 80 yıldır doğup büyüdüğü köyünü, başka bir ilçeye bağladıkları için terk etmek isteyen bir adamın dramı gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçti. Eğer bir roman yazmayı düşünmüş olsam kesinlikle Apıkkâha İbram’ı yazmak isterdim. Eğer bir yönetmen bir köy filmi çevirecek olur da bana yolu düşerse doğru Apıkkâha İbram Amca’ya yollamak isterim.
Onu anlamaya çalışmak istercesine:
“Nereye taşınacaksın?” dedim.
“Halilbeyli köyüne taşınacağım. O köy bizim köye yakın.” dedi.
Tıraşım bitti. İbrahim Amca ile uzun uzun sohbet ettim. Çıkardığım sonuç; İbrahim Amca Göksunlu olmak istemiyor. Onun için Göksunlu olmak; akvaryum balığının okyanusa dalması gibi bir şey. O Göksun’da boğulacağını düşünüyor. Göksun onun için büyük bir şehir gibi. Devletle olan işlerini halletme sıkıntısı yaşıyor. Hayatın Göksun’da zor olduğunu düşünüyor. “Ben yaşlıyım. Orada ilacı hangi eczaneden alacağım. Yeşilkart ile doktora gidiyorum; bana yeşilkartı kim verecek?” gibi sorular beynini kemiriyor. “Ben gittiğimde Göksun’da kimin evinde kalırım” kaygısı uykularını kaçırıyor.
Evet, oturduğumuz koltukta “Ne var bunlar da canım, bunlarda sorun mu?” diye aklımızdan geçirebiliriz. Ama derim ki, anlamaya çalışsak. Bir empati kursak… Kendimizi İbrahim Amca’nın yerine koysak… 80 yıl belli bir düzen içerisinde yaşarken bir anda hiç alışık olmadığımız bir düzene ne kadar uyabiliriz? Hayat alışkanlıkların yaşanması değil mi zaten? Yeni doğan bir bebek neden avazı çıktığı kadar bağırır? Dünya kötü olduğundan mı? Sanmıyorum. İbrahim Amca da şimdi yeni doğan bir bebek gibi tepki veriyor. Alışması zaman alacak. Eğer geride zaman kalmışsa…
Ben bu defa İbrahim Amca’yı biraz daha çökmüş gördüm. Yorgundu. Belki de uykusuz.
“İbrahim Amca, aç mısın susuz musun? Hadi gidip bir karnımızı doyuralım.“ dedim.
“Yok” dedi. “Aç değilim. Biraz yorgunum!”
“Neden yorgunsun?” diye sorduğumda aldığım cevap yüreğime ok gibi saplandı. Payamburnu nere Saimbeyli nere… İbrahim Amca Payamburnu’ndan düşmüş yola kona göçe; o köy senin bu köy benim gelmiş Saimbeyli’ye. En son gece Yardibi köyünde yatmış. Köyden ilçeye gelecek araba bulamadığı için sabah namazı düşmüş yola… Arkadan birkaç araba gelmiş, alan olmamış… Himmetli köyüne kadar yürümüş.
Yaşı seksen… Bitkin ve yorgun bir adam… Toprağımın adamı. Derdini anlatacak yer arıyor. Kim bilir kaç defa terlemiş soğumuş. Kim bilir beyninde hangi hayaller var. Kim bilir dışlanmışlık psikolojisi, yaşlanmış bedenine hangi işkenceleri yapmakta. Ben bilmiyorum. Ama hissetmeye çalışıyorum. Sadece bildiğim tutunacak bir dal arıyor. Onu anlayacak bir yürek. Peki, o yürek var mı? İşte onu da ben bilmiyorum. Bildiğim tek söz var. Onu da Edebali söylemiş…
“İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.