Tanrı'nın En Zekice Hilesi
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bendeki varlığının, hayatımdaki yokluğundan neler alıp götürdüğünü bilseydin, gittiğin için hayıflanmazdın bu kadar. Düşünüyorum da; sensiz kalmasaydım seni yazamayacaktım. Sensizliği tatmasaydım seni bu kadar sık yatırmayacaktım yanımda. Kolların uzanabileceğim kadar yakın olsaydı, ellerinin güzelliğini hatırlamayacaktım. Gözümüzün önündekini görmeyi bilmeyiz biz. Biz, bizden ırak olanı görürüz. İnsanız ve gözlerimizin en büyük yeteneksizliği işte bu. Belleğimizin en büyük gafleti ise an be an yaşadıklarına değil, çok geriye attığı uçları yanmış, sarı sayfalara olan aşkı. Eski bir film seyretmek gibi; resimlerine bakmak. Modası geçmiş ama unutulmamış bir şarkıyı, dost meclislerinde mırıldanmak gibi sesini hatırlamaya çalışmak. Ve yokluğuna alışmak; varlığının toprağını her sabah bıkmadan usanmadan sulamak gibi biraz da.
Ölüm, aslında pek çok şeyin doğumuna sebebiyet veren çok acı, çok büyük ve etkili bir güç. Düşünsene... Her ölümün ardı birer hatıra tarlası. Ne tuhaf ve ne acı bir çelişkidir ki; ölüm gelmeden, ortak bir zamanı paylaştığımız için sevdiklerimizle ortak olan hatıralar ölümle beraber bireyselleşiyor ve ölene ait bir şölene dönüşüyor kalanın gönlünde. Tutunulacak bir dal. Çok zaman en yüksek manevi inanç. En derin pişmanlık, en çılgın düş. Birkaç solgun fotoğraf bile, gözlerin önünden gelen ve acı olanları bile affettirip tatlı bir burukluğa dönüştürerek geçen unutulmaz film karelerine bürünebiliyor. Hayatta iken bomboş mevzular yüzünden yapılan savaşlara acı acı güldüren ve keşke kelimesini lügate - ne yazık ki- en sık ekleten müthiş bir büyücü.
Ölümü anlamadan yaşamayı öğrenmek büyük bir yanılgı olur demişti hocalarımdan biri. Tatmadığın bir şeyi de ancak en yakınlarından biri sana anlatırsa; Tane tane... Gün be gün... kelime kelime ve acıta acıta... İşte o vakit belki biraz anlayabilir, hissedebilirsin demişti. Sen... kısacık birlikteliğimizde bana öğretemediğin hayatı, ölümü anlatarak beni olgunlaştırdığın için diğerlerinden daha özelsin. Yanlış kararlarımda, yanılgılarımda, pişmanlıklarımda, acılarımda, sıkıntılarımda, basit bir hastalığımda, çok minik mutluluklarımda, kocaman sevinçlerimde yanımda olamayarak bana acıların en büyüğünü yaşatırken; hiçbir şey hissetmediğim ve onun için hayatta olsan, ihtiyaç duyup da aramayacağım anlarda bile içimde bir nabız gibi atarak bana ne büyük bir kuvvet verdiğini hiçbir zaman öğrenemeyeceksin. Bunu ben bile yeni yeni öğreniyorken sen nasıl öğrenebilirdin ki... Yokluğun yüzünden büyüttüğüm varlığının, yokluğunu nasıl da ezip geçebildiğini ancak bu yaşıma geldiğimde anlayabildim. Yokluğunla büyüdüm sandığım içindi sana hep sitemkâr şiirlerim. Oysa ki ben yokluğundan sebep kocaman olan varlığınla büyümüşüm de... Küçüğünüm işte... En küçüğün... O yüzden anlamakta gecikmişim; affet.
Şu an sana yazmayı bu kadar delice istiyor olmasaydım, gözlerimden akan yaşa geçit verecekti yüreğim. Sana yazabildiğim için ağlamıyorum. Beethoven dinliyorum; Mozart değil. Gülümsedin; gördüm. Haklısın. Değişiyor insan. Sıkılıyor aynılıklardan. Hatalarından bunalıyor. Kendinden arınmak istiyor bazen... Alışkanlıklarından, takıntılarından, onulmaz yaralarından, kapkara sevdalarından bile... Bak aylar sonra ilk kez masamın başındayım. Mumlarımı aylar sonra ilk kez yaktım ve aylar sonra ilk kez tütsü kokuyor odam. Tuhaf değil mi?.. Senin için şiir değil de sana hitaben bir mektup yazmamı bana fısıldayan da aslında yine sensin. Ne zaman neye ihtiyacım olduğunu bilensin. Yokluğundan güçlenerek büyüyen varlığının, tam da en mübrem ânımda koşup gelmesi benim planım olabilir mi?.. Ben canımı acıtanlara, aklımı karıştıranlara, isteyerek ya da istemeyerek hayatımın düzenini bozanlara sitemkâr bir şiir yazıp sonra da yeni bir şiire dizerek isyanımı; uyurdum yine. Tam zamanında geldin. Yorgunluğumu, nefes alanlardan hep daha önce hissedişin, hep karşıdan izleyişin ve en son noktada seslenişin... Bir yazarsam ve hayatımı yazıyorsam romanımın en önemli cümlesini kurmak isterken çıkagelişin... Yılgın ve cahil bir genç kızsam, bedenimi bırakıverecekken boşluğa sırtıma dokunuşun... Yüzmeyi öğrenmeden suya dalan hevesli ve acemi bir öğrenciysem, beni dipten yukarı taşıyışın hep bir tesadüf mü?.. İçimdesin görmüyor musun? İçimde Tanrı’laştın ve belki de Tanrı’nın sesi oldun. Dışımda oluşundan daha büyük bir hediye bu. Ben bu gece ilk kez Tanrı’yla hemfikirim. Seni almasaydı benden... Beni sende bırakacaktı belki. Ve ben her şeyimle sendeyken düştüğüm yerden kaldırılmam için kırmızı ojeli zarif ve beyaz bir çift el bekleyecektim; binlerce rengi, on binlerce görüntüyü ve sesi, yüz binlerce yüzü ve milyonlarca sözcüğü tanımadan ölüp gitmek pahasına.
Anne... Seni özlemek bu gece ilk kez bu kadar güzel. Mumumun ışığındaydın. Yarın da güneşimin ferinde ol. İçimden çıkmak istediğinde çık ve yüzünü bütün gücünle bana dön. Çünkü sen ben’sin. Ben de sen. Birlikte yaşayarak bir olduk. Bu, Tanrı’nın sevdiklerine karşı en zekice hilesi.
JD
YORUMLAR
çok geç kalmış olsam da okumakta
yakaladığıma seviniyorum.
yaradana şükür, seni karşıma çıkardığı için.
o kadar özelsin ki.
ben de Nehir için aynı şeyleri düşünüyorum zaman zaman.
2,5 yaşındaki minik kalbine bu özlemler, ayrılıklar
yani olanlar sığıyor mudur dersin?
ağlamak eskittiğim bir eylem Jale.
sevgimle
hep.
Ben buna varda yok olmak diyorum.
Güzel az olacak...önüne pek, çok koysam da güzelin.
En yüce sevginin yansımasını göstermişsiniz.
Yazmak ve daha güzel anlatmak btmesin sizde...
Allah ve en sevgiliniz ilhamınız olsun daima...
iyi günler.
ANDELİB09'dan