- 607 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
KORKUSUZ SELİM (36)
Aylin,in yanında Korkusuz olduğu halde tezgahını erkenden toplaması, yanındaki pazarcı komşularının dikkatini çekmişti. Acaba anormal bir durum mu vardı. Hepsi de meraklıydı.
Yandaki bağ kur emeklisi Mehmet bey,hemen gözlerini Aylin’den tarafa çevirdi.Yetmiş yaşına yakın olmasına rağmen hala pazarlarda koşuşturuyordu.Pazarlar,onun için kurtuluştu.Kaç kez pazarcılığı bırakmayı denese de kopamıyordu.
“ Yeter be Mehmet amca, git evinde torunlarınla oyna,onlarla zaman geçir”
“ Sizler işin püf noktalarını bilmezsiniz. Torunlar, yaşlıyım diye benimle oynamazlar. Şimdiki zamanın çocukları maşallah cin gibi.”
“Eee,o zaman da yengeyle karşılıklı oturur,birbirinize hikayeler anlatırsınız”
Bu söze yanıt veremez, gözleri yaş damlacıkları ile dolar ağlamaklı olurdu.Yutkunur,yutkunur;nihayetinde kelimeler,boğazına düğümlenir,derin bir ah çektikten sonra titrek sesiyle dudaklarından kelimeler dökülürdü:
- Keşke yengeniz sağ olsaydı da dizinin dibinde otursaydım. İşte o zaman pazarlara çıkar mıydım hiç, çıkar mıydım! Ne işim olurdu benim bu yaştan sonra kurtların içinde. Şimdi kendi evimde bile yabancıyım!Gelinlerimin, torunlarımın gözünde fazlalık bir düşman gibiyim sanki. Ya da öyle hissetmekteyim.Ne bilem, yaşlılık işte…
Bu konuşmalardan sonra Mehmet beyin üzerine fazla gitmeyip,onu kendi haline bırakırlardı.
- Aylin kızım, niye erkenden toplamaya başladın tezgahını. Hastalık,falan ney mi var yosa?
- Yok Mehmet amca.Korkusuzu göstererek; “ Bu,dayım olur da.Almanya’dan yeni geldi.Yengem de evde beni bekliyormuş. “Gelsin de görelim diye haber salmış.”
- İyi o zaman. Gözün aydın. Aman bir yaramazlık olmasın da.
Aylin, ilk kez yalan söylüyordu. Bu yaşına dek yalan nedir bilmezdi. Yalancılardan da nefret ederdi. Ama gel gör ki Korkusuza duyduğu aşk, ona yalan söylettirmek zorunda bıraktırıyordu.
Önündeki Ayşe teyze, tezgahından ayrılıp yanına peydahlandı:
- Hayırdır Aylin kızım! Bu saatte erken değil mi?
Ona da aynı yalanları söylemek zorunda kaldı.
Ayşe hanım, elli beş yaşından sonra pazarlarda soluğu almış bir kadındı. Kendisi , ”ne talihiz bir kadınmışım ki;bu yaştan sonra pazarcı oldum!” diye sızlanıp duruyordu. Anlattığına göre kocasının işleri ters gidip de iflas bayrağını çekince; evler,ocaklar satılmış,kiraya çıkmak zorunda kalmışlar.
Eşi, kamyonlarda, tırlarda şoför olarak iş bulup çalışmaya devam ediyormuş.
Çok zoruna gidiyor, pazarlarda yıpranıyordu ama “yapacak başka çare yok” diyordu. Saçları tamamen ağarmış,torun torba sahibi bir kadındı.
-Oğlanların biraz yardım etse ya bari, dediklerinde; derin bir ah çekip:
“Herkesin kendine göre dertleri var” diye açıklama yapmaktan kaçınırdı.
Uzaklardan Aylin’in tezgahını topladığını görüp gelen Sarı Melih:
- Hayırdır bacım? Ne bu telaş?
Yan gözlerle ‘korkusuza’ kaçamak bakışlar fırlatıyordu ama hala çözememişti, bu gizemli adamı.” Kodese girip çıkarken görmüş gibiyim ama hayret!” Diye tereddütte kalıyordu.
Ona da aynı yalanları söylemekte gecikmedi. Sarı Melih ise ;
- Haftaya gel yine aynı yerine aç bacım. Kimse sana bir şey diyemez. Evvel Allah ben varım burada. Bu pazarların raconu benden sorulur.
Son cümleyi, korkusuzun gözlerinin içine baka baka söylemişti adeta.
Sanki göz dağı verir gibiydi ;“işte ben buyum “
Korkusuz, Aylin’in elindeki çantayı aldı. Aylin,ne kadar ısrar ettiyse de dinlemedi.
Pazardan ayrılıp,yolda şehir içi minibüslerini beklemeye başladılar. Korkusuz,”minibüslere binip tıklım püklüm sıkışık bir şekilde olmak da var” diye düşündü, minibüse binmekten vaz geçip yoldan geçmekte olan ticari taksiyle oradan uzaklaştılar.
Sarı Melih, tezgahındaki maydanoz demetlerini düzeltirken;
- Allah Allah’ hala çözemedim bu işi. Bunda bir terslik var ama anlamış değilim, şerefim üzerine yemin ederim ki!
Ticari taksinin arka koltuklarında, ikisinin de omuzları birbirlerine yapışmış gibiydi. Korkusuz, havanın da sıcaklığı ile bunaldı. Başındaki fötr
şapkayı ve peruğu bir çırpıda çıkarıp derin bir “oh!” çekti. Birbirlerine bakıp kahkahayı bastılar.
Aylin, gülümsedi:
- İşte gerçek Selim bey ortaya çıktı.
- Haklısınız. Bin bir surat olmak da amma zormuş ya.
Sahildeki “Akasya restorana geldiklerinde aradan bir saat geçmişti. Parayı alan taksici:
- iyi günler, dedi ve uzaklaştı trafiğin yoğunluğunda.
O da sezinlemişti genç aşıkların aşklarının, yeni alevlendiğini . Onlar gibi kaç kişi binmişti taksisine bu zamana dek. Müşterilerinin gözünden tanırdı, ruhsal durumlarını .Onlarla yaptığı telepatide yanıldığı olmamıştı bu zamana dek. İçsel sezgisi oldukça güçlüydü.
Lokantadan içeriye girdiklerinde; farklı müşterilerin geldiğini gören garsonlar, her ikisinin de etrafında adeta pervane oldular.
Akvaryuma yakın bir masaya geçip oturdular.
Yanlarına gelen garson:
- Emriniz ağabey?
- Masayı ful donatın yanında bir de küçük rakı getirmeyi sakın unutmayın!
- Başüstüne!
DEVAM EDECEK!
YORUMLAR
Bu yazı disini daha önce okumuştum sanırım.
Kahrananın konuşma dili yazarın anlatım dili değildir.
Konuşmayı gerçek dili yazmak çok zor ve önemlidir.
Bu konuda yazar başarılı.
Beğeni ile izlendiği kanaatindeyim. Çünkü; anlatım bıktırmıyor aksine kendine bağlıyor.
Kutlarım.
Selamlar.
"tıklım püklüm sıkışık "
tıklım tıklım
süklüm püklüm
tıklım tıkışık
İkilemeleri üçlemeye çıkarmışsınız Ayhan Bey üstelik doğruda olmamış. Üzüldüm, dili kullanmada özenli biri olarak tanımıştım sizi. Sanırım gözden kaçan bir durum.
ayhansarıkaya
Saygılarımla efendim.