- 746 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KÜÇÜKSU
21/8/2010
GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…..
Ben küçükken bir hikaye okumuştum; bir grup küçük çocuk oyun oynarlarken farkına varmadan evlerinden uzaklaşmışlar .Birden karşılarında uzun beyaz sakallı birini görmüşler. Yaşlı adamın önünde kocaman bir yumak varmış, onu yavaş yavaş hiç acelesi yokmuş gibi açıyormuş. Çocuklar meraklanmışlar, bir süre adamı seyretmişler, yaşlı adam çocukları hiç umursamadan sakin sakin işine devam ediyormuş. Sonra çocukların içinde en cesur olanı, tüm cesaretini toplayıp, yavaşça adama yaklaşmış " amca , ne yapıyorsun öyle?"demiş. Yaşlı adam yaptığı işten başını kaldırıp çocuklara bakmış, gülümsemiş." Bana zaman dede derler" demiş, "benim işim zamanın akışını sağlamak". Çocuklar şaşırmışlar. İçlerinden biri;" peki zaman dede, sen zamanı tersine çevirip bizi eski zamanlara götürebilirmisin?"
İşte ben, geçtiğimiz günlerde böyle bir şey yaşadım.Okuduğum bir kitap beni çocukluk günlerime götürdü.Benim çocukluğum Küçüksu da geçti.
Güzel yaz günlerinden biriydi, bizlerse henüz çocukluktan çıkmaya çalışan, mutlu, tasasız, sorumsuz, neşeli gençlerdik. Artık büyüdüğümüz için kendi başımıza, yanımızda büyük olmadan Küçüksü çayırına inmiştik. Her yaz kurulan mini lunapark benzeri oyuncaklar vardı. Salıncaklara binip var gücümüzle kolan vurup kuş gibi uçtuğumuz hissine kapılmış, sonra sıra yaylı salıncağa gelmiş, ona da grup halinde binip birlikte sallanmanın keyfini çıkarmıştık. Birde uçan sandalyeler vardı, aslında onlara binmemizi ailelerimiz istemezdi, her an zinciri kopacakmış gibi görünürdü. Aslında arada bir bu tür kazalar yaşandığı olurdu. Ama o gün çok cesurduk, heyecan istiyorduk, bindik.Tanrım! Çok güzel bir histi, dönüş hızlandıkça, zincir açılıyor, bizler neşe içinde çığlıklar atıp, eğleniyorduk. Bir tur bize yetmedi, devam ettik, biz salıncakta neşe içinde dönerken aşağıda çayırda bağıran bir at dikkatimizi çekti. Zavallı at yere yatmış tepiniyordu. Bir süre sonra, gördük ki yanında minicik bir şey var. Meğer at tepiniyor sandığımızda, o doğuruyormuş:))) Minicik yavrusunu yalaya yalaya ayağa kaldırdı. O küçücük yavrunun ayağa kalkma çabası bugün gibi aklımda. Arka ayaklarını açmış dengesini bulmaya çalışıyor, sonrada o incecik bacakları gövdesini taşıyamayıp yere çöküveriyordu. Kendi minicikti ama azmi büyüktü. Biz dönen salıncaktan inene kadar, ayakta durmayı
neredeyse başarmıştı. Bizse çok mutluyduk, hem çok eğlenmiştik, hem bir tayın doğumunu izlemiştik. Artık bunu kutlamamız gerekiyordu. Çayırda bir karpuz sergisi vardı. Arkadaşlarımızdan biri ailesiyle Almanya da yaşıyordu, yaz tatillerinde İstanbul a gelirlerdi. O bize Almanya da karpuzu dilim dilim sattıklarını, herkesin istediği kadar dilim aldığını anlatıp; "hadi, bizde karpuz alalım, dilimletelim, yiye yiye eve gidelim, nasıl olsa kırk merdivenlerden gideceğiz, kimse görmez" dedi.-kırk merdivenler dediğimiz yer aslında daha fazla basamağı (67) olan irili ufaklı gayri muntazam taşlardan yapılmış geniş ve büyük, caddeyi tepeye bağlayan merdivendi, o zamanlar bana çok geniş gelirdi, aslında şimdi baktığımda dar bile sayılabilir - Teklif hepimizin pek hoşuna gitmişti, hemen bir karpuz alıp dilimlettik, ısıra ısıra yürümeye başladık. Karpuzda çok lezzetliydi, biraz elimiz yüzümüz kirlenmişti ya, değerdi doğrusu, çok eğleniyorduk. Kırk merdivenlerden yukarı çıkarken karpuzlarımız bitmişti ama hiç aklımıza gelmeyen bir sorunumuz vardı işte, kabuklarını ne yapacaktık. İçimizden biri "hadi "dedi "kabukları fırlatalım, kimse görmez…”
İşte bu söz ve sonrasında olan şey, hala, bugün bile beni utandırır. Hepimiz bir anda kabukları atmaya başladık ve tam o anda kırk merdivenlerin başında biri göründü! Babam...O anda hepimiz donduk kaldık, babamın o bakışını
unutamam, ilk anda ne olduğunu anlamadı, ayağının dibine düşen karpuz kabuklarına bir anlam veremedi, sonra başını kaldırıp baktı, kızgın bakışları bizi görünce yumuşadı ve "aaaaa çocuklar, ne yapıyorsunuz?" dedi. Kıpkırmızı kesilmiştik, utancımızdan sesimiz fısıltı halinde çıkıyordu, ne diyebilirdik ki....Demek büyümemiştik, hala çocuktuk, ancak şundan çok emindik ki; bir daha asla böyle bir davranışı macera sanmayacaktık.
Şahika Bozkuş /şile