IŞIK VE SEVGİYLE... Aşkın dört günü...
Başlamak gerek bir yerden; sözcüklerin diline esir düşmeden, tadı verilmeye çalışılmalı gönlünü açan okuyuculara.
08.10.2010... Doğum günüm gibi durduğuna bakmayın, siz ona aşkın doğum günü diyebilirsiniz. Doğru ya ne de olsa ben Aşk’tım değil mi Aşkım?
Ağlamak kelimesi neyi ifade ediyor, fiile döküldüğünde neye çağrışım yapıyor acaba? Buldum ben, buldum... Ağlamak, kalbin alfabesi...
Hiç bitmeyecekmiş gibi başladığın her hikaye, bilirsin ki bitecek! Ama bazen evet bazen; bitecekmiş gibi başlarsın, sonra bir bakmışsın sizden geriye iki çürük kemik kalmış, aşk büsbütün yaşıyor torunlarında.
(Bu yazı tamamen özel hayatıma aittir. ’Aman be, bana ne senin özel hayatından’ diyorsan hiç inme aşağıya burada veda et yazıya; ortak olmak istersen de beklerim seve seve. Bu haftalık böyle mutluluğumu paylaşmak istedim sadece...)
*************
Havaalanlarının o çok sevdiğim melankolik tadı bu sefer yok. Daha önce duyduğum ama tatmadığım bir lezzet hayali var dilimde. İzmir Belediyesinin sonunda güç bela tamamladığı ve ufaktan hizmete soktuğu Cumaovası-Alsancak metro seferleri sayesinde artık Şirinyer’den Havaalanına ulaşmak 18 dakika. Ne zaman metroya binsem kendimi Tom Cruise’un o nefis filmi Collateral’de bulurum. Tom Cruise’un kiralık katili canlandırdığı o film.
Metrodan indiğimde Pegasus firmasının Konya seferinin gerçekleştiği uçağın indiği anonsu yapılıyor, oysa ben daha gelen yolcu kapısına yaklaşmadım bile. Hemen koşturmaya başlıyorum, güvenlik durduruyor ’arkadaşım oradan geçiş yok, buradan ineceksin.’ tamam deyip söyleniyorum kendi kendime ’geç kalayım sorarım o zaman sana.’ Kapıya geldiğimde henüz inen yolcular bavullarını alma mücadelesi veriyor. Bir 30 saniyem olsa gerek deyip üstümü başımı düzeltmek için kendimi atıyorum hemen wc’ye ve aynada gördüğüm evrim geçirmiş adama bir iki rutuşla çeki düzen veriyorum...
Sadece iki söz: sarılmak, kokusunu duymak....... tam da düşündüğünüz gibi; kavuşuyoruz... yıllar sonra!
*************
09.10.2010... Hava serin, körfezden yükselen bulutlar üzerimizden geçip gidiyor. Miko’nun Ada köftesi hiç bu denli leziz gelmemişti damağıma. İçine ne koymuşlar bilmiyorum da havadaki aşk kokusu ızgaradan geliyormuşçasına sarıyordu tabaklarımızı. Kıbrıs Şehitleri ne güzeller, ne delikanlılar görmüştü elbette. Her biri yakıp yıkmıştı her türlü hormonu. Bu kez bir düet söz konusuydu. Söz müzik İlhan İrem, ilham aldıkları biz. Ben ’ışık’, O ’sevgi’; her şey İlhan İrem söylemi gibi IŞIK ve SEVGİYLE oluşuyordu.
Konserdeki yerini alan en genç çifti karşılıyor Konuşamayarak büyük üstat:
sensiz ben yolumu bulamam
haykırmak istiyorum
konuşamıyorum konuşamıyorum konuşamıyorum
konuşursam gözyaşlarım beni boğacak
biliyorum duyuyorum görüyorum
konuşamıyorum
Aşkı yazanlardan daha çok söyleyenler etkilemiştir beni. Söylemek yürek işidir, yazmak ise biraz daha akılda. Konserin büyüsü, elektronun keyfi, bas gitarın doyumsuz hazzı, İlhan İrem’in nadide sesi bizi aşk çemberinin içine alıyor. Her şarkıda dökülüyor yüreklerimizden fırlayıp kendini dışarıya atan ’seni seviyorum’lar... Konser akıp geçiyor, ve beklenen şarkı geliveriyor:
Yıllar var ki ben böyle
Bekliyorum özleminle..
Anıların, umutların, kaldı bende
Anlasana anlasana anlasana...
Biraz daha gerçekleri anlasana!!
Yok ilk öpüşmem değil bu; ilk şükredişim... Geceye, rüzgara, havaya, tüm evrene; yaradana! Birbirimizi mühürlüyoruz ta ki yeniden o mührü kendimiz açıncaya dek. Ayrıca da o arkada sürekli Bal Ağızlım şarkısı ısrarla söylensin diye çırpınan arkadaşa da ayrı bir selam çakıyorum; ’’harikasın dostum, harikasınız!’’ bağırışı da nikah memurunun kıyımı oluyor.
*******************
10.10.2010... Pasaport-Konak-Karşıyaka... Zaman zaman bir Mirkelam klibi, ufak girişler Rafet El Roman şarkısı, bazen bir kaynana programı(!), vapurda konuşan bir adam dinleyen genç kadın, tarifsiz Cem Özkan şarkısı Kim Demiş Ki, evet bu şehir (izmir) gerçekten bir anne, baksanıza nasılda sarıyor kollarıyla. Körfezin iki ucu kapanıyor biz annemizin kucağında iki sevgili kalıyoruz. Bir çift önümüzde simit peynir yiyor, yan tarafta gençler beğeni dolu gözlerle abla ve abisine bakıyor. Ah Alsancak eli sopalı dedem, sanki bahçesinden en güzel meyvesini çalıp kaçmışım gibi süzüyor beni. Uğramadım yanına ondan bu öfkesi...
Ye, Dua et, Sev... Oldu başka işimiz gücümüz yok değil mi? Doğru yok! Hem bir dakika bu bizim işimiz değil ki, iman şeklimiz... (Bu arada filmi izlemeye gidecek olan arkadaşlar için tavsiye, Javier Bardem’in filmdeki halinin ex doğuşan ışık tarzıyla hiçbir alakası yoktur :) )
’’Aşık olmak, aşka yürüyecek gücü bulanların ödülüdür.’’ diyor Hande Sürmeli arkadaşımız son yazısında.
*****************
Ve tarihler 11.10.2010...
Veda değil, veda değil…
Dostlarla kaynaşıyoruz, küçük sohbetler eşliğinde bakışılıyor.
İtiraf… Bayramda aile ziyaretine giden yeni nişanlı çiftler gibiydik. Yakıştırmaktan bahsediyor dostlar ama bunu yaparken kullanılan uyum kelimesine takılıyor zihnim. Çünkü budur. Uyumdadır gelecek. Geleceğin kasasının gizemli anahtarıdır.
Uyum diyorlar... Uyum kelimesi! Bu arada nazar köşeden bakıyorsun bu taraflara doğru da hiiiiççç kusura bakma ’hadi yallahh başka kapıya...’
Yaşanılası yılları genç bir kadının gözlerinde görmek, soluksuz bir seansla izlemek geleceği; genç bir erkeğin hayata attığı ilk güçlü adımıdır.
Kapanışı İlhan İrem deyişiyle yapmadan önce sözü küçük bir düet çalışması için Portakal Kahkahalım’a bırakıyorum:
’’Hiçbir havaalanından ayrılmak bu kadar zor gelmemişti.. Ve hiçbir uçağa böyle buruk binmemiştim.. Tekrar gelecek olmanın buruk bir sevinci var anonsların yankılandığı şu salonda..
Kahve Kokummm..
Seni Çok ve Ötesi Seviyorum..’’
*************************
Hoşgeldin kadınım; Işık ve Sevgiyle...
Doğuşan IŞIK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.