- 985 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
sünnet düğünü / ardahan öyküleri 135
Ardahan’da çocukların sünnetini üç kişi yapardı.
Yaylacıklı, Askeri Hastane Sıhhiye Memuru Cihangir Yılmaz.
Devlet Hastanesi Sağlık Memuru Tevfik Köksoy.
Gayri fenni Sünnetçi: Saatçi Salih’lerin Pederi.
Adını hatırlıyamadım amcanın.
Ardahanın tüm erkek çocukları, gençlerini sünnet ettiler.
Bu söylediklerimiz 1985’e kadar devam eden safhadır.
Sünnet Troykası: Çıldırı, Hanağı, Göleyi, Hoçvanı... bilmem kaç metro karede. Bu mıntıkaların erkekliğe merhaba demiş delikanlıların; yaşamlarında bir nebze yer almıştırlar.
Kirvalık yöremizde önemli hadisedir. Erkek çocuk kesilince kirvanın kucağına verilir. Acıdan gözü yaşlanan çocuk kirvasıyla beraber yaşar, can havlini.
Kirva aileden biri olmuştur. Kirvanın kızını alamaz sünnet çocuğu; artık kardeşi sayılır.
" - Bilent dur yavrum. Kuşa bak...bak, ahana kuş; kuzgun uçer..."
" - Selo Kirva yalan etme... hani kuzgun? "
" - Kapkara işteye? "
" - Kargayla karıştırerem..."
" - Kuzgun, karga da kendilerini karıştırermiş. Senin karıştırman bişey mi?" diyenecek!..
Sünnetci kesti!...
Çocuk cıreler.
Can’ı yandı!
Sinirlerin kesilmesiymiş acıyı salan. Hastanede büyük yarmalarda sinirleri uyuşturarak beynin algılamasını ertelerler. Kalp ameliyatı mesala: Göğsü açar; narkoz verir, hasta günlerce ilacın etkisinde... acıyı anlamaz.
Acı halbuysem var, yok değil.
Pansuman yapılmış. Çocuk yatakta us’lu geçmiş. Elinde oyuncak kılıç’ı sünnetçiye taraf kınlamış. Bilinçaltının tevessüliyle:
- Sen benimkini kestin. Bende senin yanına bırakmam, der gibiydi.
Biz tabi sanatsal tefsir’le okuyoruz. Gerçekle alakası yok.
Odaya insan doluşmuştu.
Mevlüt okundu.
Yemek yenecek.
Davul- zurna çalınacak.
Allah ne verdiyse; herkes maharetini ortaya serecek.
Bu adam: Az önce ’Dayı’ merhaba dediğim adam değil mi? Yahu bu halk oyunlarında ne var ki; oynayan, oynamayanları efsunluyordu. İnsan, kendini; dalıp gitmeden alamıyor.
Bu müzik? Dans eden adam... kol-boyun sürüklüyor insanı. Figürler baştan çıkarıcı.
Bu semboller buket... Sokakta adamın birine söylesen; beceripte söylenmez sözler:
"Herkes Erzurum baş bar’ı oynasın!..."
Affeder mi, elinoğlu? Laf ağzımızda henüz...
Bu altı kişi ortaya çıktı. Sözleşmişler gibi. Bar’ın başına geçecek adam davulcuya şavaş verdi.
" VUR DAVULCU DAVUL’A!"
Bar başı şapkayı çıkardı. Elinde kasketi mendil niyetine titreterek kulağının dibine götürdü. Kasılma ve titreme bu işin raconu heral. Öylece kıkırdı. Kafasını sola doğru el kirkosuyla çevir, demişler gibi ağır ağır dönderdi.
Bu davul, zurnaya kuma’ymış mı?
Ba, ba, baaaaa!
Didişiyorlar.
Davulcu, zurnacı’nın kulağına eğildi. Laf söyledi; balkabağı, kaldır, kaldır vur duvara.
Zurnacı’nın ağzı meşgul olduğundan davulcuyu konuşturuyoruz. Tersi varit olsa; kendi konuşacaktı.
Zurnacı cevaben göz kapaklarını indirdi. İşmarla tasdik etti. Ne işittiyse bil mukabil cevapladı.
Sorunun yanıtı: gayri müsbetti. Davulcu olumsuza, menfi yanıt vermişti. Şöyle demiş oldu:
- NİYE ŞEB’DİR BABACAN!
Zurnacı darığdı. Cevap verecek...vermeliydi mi? ...ve verdi!
Zurnasına üfledi: İki kat şişirdi yanakları.
Zurna ötmeye başladı. Ötüyor:
- Olmaz, olmaz, şavaş parasıyla olmaz!...
VUR DAVULCU DAVULA,
GÜM GÜM GÜMLESİN!...
Bu davul ve zurnanın çalındığı ile yemek yediğimiz yer: Evin avlusuydu. Davetli insanlar sıraya girip masalara geçtiler. Tanıdık birinin yanına ilişirsek bize yemek verirler demeye kalmadı önümüze çini kap’ta bol etli patatesli haşlama konuldu. Servis yapan adam hızlıydı. Bir bakış bakıyor, o kadar: " Getir, ver, tamam." sakız etmişti lafı ağzına.
" - Getir! Ver! Tamam!"
Ekmek ve soğan masanın o baş’da. Nasıl alacağız diye düşünüyorum. Başımla ileri çıkıp duruyoruz. Adamla göz göze gelsem, diyeceğim:
" - Dayı! Ekmekle soğanı uzatırmısın?" birşey demeye macal vermeden:
" - Alın ola!... davetsiz misafirler." dedi.
Kuruduk. Aklım başıma gelen gibi olunca:
" Ne olur? Kaynaştığımız anlaşıldı, ama ekmeği verdiğine göre heralde neye yiyersiz demezler."
Üsteledi: " HEM ŞÖFÖR MAHALLİ HEM YİRMİ BEŞ KURUŞ"
Yedik, içtik, çay geldi ondanda içtik. Adamın diyeceği hepsi iki cümleymiş. Desin! iki cümlede iki porsiyon yemek’e neyder ki? Hiç vallahi dokunmaz.
Martin Heidegger derse ki:
" Her fenomen kendini olduğu gibi göstermez. Değişebilir. Çeşitli amil sebepler yüzünden. Hasta burnundan muztarip gider hastaneye kalp damarları kapalı çıkar. Esas fenomen, kalp damarı tıkalıyken kendini burun’da, sorun göstermesi. Bu aldatıcılık ZEVAHİR diye tabir ettğimiz felsefi kavramdır. Zevahir’e bilme sürecindeki kişiler dikkat etsin."
Şu yanılgıya düşülmesin:
O ile: Ö’yle, Bu öyle: B’öyle, Şu öyle: Ş’öyle.
O ile’nin zevahiri Öyle’dir.
Tırtıl esas fenomen’ken kelebek olarak tavus’tan güzeldir. Kelebeği gören tırtıldan geldiğine inanmaz. Zevahir kavramı burada kendini kanıtlıyor. Göründüğü gibi olmaya bilir kavramlar.
Kirva kelimesine Eski Mısır’da rastlıyoruz. Som değişmemiş bulamıyoruz onu ne yazık ki: MİKVA isminde ve serencamı yeni.
Erkek çocukların sünnet edilişlerine " EVET!" MİKVA deniyor. Kirva kelimesi zevahiren Mikva’dan merbut. Ne merbutu? O’ndan zuhur etmiş.
Fenomen göründüğü gibi değildir, sahihliğini aradığımızda başkasıyla karşılaşabiliriz: PERİSH İngilizce de: mahvolmak anlamı imiş, sözlüğe göre; inanılacak olunsa şu zahiret kaçırılacaktır. Perish Farsçadan İngilizceye geçmiş şu bizim PERİŞAN kelimesi değil mi?
Perish, Perişan’ın vazıh hali olmuyor mu?
Martin Heidegger’in ve Edmund Hussler’in adıgeçen yöntembilimleri olmaz ise idi. Zevahiren Kirva kelimesinin Mısır’dan Mikva kelimesiyle bağlılığını çözemeyecektik.
Heidegger’in zevahir yöntemi sorunu çözüyor.
Bu Erzurum barını oynayan bar’ınbaş’ı eklem yerlerini kırarak hareketlerini güzel göstertiyordu.
O ne ağır ve yavaşlıkta oynamaktı. Yihhuuuu!... çarşı kopmuş gelmişti. Mübalağasız; evin damı, çeperlerin başı: Hep cemaat... alkış, alkış, el çırpan, mendil sallayan... tezahürat’tan kırıldı halk.
Bu öyküyü anlatan Rafet Güler şöyle bitirdi:
" Erzurum barını olağandışı oynayan adamlar daha yerlerine oturmamıştı. Davetli bir şahıs: ’ Bunlar Erzurumlu değil.’ dedi.
İnsanlara da seyir lazım.
Bahse girdiler; bunla o davetli. Takım elbisesine, parayı da gene ordaki bir adama çıktılar. Millet şimdi sünnet’i, bar’ı bıraktı, bahisçilere bakıyor.
- Nerden anladın Erzurumlu olmadıklarını, dedi, bahse giren.
Bahseden:
- Ola eşitmedin mi? Hiç:TEY; TEY; TEY; TEYYY! demediler!
- Olaa!... hakkatten! Vay; ne anamı ağlattın!"
Yalçıner Yılmaz
18-10-2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.