- 897 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
bir garip adam
Hiç beklemediğim bir anda yanıma geldi. Uzunca boyu, kederine gülümseyen yüzü ve iki bavuluyla. Hayatın yükü yetmemiş gibi bir de bavullar bükmüştü belini. Yan tarafta ki telefoncudan memleketi aramış. Telefonda konuştuğu kişiye dergâhtan bahsedip her iki kelimesinde “Kurban” deyince, telefoncu benim yanıma göndermiş. Selam vererek girdi içeri, daha selamını almadan, gülüyordu gözleri. “Kurban” dedi, “selam” dedi güldü yine.
Beni görünce yitiğini bulmuş gibi sevindi. Eskişehirliymiş. Asker. Usta birliği bizim memlekete düşmüş...
Çocuk yetiştirme yurdunda büyümüş, daha yaşı yirmi. Ömrü bali, uyuşturucuyla geçmiş. Sokaklarda aramış kaybolan kimliğini. Ana yok baba yok. Uzun boylu, gömleğinin iki düğmesi açık yukardan. Vücudundaki jilet ve kolundaki kocaman dövmeye bakınca geçmişini okuyorsunuz. Yüzüne bakınca da içerinize bir muhabbet hâsıl oluyor. Muhabbetullah…
Vücudunun her yeri jilet izi. Sol kolunda kocaman bir dövme... “Bunlar” dedi kolundaki jilet izlerini göstererek, “sohbettir kurban”. “Nasıl”? Dedim. “E kurban” dedi. “Benim koluma bak, birde şimdiki halime. Sence en büyük sohbet değil mi anlayana”…
17’sinde kalbine bir ilham düşürmüş rabbim, önce burnuna hoş kokular gelmiş hiç bilmediği yerlerden. İçerisine değişik bir sükûnet. O zamana kadar sürdürdüğü yaşantısıyla tezat olan, adını koyamadığı duygular demeti…
Sonra, yurtta beraber kaldığı arkadaşlarından birisi durup dururken, değişik birileri olabileceğinden, onların bu haline ilaç olabilecek bir şeyler olması gerektiğinden, adını koyamadığı şeylerden bahsetmiş. Gülmüş tabi ilkin, galiba senin kafan dumanlı demiş, aldığı bali ve hapları düşünerek, alay etmiş. Sonra o arkadaşı bir vesile Menzil’e gitmiş, dönüşünde karşılamış onu otogarda, sarılmış... Ve şok olmuş... Yıllardır burnuna gelen o misk koku arkadaşına sirayet etmiş. “Sen nereye gittin”? demiş, sarılmış, sarsılmış. Duramamış oda gitmiş... Para yok pul yok. Gitmiş ama. Bu yolculuk onun için yeni bir başlangıç olmuş. Uzunca bir süre menzilde kalmış. “Ne buldun menzil de, ne gördün, anlatır mısın” dediğimde, “Babam yoktu, onu babam yerine koydum, diz çöktüm önünde, dizlerim dizine değdi, elerim eline, yüreğim yüreğine” dedi. Bu diyebildikleriydi sadece.
Uzunca bir sohbet etmiş ona. Dedim “ne dedi sana”? “Vallahi kurban, çok şey anlattı lakin bir tek cehennem ateşi kalmış aklımda”!
Bir saat kadar oturdu yanımda. Dedim “çay”, utandı içerim demekten. İçtiği çayın parasını da zorla vermeye çalıştı. Sigara uzattım, zorla kendi sigarasından ikram etti. Denizdi sanki Murat, dalgasına kaptırmıştım kendimi. Bir ileri bir geri savurup duruyordu beni. İçerim sırılsıklam…
Ansızın kapıma gelen bir sohbetti Murat. Bir kıssa, bir hikâye. Biraz acı, biraz gerçek…
İkindi vakti çıktı yanımdan. Sarıldık. Kardeşim dedim. “Bir emrin var mı”? “Dua et” dedi sımsıcak gülümseyerek.
Yutkundum ardından. İçimde tarifi imkânsız bir “hal” bıraktı. Yine gel dedim, içimden “mutlaka gel ama” diye tekrarlayarak.
Giderken dua istedi benden. Etmem mi kurbanım dedim etmem mi. siz de dua edin sofiye, kurbanıma...
Mehmet Deveci
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.