- 605 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
FAİZİN GÖRÜNMEYEN YÖNÜ
‘‘Ey Şuayb senin namazın mı sana, babalarımızın taptığı şeylerden yahut mallarımız üzerinde dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu akıllı bir adamdın.’’ der ayet. (hud 87)
Demek ki Şuayb as nin dedikleri bu kavme sert ve yeni bir söylem gibi geliyor ki, Şuayb as ye ‘’yumuşak huyluydun’’ deme gereksinimi duysunlar. İslamın varlığını ve nihai hedefini iyi kavrarsak bu ayetin ne demek istediğini hatta hayatın nasıl düzene sokulacağını kestirmek kolay olur kanımca.
İslamın yeryüzündeki varlığı ve yapmak istediğinin ne olduğu hususunda elçilerin bulundukları konumun fazlaca önemi var. Kimlerle beraberler ve söylemleri nelerdir? Bu sorulara cevabı bulduğumuzda olay çorap söküğü gibi gelir.
Kıssalarda ki resul duruşunun, mustazaflar (alt tabaka) ile beraberliği ve mele (üst tabaka) ile karşı karşıya olduğu görüntüsü gözden kaçmamalıdır. Niye alt tabaka ile beraber üst tabakaya karşı diye düşündüğümüzde, bu davranışın insanları eşit olmaya davet ettiği noktası kaçınılmaz bir gözlemdir. İşte bu sonuç İslamın nihai hedefidir. Yeryüzü nimetlerinin adaletli paylaşımını gerçekleştirip, halkları birbirinin kanını akıtmaktan vazgeçirmektir. Çünkü eşitlik durumunda kalpler yumuşaktır ve karşı kişiye yada ırka duyulan kin en azdır veya hiç yoktur.
Geçmişteki mustazaf -mele kavramlarının bugünkü karşılığı, sermaye-emek yada zengin-fakir olduğunu düşünüyorum. Aramızda peygamber olmadığına göre ve bu durumun düzeltilmesi kuran ışığında olacaksa, bu düzeltme işini yapacak zümre de Müslümanlardır. Hep şu olmuştur; iyide kardeşim nasıl olacak bu? Kanlı mı kansız mı partili mi partisiz mi gibi saçma sorular sürekli olmuştur. Gerçi bu sorular, İslami anlatanların anlattıkları kadar seviyelidir. Demem o ki, bu durumun nasıl düzletileceğini İslami söylemleri olanların bilmedikleri kanısındayım.
İslamın amacının yeryüzü nimetlerinin adil paylaşımı ise, yeryüzünü düzeltme işi ekonomi ile alakalı olmalıdır. Eşitlik, nimetlerin kişilerdeki varlığı ile ölçülecekse, düzeltme işinin ekonomi ile başlaması kaçınılmazdır.
Madem ki İslam emek sermaye ilişkisini temel konu alıyor, o zaman düzeltme işi de buradan başlamalıdır. Yapılması gereken aslında kolaydır fakat kolayın ardından gelecek bedeller, yapılması gerekeni gerçekleştirecekleri korkutuyor. En belirgin korku can ve mal korkusudur. Ancak şu unutulmamalıdır ki canı ve malı ile denenenlerin ve bunu denemeyi başarı ile tamamlayanların cennet hakkı olacaktır. Kısacası mal ve can ile denenmeyenler hiç imtihana başvuru yapmamış biri gibidir ve sınav sonucunu bekleme hakkı yoktur, yani sınava girmiş ve sıfır çekmiş birinin durumu gibidir. Bu ayrıntıyı söyledikten sonra esas mesele olan eşitlik meselesinin nasıl hallolacağı konusunda fikrimi söyleyeyim.
Öncelikli klasik bir söylem olan islamın barış ve sevgi dini olduğu söylemini söylemem gerek. Ancak sevgiyi Erich Fromm un dediği şekliyle algılarsak, ki kuran ile ötüşür, ( sevgi insanların tüm insanlara karşı gösterdiği olumlu davranışların bütünüdür) ekonomik tedirginliklerin azlığı da sevgi sınırları içerisine girdiğini görebiliriz. Şuayıb as nin toplumuna verdiği mesajın özünde de sevgi vardır. Bu sevginin adı paylaşımdır, bu sevginin adı Allah ın dediği şekliyle malını harcamaktır, bu sevginin adı başkalarının da kendisi gibi nimetlere ihtiyaç duyduğunun adıdır. Fakat ortada bu şekilde seviyorum deyip de insanları sömürenlerde mevcuttur. Gerçi istismar edilmeyen ne var ki; elbette din de istismar edilecektir. Kimi zenginlerin bu sevgi anlayışı sudur ki bunu derken Allah dan korkmazlar ve hatta Allah ında bundan hoşnut olduğunu söyleme cüretinde de bulunurlar. Bu söylemin adı; Allah bana daha çok versin ki bende daha çok yardım edeyim. Bu zümrenin sevgi-yardım anlayışı Allah ın vermesi şartına bağlıdır ki tıpkı Kuran daki Yahudi söylemlerinin ta kendisidir. Allah ile pazarlığa oturmaktır bunun adı, Allaha şantaj yapma cüretidir, kısacası Allah ile denk olduğunun iddiasıdır aslında. Çünkü denklik söz konusu olduğunda takas yada pazarlık olur.
Bana öyle geliyor ki esas mesele yardım da değil, esas sorun fazlaya talip olmakta, yani doyumsuz insanın fazlasına talip olması meselesi. Çünkü Allah: ‘‘Dünyayı isterseniz dünyayı veririm, ahreti isterseniz ahreti veririm’’ der. Dünyayı isteyeni fazlasına talip olarak değerlendirdiğimizde, talip olduğu için Allah ın kısmadan verdiğini düşünüyorum. Ama Allah talip olana fazlasını verirken, yeryüzü nimetlerinin insanlığa yeteceği miktardan daha başka miktar yaratıp vermiyor, dünyaya talip olana başka birinin hakkına gasp eden olarak değerlendirip gene de veriyor ve insanları bu şekilde deniyor. Allah yeryüzünde insanların ayrı-ayrı rızkına kefil değildir, Allah yeryüzündeki insanların toplam rızkına kefildir ve bu olguda insanları dener, bakalım kim yetenden fazlasına talip oluyor kim olmuyor? Çünkü ayrı-ayrı rızka kefil olsa açlıktan bir çok insan ölmez yada birinin aşırı geliri olurken birisinin hiç gelirinin olmaması söz konusu olmaz. Ayrıca madem geri vereceksin, fazlasına neden talip oluyorsun demezler mi adama? Neden fuzuli bir yükü taşıyorsun demezler mi yada bu vebalin altına durduk yere niye giriyorsun, islamı ancak zengin olarak mı yaşanıyor demezler mi?....
Ayrıca sermaye koyup bir üretim hane açıp masraftan sonra kazancın büyük kısmını sermaye sahibinin cebine indirmesinin faizden farklı ne yönü var ki? Faiz yiyen ne yapıyor ki bunun dışında? Adam birine para veriyor belli bir müddet sonra kendisi oturduğu yerden fazlasıyla geri alıyor. Burada da aynı durum söz konusu değimli? Açıyor fabrikasını, işçiler çalışsın o yesin. Nerde kaldı islamın adaletli ve eşit olmaya çalışın söylemleri? En iyi Allah bilir ancak bana göre bu durumun çalışmadan birine para vererek faiz yiyen kişiden farkı yoktur. Neymiş efendim risk varmış ticarette ve batabilirmiş. Ama aynı risk elden para verme durumunda da yok mur? Nitekim yurdumuz hatta dünya bunun örnekleri ile dolu. Parasını faize veren adamın da riski yok mu? Faiz yememenin ölçsüsü risk mi? Ne yani o zaman faize para veren adam günah işlemiyor demek gerekiyor. Böyle bir söylem söz konusu olabilir mi?
Ben çözümün birkaç kişinin model olmasıyla hallolunacağı kanaatindeyim. Allah dan korkan belli sayıda gençlerin yaşları genç iken Allah ın rızasını gözeterek ticarete atılmasını ve bu ticaret zamanında kazanılan karın, eşit şekilde emek sahipleri ve gelirsiz insanlar ile paylaşılması durumunda mümkün olacağını düşünüyorum. Çünkü kalplerdeki kıskançlık, kin, nefret duygularının ancak ve ancak ekonomik durumun eşitliği sonrasında söneceğini ve sonrasında bunu gören kitlelere ‘‘işte İslam budur’’ mesajının verilmesi ile islamın sel gibi kafalarda anlaşılacağını düşünüyorum. Çünkü mevcut yapıdaki aşırı kazanca Allah ın razı olmayacağını düşünüyorum. Sermaye sahibi sadece sermaye koymak suretiyle kazancın büyük kısmını alma hakkına sahip değildir. Hud suresi 87 ayette tam da bunu işaret eder. Zenginlerin mallarını Allah ın dilediği gibi kullanmadıklarını söyler. Ayrıca namazın da başka bir tarifini verir Allah. Namaz: malını Allah ın dediği şekliyle harcamaktır gibi…
Eğer bu model denenirse, yalnızca Allah dan korkanlar bunu ortaya koyabilirse yavaş yavaş toplumun eşit seviyeye geleceği kanaatindeyim, bu modele elbette karşı çıkanlar olacak; bunlar diğer sermaye sahipleri, en çok ben kazanayım diyenler. Bu zümrenin hoşuna gitmeyecek, tehdit edecekler, sıkıştırıp dövecekler, gerekirse öldürecekler. Ancak müminler belli olgunluktan sonra yalnızca Allah dan korkarlar. Bu yüzden bu işi yapsa-yapsa heyecanını yitirmemiş ve yalnız Allah dan korkan müminler başarabilir.
Cüneyt Taşoğlu
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.