1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1436
Okunma
DİN KÜLTÜRÜ
Aslında gündem o kadar dolu ki;
Yazma konusunda zorluk çekmiyorsunuz…
Ama ne yazsam diye seçemiyorsunuz…
Son zamanlarda yeniden “din” konusunu tekrar ısıtmaya çalışanlar var…
Neymiş okullarda “din kültürü ve ahlak bilgisi” niye zorunlu…
Niye zorunlu olmasın dediğinizde…
Ona cevap verecek birini bulamıyorsunuz…
Yok, efendim Sünnilik öğretiliyormuş…
Vesaire…
Tabi ki Alevilikte öğretilsin…
Biz birlikte yaşayacağımıza göre,
Bu memlekette Alevililerde olduğuna göre…
Alevilikte öğretilsin tabi…
Ama nasıl?
Hangi Alevilik?
Alevilik mezhep mi?
Yol mu?
Tarikat mı?
Din mi?
Dinsizlik mi?
Hangisi?
Bu konuda Alevilik adına konuşanlar bile,
Bir konuda anlaşamamaktadırlar…
Aslında halk arasında bir sorun yok…
Sorun:
Bu konuda nemalanmak isteyenler.
Bu konu üzerinde siyasi rant edinmek isteyenler…
Ve maddi rantını almak isteyenler olayı germeye çalışıyorlar…
TVlerde ki tartışmalara baktığımızda görünen bu.
Üstelik “bu memlekette 30 milyon alevi var”…
Diyenlere bakıyorsunuz…
Derneklerinin ya da kayıtlı üyelerine bakıyorsunuz…
Yüzleri geçmiyor…
Kalkıp 30 milyonun temsilciyiz demekten çekinmiyorlar…
Alevîlik Bektaşilik konusundaki bilgi boşluğu, aynı zamanda ciddi bir kavram kargaşasına yol açmaktadır.
. Şiî, Ca’ferî, Nusayrî, Rafizî, Kızılbaş, Çepni, Tahtacı, Alevi ve Bektaşî kavramları genellikle birbirine karıştırılmaktadır.
Alevilik, kelime olarak Hz. Ali’nin soyundan gelmek, onun soyuna mensup olmak anlamına gelmektedir. Hz. Ali’nin çocukları Hasan’ın soyundan olanlara Şerif, Hüseyin’in soyundan olanlara da Seyyid denmektedir.
Türk tarihinde Alevilik, ya da yaygın kullanılışı ile Alevilik Bektaşilik, 19. asrın sonlarından itibaren, Türkiye’de yaşayan Kızılbaş, Bektaşi, Tahtacı, Çepni, Sıraç vb. zümreleri ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır. Maalesef, bu kavramın şemsiye kavram hâline geliş sürecinde ve daha sonrasında, bilerek, ya da bilmeyerek bu grupların Sünni olmadıkları hususuna ciddi olarak vurgu yapılmıştır. Ancak, Sünni olmadığını söylemenin, “ne olduğunu söylemek” anlamına gelmediği çoğu zaman göz ardı edilmektedir. Sonuçta, Alevilik-Bektaşilik, bir anlamda Sünnilik karşıtlığı olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Bu durum, Türklük ve Müslümanlık ortak paydasından rahatsız olan bazı kimselerin işini kolaylaştırmıştır. İşte, Alevilik-Bektaşilik konusunda kafa karışıklığının en önemli sebeplerinden birisi de budur.
Mezhep ve tarikatlar, Hz. Muhammed’in vefatından çok sonraları, din anlayışındaki farklılıkların kurumlaşması sonucu ortaya çıkmış olan beşeri oluşumlardır. Hz. Muhammed’in sağlığında herhangi bir mezhep ya da tarikat mevcut değildir.
*Kerbela olayı, hiç kuşkusuz insanlık tarihinin şahit olduğu en talihsiz olaylardan birisidir. Ancak, bu olay olduğu zaman Türkler henüz Müslüman olmamışlardı. Hz. Hüseyin’i Kufe’ye çağıranlar, Kufeli Araplardır. Kerbela’da onu hunharca şehit edenler Kufeli Araplardır. Onun öldürülmesine seyirci kalanlar Kufeli Araplardır. Onun şehit edilmesinden dolayı pişmanlık duyarak Tevvabun hareketini gerçekleştirenler de Kufeli Araplardır. O zaman diliminde, henüz Şiilik de, Sünnilik de mevcut değildir. Hz. Hüseyin’i şehit edenler Sünni olmadığı gibi, Muaviye de, Yezit de Sünni değildir... Özde Arapların bir iç sorunu olan Kerbela olayının Araplardan çok, Arap olmayan Müslümanların gündemlerini asırlardır niçin bu kadar meşgul ettiği, doğrusu araştırılması gereken bir konudur.
Alevilik-Bektaşilik, Sünnilik karşıtlığı değildir. Alevilik-Bektaşiliği, bilmeden veya art niyetle Sünnilik karşıtlığı temeli üzerine oturtmaya çalışmak, hem tarihsel hakikatlerle, hem de Alevilik-Bektaşilik gerçeği ile örtüşmez. Böylesi bir yaklaşım biçimi, kendisini Müslüman hisseden bütün insanlara Müslüman olma imkanını sağlayan İslami kök değerler ortak paydasını kaybettirir. Belki de, Alevilik-Bektaşiliğin özündeki İslami kök değerleri yadsımak arzusu, yeni Alevilik inşalarında bilinçli olarak Sünnilik karşıtlığını merkeze almaya çalışmaktadır. Durum böyle olunca, Sünnilikte var olan herhangi bir ögenin, Alevilikte olmaması gerektiği gibi sakat bir anlayış ortaya çıkar ki, kanaatimizce yapılmak istenen de muhtemelen bu olmalıdır.
Mevcut Aleviliğin kendini ifade biçimi de açıkça tarikat formundadır; kullanılan temel kavramların hemen tamamı tasavvufi içerik taşımaktadır. Cem, musahiplik, görgü ve düşkünlük erkanları; dört kapı kırk makam gibi kavramlar, sadece Bektaşilikte değil; pek çok Sünni bilinen tarikatta var olan kavramlardır. Mevleviler’in “sema”sı ile “semah” arasındaki benzerlik ilk bakışta göze çarpmaktadır. Ayrıca, Mevlevilikteki pek çok ögenin, biraz farklılaşarak da olsa, Bektaşilikte ve bugünkü kullanılan biçimi ile “Alevilik-Bektaşilik”te mevcut olması, Mevlevilikle Alevilik-Bektaşilik arasındaki ilişkinin ipuçlarını vermektedir. Aynı şekilde, Ahilik ile Alevilik-Bektaşilik arasında da ciddi benzerlikler ve paralellikler vardır. Alevilikteki “düşkün ilan etme”nin Ahilikteki adı “ocaktan atılma”dır. “Pabucunun dama atılması” deyimi de dikkat çekicidir.
Biraz dikkat edecek olursak, daha önce de ifade etmeye çalıştığımız gibi, başımızı ağrıtan sorunların önemli bir kısmının, doğru ve sağlam bilgi eksikliğinden kaynaklanmış olduğunu hemen fark edebiliriz
“Aleviliğin İslam dışı” olduğu şeklindeki iddiaları ilk defa dile getirenlerin, başta Hasluck olmak üzere, bazı Batılı araştırıcılar olduğunu hemen belirtmekte fayda vardır.
Bu tür marjinal çıkışlara en iyi cevap, yine Alevi kesimin içinden gelmektedir. Cemal Şener’in şu ifadeleri oldukça önemli tespitleri içermektedir: “Şimdi Alevilik İslam’ın dışındadır diyenlerin aslında Aleviliğin inanç yönüyle hal ve alakaları yoktur. Alevi anne babadan doğmuş olabilirler ama Alevi değiller. Çünkü Aleviyim demek ‘Ben Allah’a, Muhammed’e ve Ali’ye inanıyorum. Kur’an-ı Kerim’in kutsal kitap olduğunu kabul ediyorum’ demektir. ‘Ben Aleviyim’ demenin müeyyidesi budur”.
Diğer taraftan, Türkiye’deki Alevilik-Bektaşiliğin, henüz mezhep mi, tarikat mı olduğu konusunda, Alevi-Bektaşiler arasında bile bir görüş birliği yoktur. Alevilik-Bektaşiliğe, mevcut haliyle “mezhep” diyebilmek, bilimsel açıdan mümkün değildir; çünkü Alevilik-Bektaşilik, esas itibariyle itikadî olmaktan çok sosyo-kültürel bir farklılaşmadır. Ayrıca, Alevilik-Bektaşilik şeklindeki kullanımda, ağırlık Bektaşiliğe verilmektedir. Alevilikle Bektaşiliği, mevcut haliyle birbirinden ayırmak pek mümkün değildir. Eğer, söz konusu Bektaşilik, Hacı Bektaş Veli’nin adına izafeten kurulan tarihî Bektaşilik ise, -ki öyledir-, bu doğrultuda bir Din Kültürü Ahlak Bilgisi Dersleri’nin olmasını istemek, doğrudan, Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile ilgili olan kanuna aykırı olacaktır.
Türkiye’de tek tip bir Alevilik-Bektaşilik yoktur. Alevilik-Bektaşilik, bölgeden bölgeye farklılık arz etmektedir. Bu durumda, hangi Alevilik-Bektaşilik esas alınacak ve okutulacaktır.
Başlarken bu kadar uzayacağını tahmin edememiştim.
Bu konu aslında çok derin bir o kadarda karışıktır.
Bu günlük hacı bektaşı velinin bir sözüyle sonlandıralım.
“Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır”.