- 427 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Deccal Faaliyette Ya Müslümanlar?
Şeytanın mantığıyla hareket eden deccal, bozgunculuk çıkararak, huzur ve düzeni bozarak, barışı engelleyerek faaliyettedir. Tüm dünyada şiddet, terör ve anarşiyi körükleyerek görevine devam etmektedir. Nedensiz başlayan ve süren savaşlar, yine belli bir nedeni olmaksızın yaşanan iç çatışmalar, masum insanların ölümüyle sonuçlanan terörist saldırılar ve günlük yaşamdaki bireysel şiddet; bunların tümü son dönemde Deccal’in sayısını artırdığı bozgunculuk örnekleridir.
Deccal’in fikir sistemi ve kurduğu tuzaklar, insanları Allah’ın yolundan engellemek için kurulmuş özel yöntemlerdir. Peygamberimiz’in (sav) de hadislerinde dikkat çektiği Deccal’in tuzaklarının büyüklüğü ve fitnesi, samimi müminler dışında, neredeyse tüm insanlığı içine alabilecek boyuttadır. Bugün tüm dünyada yaşanan ahlâki dejenerasyon ve karmaşa ortamı, bu fitnenin boyutlarını gösterir.
Peki Deccal böylesine yoğun faaliyet halinde iken Müslümanlar, dünyayı etkisi altına alan bu mücadelenin neresinde?
Allah, samimi müminleri yeryüzünde varis kıldığını haber verir ve "İşte (yeryüzünün hakimiyetine ve ahiretin nimetlerine) varis olacak onlardır. (Mü’minun Suresi, 10) ayetiyle müjdelerken, Müslümanlar bu müjdeyle müjdelenenlerden olmak için ne kadar gayret ediyorlar?
Allah, İslam’ın hakimiyetini ve Kendi nurunu tamamlayacağını, "Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, Kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile. Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O’dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam’ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile. (Saf Suresi, 8-9) ayetiyle vaad ederken, bunu gerçekleştirmek için Müslümanlar ne kadar çaba içerisinde?
Kur’an’da, "Allah, suçlu-günahkarlar istemese de, hakkı (hak olarak) Kendi kelimeleriyle gerçekleştirecektir. (Yunus Suresi, 82) buyrulurken, Müslümanlar Allah’ın dinine ne kadar yardım ediyorlar?
Peygamberimiz’in(sav) hadislerinde ve İslam alimlerinin yorumlarında bildirildiğine göre, İslam ahlakının hakimiyetinin en önemli aşamalarından biri İttihad-ı İslam’ın yani İslam dünyasının birliğinin sağlanmasıdır.
Ahir zaman ve Kur’an ahlakının dünya hakimiyetini kitaplarında sıklıkla konu eden Bediüzzaman, İslam Birliği kurulması üzerinde önemle durur. Bediüzzaman, İslam Birliği’nin kurulmasını ve İslam ahlakının dünyaya hakim olmasını, İslam dünyasının büyük bir bayramı olarak niteler. Bediüzzaman bu konuyla ilgili olarak şu sözleri söyler:
Bu zamanın en büyük farz vazifesi İttihad-ı İslam’dır (İslam Birliği’dir) (Hutbe-i Şamiye, s. 90) .
... İnşaAllah, alem-i İslamın (İslam aleminin) da büyük bir bayramına yetişirsiniz. Cemahir-i müttefika-i islamiyenin (İslam cumhuriyetlerinin birleşmesinin) kudsi kanun-u esasiyelerinin (kutsal kanunlarının) menbaı (kaynağı) olan Kur’an-ı Hakim, istikbale tam hakim olup beşeriyete (insanlığa) tam bir bayramı getireceğine çok emareler (işaretler) var. (Emirdağ Lahikası-ll, s. 76)
Kur’an, katıksızca iman edenlerin yeryüzüne mirasçı kılınacaklarını "Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de O dini (İslam’ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O’dur. (Tevbe Suresi, 32-33) ayetleriyle haber verir.
Müslümanlar’ın, namaz, oruç gibi ibadetleri farz kabul edip, "Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın... (Al-i İmran Suresi, 103) ayeti gibi birliği emreden ayetleri göz ardı etmesi ne büyük yanılgıdır. Hakkı, hakikati, iyiliği, barışı hakim kılmak için birleşmek ve "kurşunla kaynatılmış" gibi birlikte mücadele etmek tüm Müslümanlar üzerine farzdır. Bir Müslüman, İslam ahlakının dünya hakimiyetini istemez ve bunu ütopya olarak görebilir mi? Allah bu dini, Kitabı, Peygamberini(sav) hakim olsun diye göndermişken, İslam birliğinden yana olmayan kişi, Müslümanlardan yana olur mu? Müslümanların bunu dile getirmemeleri ve arzu etmemeleri büyük yanılgı değil midir?
Bediüzzaman, bu konuda özür beyan edenlere de “bu özrünüz kabul değil” der ve şöyle devam eder: “Tembelliğiniz ve neme lâzım deyip çalışmamanız ve İttihad-ı İslam ile milliyet-i hakikiye-i İslâmiye ile gayrete gelmediğiniz, sizler için gayet büyük bir zarar ve bir haksızlıktır. İşte, seyyie böyle binlerce çıktığı gibi, bu zamanda hasene-yani İslâmiyetin kudsiyetine temas eden iyilik-yalnız işleyene münhasır kalmaz. Belki o hasene, milyonlar ehl-i imana mânen fayda verebilir.” Yani İttihad-ı İslam’ı isteyen bir insanın, bu amaçla yaptığı herhangi bir faaliyetin, bütün İslam alemine fayda vereceğini söyler Bediüzzaman.
Verilecek zararın ise bütün İslam alemi için kayıp olacağını ilave eden Bediüzzaman, İslam aleminin bir bütün olduğunu söyler. "Onun için, neme lâzım deyip kendini tembellik döşeğine atmak zamanı değil!” diyerek Müslümanları uyarır.
Bediüzzaman, Müslüman alemini çok fazla çark ve dolapları bulunan bir fabrikaya benzetir ve o fabrikanın çarklarından birinin geri kalması halinde tüm fabrikanın duracağını, sonuç alınamayacağını tefekkür eder. Ve “Onun için, İttihad-ı İslâm’ın, İslam Birliği’nin tam zamanı gelmeye başlıyor.” der. “Birbirinizin şahsî kusurlarına bakmamak gerektir” sözüyle de kişisel kusurlarla uğraşmanın vakit kaybı olacağına dikkat çeker.
Kur’an ahlâkının yeryüzü hakimiyeti, Allah’ın Kur’an’da haber verdiği bir vaadi iken bazı Müslümanların bu konuda ümitsiz ve şevksiz olmaları hata olur. Ümitsizlik, insanın, din ahlâkını şevk içinde yaşamasını engelleyen en önemli unsurlardandır. Allah, inananlara hiçbir olay karşısında ümitsizliğe kapılmamalarını, Kendisine dayanıp güvenmelerini emreder. Bediüzzaman, ümitsizliğin Müslümanlar üzerinde adeta öldürücü etkiye sahip olduğuna dikkat çeker:
"Yeis en dehşetli bir hastalıktır ki, âlem-i İslâmın kalbine girmiş. İşte o yeistir ki bizi öldürmüş gibi, garpta bir-iki milyonluk küçük bir devlet, şarkta yirmi milyon Müslümanları kendine hizmetkâr ve vatanlarını müstemleke hükmüne getirmiş. Hem o yeistir ki, yüksek ahlâkımızı öldürmüş, menfaat-i umumiyeyi bırakıp menfaat-ı şahsiyeye nazarımızı hasrettirmiş. Hem o yeistir ki, kuvve-i mâneviyemizi kırmış. Az bir kuvvetle, imandan gelen kuvve-i mâneviye ile şarktan garba kadar istilâ ettiği halde, o kuvve-i mâneviye-i harika meyusiyetle kırıldığı için, zâlim ecnebîler dört yüz seneden beri üç yüz milyon Müslümanı kendilerine esir etmiş. Hatta bu yeisle, başkasının lâkaytlığını ve füturunu kendi tembelliğine özür zannedip neme lâzım der, “Herkes benim gibi berbattır” diye şehamet-i imaniyeyi terk edip hizmet-i İslâmiyeyi yapmıyor."
"Yeis, ümmetlerin, milletlerin kanser gibi dehşetli bir hastalığıdır " der Bediüzzaman ve ümitsizliğin korkak, aşağı ve acizlerin tavrı ve bahaneleri olduğunu bildirir. Yeisi bırakan Arap milletlerinin, İslâmiyetin kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesânüd ve ittifak ile el ele verip Kur’ân’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerini haber verir."(Hutbe-i Şamiye)
Gözardı ederek, önemsemeyerek ya da ümitsizlik içinde; mazeret her ne olursa olsun "neme lâzım, başkası düşünsün" demek çok yanlıştır. Yalnızca bulunduğu coğrafyaya değil, tüm dünyaya aydınlık getirecek olan bu birliğin inşası için vicdanlı Müslümanlar birlikte hareket etmelidir. Büyük bir şevk ve heyecanla beklenen bu beraberlik için her Müslüman coşku ve çaba içinde olmalıdır.
Deccalin fitnesine karşı Allah’ın hoşnutluğu için birlikte saf bağlayarak hareket edildiğinde, zorluk ve sıkıntılar hep birlikte aşılacaktır. Deccalî/şeytanî sistem yerine Kur’an ahlakının tüm dünyaya yayılmasına vesile olacak bu büyük dayanışmanın, kuşkusuz ödülü de büyük olacaktır.
Ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha var: Allah’tan ’yardım ve zafer (nusret)’ ve yakın bir fetih. Mü’minleri müjdele. (Saff Suresi, 13)
Fuat Türker, Haber Vaktim
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.