YANGIN 6. Bölüm
Kış tüm şiddetiyle devam ediyordu!
Yerler insan boyu karla kaplanmış, yaşam şartları iyice zorlaşmıştı.
Sabah namazına kalkan Zeliha Hanım sobanın geçmek üzere olduğunu fark etti. Sabah soğuğuna aldırmadan kömürlükten bir torba kömür alarak sobaya attı. Bir süre sonra soba canlanmış evin içini tatlı bir sıcaklık kaplamıştı.
Sıcak suyla abdestini alıp namazını kıldıktan sonra oğlu için kahvaltı hazırlamaya başladı.
Vakit daha erkendi.
Pencerenin önündeki koltuğa oturup dalgın gözlerle dışarıyı izlemeye başladı.
Gözlerinden istem dışı yaşlar süzülüyordu. Geçmişini düşündü.
Bu köye ilk geldikleri günlerde eşinin yüzüne bir miktar kan gelmiş ve düzelecek gibiydi. Ne çok umutlanmışlardı. Belki de köy onun için iyileşmesine vesile olacaktı. Ama çok geçmemiş eşi bir sabah Hakk’ın Rahmetine kavuşmuştu. Ana oğul evimizin direği dedikleri babalarını kaybetmenin acısından bir daha yaşayamayacaklarını zannediyorlardı. Ama hayat devam ediyordu bir şekilde gidenin arkasından. İşte onlarda alışmışlardı yokluğuna. Kocası öleli bugün tamı tamına dört yıl üç ay iki gün olmuştu. Onun ölümünü gün gün hesaplıyor ve yanına gideceği günü sabırsızlıkla bekliyordu. Kadir olmasa çoktan ölüp gitmişti belki! Oğluna olan sevgisi ve onun kendisine duyduğu ihtiyaçtan direniyordu.
Şu oğlanı da bir evlendirsem hayırlısıyla, o zaman gözüm arkada kalmayacak ama diye geçirdi içinden.
Düşüncelere öylesine dalmıştı ki oğlunun günaydın anne deyişini ancak ikincisinde fark edebildi.
_ Günaydın Zeliha Hatun! Dalmış gitmişsin yine.
_ Günaydın! Duymadım kalktığını. Çay hazır sofrayı hemen hazır ederim.
_ Dur bakalım! Sen yine ağladın mı? Neden böyle yapıyorsun anneciğim. Hem kendini üzüyorsun, hem beni üzüyorsun. Ben özlemiyor muyum sanıyorsun babamı. Ne umutlarla gelmiştim buraya. İyileşecek bu köyde, havası iyi gelecek babama diyordum. Onu özlesek de onsuzluğa alışmak zorundayız anneciğim. Lütfen sil artık gözyaşlarını. Hadi gülümse biraz. Havanın kasveti yeter, bir de sen içimizi karartma.
Gülümsemeye çalıştı Zeliha Hanım, hiç içinden gelmese de. Oğlu için buna mecbur hissetti kendisini.
Anne ve oğul birlikte yaptıkları kahvaltıdan sonra Kadir okula gitmiş, Zeliha Hanım da günlük işlerine dalmıştı.
Kadir öğretmen sınıfa girdiği zaman şöyle bir göz gezdirdi sınıfın içinde. İbrahim hariç diğer çocuklar sıralarda yerlerini almışlardı.
Son zamanlarda İbrahim’in sürekli okula geç gelmesi canını sıksa da elinden hiçbir şey gelemiyordu.
O gün İbrahim okula hiç gelmemişti. Okul paydos olduktan sonra dondurucu soğuğa aldırmadan annesine İbrahim’e bakmaya gideceğini kendisini merak etmemesini söyleyerek dışarıya çıktı.
Kapıyı İsrafil açmıştı. Öğretmeni karşısında görünce ilk başta şaşırsa da sebebini tahmin etmekte gecikmedi.
_ İyi akşamlar Hoca Efendi!
_ Size de iyi akşamlar İsrafil Bey! Yalnız ben hoca değil öğretmenim. Lütfen bana öğretmen deyin. Hoca hocalığını yapsın, ben de öğretmenliğimi.
Sesi öfkeli çıkmıştı.
_ Tamam! Öğretmen Efendi neden bu kadar celallendin anlamadım?
_ İbrahim’i bugün okula neden göndermediniz?
_ Kendisi gitmek istemedi Öğretmen Efendi. Bu soğukta gidemem dedi. Evde kalıp bize odun kırdı.
_ Demek utanmadan el kadar çocuğu çalıştırıyorsunuz? Size ben yapacağımı biliyorum ama dua edin ki İbrahim size kıyamıyor.
_ Orada dur bakalım Öğretmen Efendi. Siz okumuş adamsınız, halden anlarsınız dedik güzelce konuşuyoruz. Benim evimde bana dayılanmaya mı geldin?
_ Bu size son uyarımdır! Yarından itibaren İbrahim’i okula düzenli gönderiyorsunuz. Yoksa sizi hükümete şikâyet edeceğim.
Hükümete şikâyet sözünü duyunca İsrafil dut yemiş bülbül misali susup kalmıştı.
Kadir içine işleyen ayazda zar zor evine doğru ilerlerken, bir taraftan da İsrafil ile tartışmaları aklına geldikçe öfkeden çıldırıyordu.
İlkokulun birinci döneminde karnesinin yanında birde takdirname almasını amcasının oğlu Osman sindirememiş, türlü bahanelerle İbrahim’in hayatını zehir eder olmuştu. Annesini ve diğer kardeşlerini de İbrahim’e karşı kışkırtıyordu. Sözüm ona yazılıda İbrahim onun yazılı kâğıdını aldığı için kendisinin dersleri zayıftı. Öğretmeni de kendisine değil İbrahim’e inanıyordu.
Aslında annesi de bilirdi Osman’ın pek akıllı olmadığını ama analık duygusu işte, konduramazdı oğluna tembelliği.
İkinci dönemin yarısında büyük halasının yanına gönderildi İbrahim. Bahaneleri evde huzursuzluk çıkarması, amcasının çocuklarıyla anlaşamamasıydı.
Zoraki de olsa İbrahim halasının evinde kendine bir yatak bulmuştu. Bir sene sığıntı gibi yaşadığı evden halasının kızı kocasından boşanıp gelince ayrılmak zorunda kalmıştı.
Halasının durumu zaten pekiyi değildi. Halası, eniştesi, halaoğulları ve iki gelinden sonra eve şimdi de halakızı gelmişti. Üstelik yanında dört tane çocuğuyla! Kocası boşanırken p. lerini de al da git ananın evine demişti.
Kendilerine ancak yetecek evde İbrahim fazlalık gelmiş diğer halasına gönderilmişti.
Orada da eniştesi istememiş, çaresiz amca evine tekrar dönmüştü. Dayıları birkaç kez İbrahim’e üzüldüklerinden almak istemişler, fakat her seferinde amcası tarlası için istediklerini ima edip onları reddetmişti.
O evden o eve gidip gelmekten kendini çaresiz bir kedi gibi hissediyordu İbrahim. Tek tesellisi okuluydu. Okula geldiği zaman sanki üzerine sihirli bir değnek değmiş gibi dünyadan kendini soyutluyor, tüm sıkıntılarını unutuyordu.
Öğretmenini kendisini diğer çocuklardan ayrı ve daha fazla sevdiğini hissediyordu. O da öğretmenini çok seviyordu.
Soğuktan neredeyse donmak üzere olduğunu hissediyordu Kadir öğretmen. Ayakları yürüyemez olmuştu akşam ayazında. Nefes alıp vermesi güçleşmiş, artık yürüyecek takati kalmamıştı. Ayağı tümseğe takıldı yere düştü.
Kalkmak istiyor ama bir türlü dengesini sağlayıp kalkamıyordu. Gücünü tamamen yitirmişti.
Kalkmak için son bir kez daha gayret etti ama nafile. Soğuktan donup öleceğim burada diye geçirdi içinden. Yolu az kalmıştı. Evinin ışığını görüyor ama elinden hiçbir şey gelmiyordu. Göz kapakları ağırlaşmaya ve kalp atışları yavaşlamaya başlamıştı.
YORUMLAR
_ Bu size son uyarımdır! Yarından itibaren İbrahim’i okula düzenli gönderiyorsunuz. Yoksa sizi hükümete şikâyet edeceğim.
Hükümete şikâyet sözünü duyunca İsrafil dut yemiş bülbül misali susup kalmıştı.
Iste böyle ögretmenlere ihtiyaci var Türkiyenin.Ya da böyle insanlara.
Ama görüyoruz iste en cok da akrabasini ayiracak kadar kalitesiz bir millet var.
Gercek Anne yüregi hele bir de kimsesiz bir cocuga böyle ayrimcilik asla yapamazdi yapilmasina izin vermezdi.
Cok etkileyen bir bölümdü yine
Yüregine saglik canim benim
Sonsuz sevgimle
Yine çok güzeldi Sevgili Nurca^n'ım. Sen bu işi hakkıyla yapıyorsun ve kalem eline çok yakışıyor. Sevgilerimle canımmmmmmmm
N. B. Ç.
Sevgilerimle...
O evden o eve gidip gelmekten kendini çaresiz bir kedi gibi hissediyordu İbrahim.
(:
hüzünlü ve gerçek bir dünyanın ters yüz edilmiş bildik halleriydi işte...ama yukarıdaki ifade kırıkta olsa bir tebessüm düşürdü yüzüme nedense...
bir kedi olmak...Ebu Hureyreye ra."ya Eba hir" dermiş Peygamber sav efendimiz....kedilerin babası demek yani...
kutluyorum güzel insan....baki duamla kal....
Hımm..Kadir öğretmeni orda kimin bulacağı bir muamma.Takipteyim..
Güzel bir anlatım her zamanki gibi.Puanım.birsıfır..sevgiyle.
N. B. Ç.
Sevgilerimle...
Ülviye Yaldızlıı
Şunu çok samimi söylüyorum ki çok kaliteli bir üsluba sahipsiniz. Okurken aynı zamanda yaşadım.
Tebrik ederim Nurcan Hanım.
N. B. Ç.
Saygılarımla...
Nurcan kardeşim, öykünün bir iki bölümünü kaçırmıştım, geriye dönük okuyacağım.
Hüzünlü ama bir o kadar da sonunu merak ettiğim bir konu.
Yazımda çok başarılısın, okurken bir de bakıyorum ki sayfa bitmiş, roman tadında.
Tebrikler, ellerine yüreğine sağlık, sevgilerimi bıraktım sayfana.
N. B. Ç.
Sevgim sonsuz...
Çok etkilendiğim bir bölümdü. Anlatımının güzelliğine hayranım arkadaşım. Tebrik ederim. Sevgilerimle..
N. B. Ç.
Sevgilerimle...