KUMSALDAKİ AYAK İZLERİ
Güzel bir oğlan çocuğuydu, henüz girmişti on yedi yaşına.
Hani kız güzeli dedikleri tipler vardır ya işte onlardan.
Elleri ince narin,parmakları uzun, pembe teni, ayası hafif geniş, tırnakları gayet şekilli parmaklarını hem daha uzun, bakımlı, dip kısımları oval, etiyle ayrıldığı üst kısmı düz kesilmiş temiz...
narin işler için yaratılmıştı sanki, bağlama çalacak bir el yada kalem tutacakmış gibi. sevgilinin yanağına dokunduğunda onunkinden farkı olmayan bir tendi avuçlarının içi.
kolları uzun, omuzlarına doğru hafif kas yapmaya başlamış, sırtına doğru genişleyen, dik duruşu, mağrur, kendinden emin. simsiyah saçları şakaklarına inmiş güneş ışığıyla parlayan zülüfler çekik kaşlarına değmiş. Ensesi kalın değil ama incede değil, saçları kıvrılmış, sarıya yakın pembemsi daha okşanıp öpülmemiş.
uzun boyu duruşuyla daha bir heybetli sanki. Bakışları bir şahinin ki kadar keskin, alımlı, tehdit edici...iri bal rengi göz bebeklerini gölgeleyen sık kirpikleri ve şekilli kalkık burnunun hemen altında etli, koyu kırmızı dudaklar, kızdığında kasılan alt dudağı genelde hafif sarkık... Güzelim çenesi ne yuvarlak ne kare, boynuna doğru derinliği elinin geniş ayası kadar. Gecelerin karanlık koynunda düşüncelere daldığı zamanın; hoyrat, kaygısız zevki sefalarını anarken, ahları sesleniyor kulaklarının dibinde. kendine şefkatle dokunduğu nadide anlardı o anlar.
işte o anlarda uzun uzun bakardı; uzun, ince, biraz taraklı ayaklarına, etli baldırlarına dirseklerini koyup ellerinin arasında yüzü bakışları aşağıda, kirpikleri yanağına en yakın...
ne yollar yürüyecekti kim bilir. Annesini arıyordu keza. Sevgilisi, yari,yareni tuttu elinden minik elleriyle, ’git’ dedi ’bulmadan gelme’...
’kahpe dünya’ dedi kahpe kader nasıl bir yazgı yazmıştı alnına...
kaderim güzel olsaydı dedi öfkeli, tıslar gibi çıktı sesi, kaderim... ne vardı annem doğurunca beni bırakmasaydı ! dışından öfkeliydi ama içinde fırtınalar kopuyordu zamanlı zamansız, kendi kışında üşüyor, vuslatı bekler gibi bahar araya girmeden yazla...
Babasını hiç tanımamıştı zaten, yakışıklıydı belli ki, (seniha halası öyle derdi hep)erdi, erkekti, şehitti, şahitti namertliklere, yetememişti eli kendi eşine çocuğuna... zamansız yolculuk çalıvermişti kapısını...ahh...
yinede sitem etmeden susturamıyordu acısının çenesini...
yıllar sonra o güzelim elleri nasırla dolacak tı, ne yazık habersiz yürüdü yusuf... yola düştü tek amacı anacığını bulmak...ayakları yorgunluktan topukları nasırdan acıtana kadar hissetmeyecekti ne kadar yürüdüğünü...simsiyah şakaklarına zamansız karlar düştüğü vakit çok geç kaldığını fark edecekti, ’........’ anacığının gül yanağını kimlerin soldurduğunu öğrenmekte... olsun du,onun du, anacığıy dı, tek anacığı. Ama kendine sus diyemiyordu, içinden, ciğerleri sökülürcesine bağırmak ağlamak, kendi cinsinin evet evet kendi cinsinin anacığını o hale nasıl getirebildiğini sormaktan alamıyordu.
şahin bakışlar hissizleşti. Boşlukta aradı umutlarını, hayal etmeyi sevdi en çok... sevdiği sevdiceği yoktu artık... Artık ayakta durmaktan başka gaye bırakmamıştı acımasız hayat.
Yapabildiği en iyi şey yalan söylemekti oysa o öyle demiyordu onlar yalan değildi onlar hayalleriydi, yapmak istedikleri, umutları, hayata tutuna bildiği tek aralık kapı...
Dünya denen geniş avluda dolaştı durdu, uçsuz bucaksız gök yüzüne doya doya baktı
ne geldiyse eyvallah dedi yağmurlarına kattı gözyaşlarını, rüzgarına savurdu rüyalarını
düşlediği sevgiydi ama hangi sevgi ana kucağı sevgisini, şefkatini bulamadı öteki kadınların kucağında kiminin bakışı, kiminin gülüşüydü, kiminin dokunuşu ama hiç bir ana kucağının yerini tutanıyordu işte...
Sığındı son limandı tanıdığı Ayten ’in sine si, şahit olduğu tüm pisliklerden arınmış en temiziydi konakladığı cadır. derme çatma çabalarla kurulmuş eğreti bir direk ve üzerine atılmış ince kumaş.
Kararlı, kendinden emin, gençliğinden kalma bir bakış attı sığındığı limanın sahibine bu sefer tamam arkamda bıraktım karı, kışı, ayazı tut ellerimi bırakma beni, hadi; buluruz belki insan eli (kötülüğü) değmemiş bir yer, yaşar gideriz. Sen kaptan ol, bende miço hadi ! yelkenler fora...
ŞİMDİ ONLAR EL ELE... KAPTAN; ALIP MİÇOSUNU YANINA.
MİÇONUN ÖDÜLÜ GEMİ, KAPTANIN ÖDÜLÜ İSE AÇIK DENİZLER...
GERİDE BIRAKTIKLARI TEK ŞEYSE KUMSALDAKİ AYAK İZLERİYDİ.
Karada bıraktım
ayak izimle birlikte yaşanmış kader çizgimin izlerini
taşlaşan vaatlerdi elimde kalan
yalnızlığın duvarına attım hepsini
yıkamasam da elimden gelen
tek gerçeklerdi...
kırışsada yıkanmış bez parçası gibi yüzüm
gözlerim değişmedi, bakışlarımda öyle.
şahin bakışlarımla baktım
ufuk çizgisinin başladığı yere
tan yerinin ağardığı sahilden...
dünya denen avludan çıktığım andı
limandan ayrılışım açık denizlere
tuttum ellerinden
yeni yetme yeşerttiğim,
umutlarımın
çıktım yola
yelkenler fora...
Ayşe Akbulut