DARBE İNSANLIĞAYDI
Ürkütücü bir gündü, silah ve mermi kokusunun yayıldığı bir Eylül sabahıydı. Silah ve mermi kokusu hayvanların sinirlerini gererken, bizler de ölümün tanımı bulmaya çalışıyorduk. Daha on yaşlarındaydım. Ve darbeden bir hafta sonra abimle beraber köyümüzden yüz yirmi km uzaklıkta olan bir yatılı okula gidecektik. Okulların açılma günü gelip çatmıştı. Ve tüm hazırlığımız yapıp sabah bavulumuzla yola çıktık Babam, ben ve Abim…
Köyde tek binek aracı olarak eski model bir Magirus dolmuş vardı ve o gün babam, abimle beraber kente gidip bazı giysi, kırtasiye eksiklerimizi tamamlayıp şehirden okulumuzun bulunduğu ilçeye gidecektik. Bu okul İlçede ve ülkenin üçüncü büyük yatılı okuluydu. Köyden, tüm yolcular yerini almış ve şoför “tamam mıyız?” dedikten sonra hareket ettik. Şehrin Beşinci km.sinde askerler etrafı çevirmişlerdi. Tüm yollarda barikatlar kurulmuş şehrin tüm girişleri tankla, topla çevriliydi. Sanki bir savaş ortasındaydık her yer asker ve her yer darbe kokusu yayılmıştı. Tek tek arabalar çevrilip üst-baş araması ve kimlik kontrolleri yapılıyordu. Askerler düşman( sağcı, solcu, emekçi, işçi vb. bunlar darbe yapanlar için hepsi düşmandı) var mı diye hiçbir ayrıntıda kaçmıyorlardı.
Komutan olmalıydı sert bir komutla:
“Araç dur” komutuyla araçtan indirildik ve “eller yukarı ve yüzükoyun arabaya yaslanın” ikinci sert komuttan ben çok korkmuştum, yarı ağlamaklı:
“Baba, bunlar bize ne yapacaklar? Diye sordum. Babam bir süre düşündü.
Babamın ne okuması ne de yazması vardı kendini bildi bileli çiftçilik yapmıştı ve hayvan peşlerinde bir ömür tüketmişti. Ama o da her babalar gibi hayat öğretinin verdiği tecrübeyle ve yaşam ekolün verdiği bilgisine dayanarak;
“Korkma oğlum, onlar bize bir şey yaptığı yok, onlar ülkenin iyi çocukları” deyip bana iyi bir moral vermişti doğrusu. Babam asla polise, askere laf söyleştirmezdi. “Onlar bizim can ve mal güvenliğimizi sağlamakla görevlilerdi, onları Allah başımızda eksik etmesin” derdi hep.
Ama babamın iyi çocuklar dediği kişiler başımıza silah dayanmışlardı ve bu ikilem içinde “herhalde bildikleri bir şey vardır” diye düşünürken yoklama sırası bana gelmişti, gene sert bir komutla:
“Kimlik… Kimliğini görebilir miyim?
Ben gene babamdan yardım istemeyi, susarak ve dudaklarımızı büzerek istemiştim.
Babam atıldı:
“Onun kimliği okulda ama isterseniz öğrenci kimliği vardır, çıkar oğlum kimliği!” ben öğrenci kimliğimi çıkarıp uzattım. Kimliği çıkardım ve tir tir titriyordum. Korkmam için sebep çoktu, askerlerin çapraz fişeklikte dolu çıplak mermiler, kasatura bellerinde ve göğüs hizasında dörder el bombası! Sanki bir cephanelikti. Çıkardım öğrenci kimliğimi verdim ellerine. Komutan bir göz ucuyla bir kimliğe bir de bana baktı, gülümsedi! “Geç” dedi. İnanamadım. “Bunca korkum boşunaymış demek” sevinçle kenara çekildim, sonra abimin ve babamın da kimliklerine bakıp onlara da “Geç” dedi.
Başka bir asker, Bizimle yolculuk yapan Salih amcaya:
“Babalık kimlik…” dedi.
Salih amca şalvarın ceplerini, gömlek cebini hata çoraplarına bile baktı ama kimlik yoktu. Meğer Salih amca, elbiselerini değiştirirken kimliğini eski şalvarın cebinde unutmuşmuş. Köylüler şehre geldiğinde özel ve yeni giyitlerini giyerlerdi. Bu elbiseler sadece düğün, bayram ve şehre inildiğinde giyilirdi.
Genç asker:
“Komutanım bir vukuat var, bu yaşlı amcanın kimliği yok üstünde” dedi.
Komutan gürleyerek ve öyle bir bağırdı ki orda bulunan elli altmış asker savaş konuma geçerek etrafımızı sardılar!
Komutan:
“Sen varsın davar mısın? Şimdi senin adam mı yoksa hayvan mı olduğunu nerden bileceğim” dedi.
Ben ve tüm köylüler “Şahadet” kelimesini getirerek Allaha sığındık. Ah, Salih amca! Ah dedik hep beraberce… Bizimle yolculuk yapan ukala ve yalancı Bekir atıldı:
“Be amca, sen niye kendini unutmadın da kimliğini unutursun? Vallahi de billahi de bu askerler bizi vuracaklar, hani haksız da değiller!” dedi.
Sonra komutana yalvarırcasına “Komutanım on tane çocuğum var, hepsi de ellerinden öperler, ver ben de öpeyim o hürmetli ellerinizi”
Oysa Bekir daha evleneli bir yıl bile olmamıştı. Meğer kendisi bizi kurtarmak için böyle bir yalana ihtiyaç duymuştu bize sonrada anlattığına göre. Ama Bekir’in hep anlatacağı bir hikâyesi olacaktı, hep köyde anlatıyordu “Ben olmasaydım o gün, hepsini öldüreceklerdi askerler, bir tabur asker üzerimize gelmiş ve ben önlerine atılıp “yapma, etme diye” onlar da beni kırmayıp bizi serbest bıraktılar”
Komutan Bekir’e bakıp kıs kıs güldü sonra kahkahayla gülmeye başlayınca ben hayrete düştüm, “ meğer askerler de gülebiliyormuş” içimde söylenerek. Komutan Bekir’e yaklaştı ve kimliğini elinde şaklata şaklata alaylı bir tonla
“Adın ne, adın” dedi. Bekir
“Kimliğin elinde ya” neyse komutanın ciddi bakışını görünce “Bekir, emret komutanım”
“Yaşın kaç?”
“On dokuz yıl, dört ay, yani on dokuz buçuk yaşındayım”
“Askerlik de yakın demek”
“Komutanım emret, hemen asker olayım… Komutan daha ciddileşerek:
“Olum ben bunları askerlikle ilgili için değil, kaç yaşında evlendin?”
Bekir büyük attığını anladı ve yalanlarına devam edecekti mecburen.
Bekir
“On iki yaşında evlendim”
“Ya… O zaman iki çocuk fazla, demin yaşını söylerken ki ben seni yirmi yaşında saydım. Yoksa iki çocuklu bir dulla mı evlendin”
Kimlikte Bekir’in bekâr ve on dokuz yaşında olduğu yazılıydı ama buralarda resmi nikâhın önemsemediklerini biliyordu. İnsanların ihmalkârlığına saydı. Bekir’in on çocuğum var dediğine kafayı takmıştı Komutan buna bir ceza düşünüyordu ve elinde copu şaklata şaklata bir süre düşündü. Genç bir asker telaşla
“Komutanım… Bir zanlı yakaladık, üstünde ruhsatsız tabanca bulduk. Sanırım örgütten” örgüt kelimesi duyan komutan bize:
“Araç bin… Bekir seninle sonra görüşürüz…” deyip fırlayıp gitti. Karayolunda binlerce araba aranmak için bekletiliyordu. Biz de kurtulmanın sevinciyle arabaya atladık. Bu kez arabanın içinde kimi Bekir’i methediyor kimi de yalanından dolayı kızıyordu. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Şerhe daha beş kilometre kalmıştı. Ben ve babam sadece dinliyorduk ara sıra abimde katılıyordu konuşmalara.
Bekir:
“Sayın köylü hemşerilerim, bu akşam bana bir ziyafet çekmeniz gerekiyor bu onuru kim almak ister?” saçlarını karıştırıp “Sadece bir kuzu, içli pilav ve bolca ayran olsun”
Salih amca:
“Tamam, bu akşam bana davetlisin ama ‘misafir umduğunu değil bulduğunu yer’ Allah ne kısmet verdiyse” Şoför Kemal, ilkkez konuştu ve dikiz aynasında izlediği Bekir’e
“Sana zıkkım bile olmamalı”
“Neden ki kemal ağam?
“Olum, senin kadar yalaka ve yalancı daha görmedim bu dünyada”.
Kemal sonra babama:
“Âdem baba, sen komutanı tanımadın mı? Babam uzun bir “yoğğğ.” Çekti.
“O komutanla dün tanıştık, o Eşref beylerden… Arabadaki herkes ve babam
“Ya… “ deyip hepsi şaşırmışlardı. Kemal devam etti:
“Eğer isteseydi hepimizi yakalayıp kodese atardı, suçumuz neydi diye sorarsanız Bekir’in aptalca yalanlarından”
Bekir:
“Kıskandınız, değil mi? Oysa ben olmasaydım zaten yakalanmış olacaktınız.
Nihayet şehre öğle vakti varabilmiştik. Araba şehrin ilçe garajında durup indik. Yolcular her biri bir yana dağılıp gittiler. Ben ve abım “acıktığımızı” söyledik babama.
:Babam
“Kurban ollayım, hemen şurada bir lokanta var gidip bir şeyler yiyelim” dedi.
Şehrin yoğun olduğu caddesinde güzel bir lokantaya girdik ama canım bir şey istemiyordu. Ayrılık vakti yaklaşmıştı bir iki saat sonra dört ay köyümden ve özelikle babamda ayrı kalacaktım. Duygusallığım üstümde ve ağlamamak için kendimi zor tuttum. Lokantada çıktıktan sonra babam bize elbise, kırtasiye malzemeleri almak için tanıdık bir kırtasiye girdik. Sonra paketimizi alıp şehrin ucuzluk pazarı olan “Yoğurt Pazarı”na geldik. Oradan da yeni elbiseler aldık be doğruca Yatılı okulumuzun olduğu ilçeye gitmek için terminale gittik. Babam biletlerin parasını verince hüngür hüngür ağlamaya başladım “Baba okula gitmek istemiyorum” deyip durdum. Babam çok duygusaldı
Babam:
“Bak oğlum, biz okuyamadık cahil kaldık, dilsiz ve sağırlar gibiyiz, kendimizi bile ifade edemedik, bari bizim sahip olamadıklarımıza siz sahip olun. Sadece bir sen değilsin ki” Ben “annemi de özledim” dedikten sonra yazıhanede bulunan herkesi buz kesti ve Biletçi “Baban haklı, eminim okumanı en çok annen isterdi ve onu üzme” dedikten sonra biraz yumuşadım ve gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim.
Abim bana:
“ Sende ama tuhafsın, babayı niye üzüyorsun? Ben de senin gibi değil miyim?” ben ona
“Ama sen benden büyüksün” dedim.
Biraz daha dolaştık kaldırımlarda esnaflar hala bu darbenin şokunu atmamışlardı. Kimi dükkânı açmış kimisi de açıp açmamak kararsızlığı içindeydiler. Sokağa çıkma yasağı yüzünden şehir adeta kokuyordu belediye bir haftadan beri temizlik yapamamıştı. Etraf sanki bir savaştan yeni çıkmış gibi bir harabeyi andırıyordu. Babama selam veren bir tanıdık “Artık işimiz zor, ülke on yıl geriye itildi, kan durdu ama felaket ömür boyu devam edecektir” babam “Hangisi hayırlıysa Allah onu nasip etsin milletimize”
Hayatım boyunca yatılı okul hayatı ve darbe izlerini unutamayacağım...
Sönsöz:
Bu olanlar hafızamda kalışına şaşırdım doğrusu. Sadece bir günlük yaşadığım bir gözlememdi. İnsan küçükken mutlu anları biraz zor hatırlamasına karşın kötü olayın hep hatırlanır olması beni hep düşündürür.
HERZEM RONİVAN/ YERYÜZÜ DE MAVİ OLMALIYDI ( Tüm anı ve hikayelerim)
12 EYLÜL 1980- BAZI İSTASTİKLER
Türkiye 30 yıl önce sabaha karşı yapılan ve gerek etkileri gerekse sancıları halen süren askeri darbeyle uyandı. 12 Eylül 1980 günü sabah saat 3.59′da TSK, emir-komuta zinciri içinde yönetime el koydu.
Darbeyle birlikte Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren başkanlığında 5 kişilik bir Milli Güvenlik Konseyi kuruldu. Askeri darbeyle siyasi partilerin kapısına kilit vuruldu, TBMM kapatılıp anayasa ortadan kaldırıldı. 650 bin kişi gözaltına alındı. Binlerce kişi işkence gördü. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 230 bin kişi açılan 210 bin davada yargılandı.
İşte rakamlarla 12 Eylül’ün Türkiye’ye getirdikleri:
650 bin kişi göz altına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası istendi.
517 kişiye idam cezası verildi. İdam cezası verilenlerden 50′si asıldı.
İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi.
71 bin kişi TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı.
388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi ‘sakıncalı’ diye işten atıldı.
14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
30 bin kişi ‘siyasi mülteci’ olarak yurtdışına çıkmak zorunda kaldı.
300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 171 kişi işkenceden öldü.
937 film ‘sakıncalı’ diye yasaklandı. 23 bin 677 dernek kapatıldı.
3 bin 854 öğretmen, üniversite 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
Darbe döneminde 400 gazeteci için 4 bin yıl hapis cezası istendi.
Gazetecilere toplam 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
31 gazeteci cezaevine girdi.
300 gazeteci saldırıya uğradı.
3 gazeteci silahla öldürüldü.
Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
39 ton gazete ve dergi imha edildi.
12 Eylül sürecinde cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
14 kişi açlık grevinde öldü.
16 kişi kaçarken vuruldu.
95 kişi çatışmada öldü.
73 kişiye doğal ölüm raporu verildi.
43 kişinin intihar ettiği bildirildi.
ALINTI
YORUMLAR
belki yazmamam gerekiyordu. belki başka mana çıkaranlar olur. ancak ben sadece o günkü yaşadıklarımızı ve bu gün içinde bulunduğumuz dünyayı en iyi anlatan sözcüklerin tamamını içinde barındığırdığına inandığım için yazıyorum..her satırı ser cümlesi sanki içimden geçipte senelerce söylemeyemediğim sözcükler kümesi ... sadece bu açıdan bakın ve öyle değerlendirin lütfen
Biz Allah’tan başka sahibi olmayanlarız
Kimseye eyvallah etmeyen kimseye biat etmeyen bütün dogmalara tabulara saldıran kimsenin bir yerlere oturtamadığı bir garip kuşağız.
Bizi sadece bizden olanlar anlar.
Bizim konuşmalarımız da yalnızlık senfonisidir. Sessizdir derindir manalıdır.
Biz gözlerimizden tanırız birbirimizi göz bebeklerimizdeki hüzünden yorgunluktan tanışırız.
Bir demli çayın buğusudur şifremiz ya da bir sigara dumanının kavisi. Nedensiz dalıp gitmelerdir muhabbetimizin en koyu anları...
İç çekişlerimizle kurarız en uzun cümleleri...
Ne mutluluğun resmini yapabilen bir ressam ne hayatı kendimize yontabilen bir heykeltıraş değiliz.
Alış verişi bilmeyiz tek ticaretimiz gençliğimizi verip kutlu bir geleceği satın almışlığımızdır.
Geleceğin yaşadıklarımızın tekrarı olacağının da farkındayızdır. Zira her şeyi yaşamış kavgayı sevdayı öfkeyi tatmışızdır.
Bize ‘ölüm gelir çitlembikler sarmaşıklarla’ çünkü ne yaşamdan ne ölümden bir beklentimiz kalmamıştır.
Yolumuz hedefimizdir ve yürürüz sadece öyle mahsun ve öyle onurlu.
Kardelen bizim çiçeğimizdir kartal bizim kuşumuz.
Her akıntıya karşı durur her şeye yukardan bakarız. Özgürlüktür önce ve sadece imanımızın özü.
En çok yılandan korkarız fırsatçı ve hainden...
Çöl ve denizdir tabiatımız. İki sonsuzluk arasında yaşamaya çalışırız.
Ne saray takarız ne malikane.. Ne devlet sever bizi ne de ‘kiliseler.’
Bir bitimsiz yalnızlıktır yolumuz bir sonsuz özgürlüktür menzili..
Hem vatan deriz hem özgürlük hem akıl deriz hem aşk. Hem halk deriz hem yalnızlık..
Hem doğudur ülkemiz hem batı.. Hem Muhammed’dir önderimiz hem İsa hem Spartaküstür yüreğimiz hem Ali... Hem Hüseyin’dir kahramanımız hem İmam Humeyni kahramanımız hem Malcolm X hem İzzetbegoviç’tir hem Dudayev. Biz bütün şiirlerden tek bir şiir bütün bestelerden tek bir senfoni yapar hayatı tek bir film karesine sığdırırız. Ne Amerika anlar bizi ne Patagonya.
Biz sadece birbirimize tutunur birlikte yanarız. Ateşimiz suyumuzu yakar nefesimiz ateşi.
‘Biz Allah’tan başka sahibi olmayanlarız...’
Ülke nasıl on yıl geriye gitti anlamadım....biz zaten kaç on yıl insanlığı geriden takip edip duruyoruz.
Aslında 12 Eylülm memleketi anaşiklerin elinden kurtardı. Çünkü her gün on-yirmi kişi ölüyordu...Anarşikler ihtilal sayesinde iktidar oldu da her gün ölümler..resmi ölümlere dönüştü....en azından mezarları belli oldu...
Bu ülkede insanlar hayallerinden sebep asıldı arkadaş..
Adam ben bir ülke hayal ettim...şöyle olacak....insanlar şöyle yaşayacak dedi diye ipe çıkardılar insanı...delikanlıları.
biz birbirimizin haklarını savunmadıkça
birbirimizin onuru için dayak yemedikçe...
çoook ihtilal olur
bakmayın o " artık olmazzzzz" diyenlere..
ihtilal sabahı sevinçten gözleri yaşla nara atan ilk onlar olacak..
biz Mustafa Pehlişvanoğlunun haksız idamına hayır diyeceğiz......
Siz Erdal Eren'in katlini kınayacaksınız..
bir sizden bir bizden değil..
her öldürülen katledilen delikanlı BİZİİİİİMMM
her yıkılan ev...yakılan mezra BİZİİİİMMMMM
her kırılan yürek BİZİMMMM
biz bu ülkeyiz
biz BİZ'İZ
ne olursan ol..
GEL DİYENLERİZ