- 2858 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KIRMIZI ARMUT
KIRMIZI ARMUT
Sait Küçük
Dokuz, bilemedin on yaşlarındaydım. Doğduğum ilçe, Aras Nehri Vadisinde, Şahyolu Sıra Dağları’ndan kopup gelen dere sularının iki yakasında kurulmuş; bağlık bahçelik bir yerdi.
Bu ilçede otuz civarında elma, bir o kadar armut, bir çok da meyve çeşidi bulunmaktaydı. Babam yöre tabirince bir kervancıydı. Bahçe sahiplerinden aldığı meyveleri yevmiye karşılığı tuttuğu işçilere toplatır, kasalara ambalajlayarak çevre ilçe ve illere satışa götürürdü.
Temmuz, Ağustos ayları gelip çatmıştı. Bastıran sıcaklar nedeniyle Abrıgoz adıyla bilinen iri, sulu, kokulu ve bal gibi tatlı kayısılar yetişmiş, tadı mayhoş Yaz Elması ve yanağı koyu kırmızı olan Gelin Elması çıkmıştı.
Okullar tatil edildiğinden ben de babamın yaptığı kasalama işine yardımcı oluyordum. Kasaların ayaklarına testere ile ivler açıyor, sonra bu ivlere iki sıra ip geriyordum. İpleme işi biten kasaları her birisini dört parçaya böldüğüm sarı ambalaj kağıtları ile kağıtlıyor, doldurulmaya hazır bir vaziyette babamın yanına diziyordum.
Çok sulu Sarı Malaça, Ahmethalfe, Bozluğan gibi armutların yetişmiş olanları pazarlanmış, sıra Kırmızı Armutların toplanmasına gelmişti. Mahallemizde Kalaycı lakabıyla tanınan bir Fatma Eze vardı. Kocası, kalaycılık yaparak geçimini sağlarmış. Aynı mahallenin insanlarıydık ama ben kocasını hiç görmedim. Evlilikleri henüz on yılını bulmadan Hakk’ın rahmetine kavuşmuş. Kocasının kalaycı olmasından dolayı Fatma Eze’de “Kalaycı Fatma” diye tanınmaya başlamış.
Fatma Eze, zayıf bedenli, orta boylu, esmer tenli, güler yüzlü bir kadındı. Sessiz ve çok sakindi. Görünüşte düşünceli ve dalgın biriydi. Çocukları bu küçük ilçede iş güç olmadığından geleceklerine zemin hazırlamak maksadıyla gurbete çıkmışlar. Hayatını tek başına sürdürüyordu. İlçemizde ve mahallemizde sigara içen kadın sayısı yok denecek kadar azdı. Ama Fatma Eze bir sigara tiryakisiydi. Parmakları çok sigara içmekten tütün rengini almıştı.
Duvarları kerpiçlerle örülmüş, bir aralık bir odası bulunan bir evi vardı. Kapısı yolaydı bu evin. Penceresi dere yatağına ve güneydeki Şahyolu Sıra Dağları’na, bu dağların yamacında bulunan Karataş’a ve Beyaztaş’a bakardı.
Yolumuz kapısının önünden geçer. Her eve gidişimde onu evinin kapısı önünde bulunan sekiye çömelmiş, sırtını duvara yaslamış, düşünceli, dalgın ve sigara içer bir vaziyette görürdüm.
Evinin dört dönümlük bahçesinde tamas, kara erik, aluça, elma, kayısı, armut ağaçları bulunmaktaydı. Bu ağaçlardan üçü kaba gövdeli, yüksek boylu, dalları uzunca, yaşı bir asra dayanan kırmızı armut ağaçlarıydı. Bu armutları her yıl babam satın alır ve pazarlardı.
Fatma Eze’de babam ne zaman onun meyvelerini yüke tutacak olsa:
- Ben meyvemi Hayrettin’den başkasına vermem, yabancıyı da bağıma sokmam, diye söylerdi.
O yıl armudun senesiydi. Fatma Eze’nin meyve bahçesinde ve kırmızı armut ağaçlarının başındaydık. Ağaçların dalları vergiden yere doğru eğilmiş, Fatma Eze’de eğilen dallara sırıklar vurmuştu.
Armutların güneşe dönük yüzleri öyle kızarmıştı ki sanki çehresine al vala bağlanmış gelin gibiydiler. Güneş görmeyen yerleri ise yetişmiş, bal mumu rengindeydi. Kırmızı armut değirmi bir armut türü değildi. Bu armudun yuvarlaklığı çöpünün dibinden başlar, boğum boğum incelerek sivrileşir. Tıpkı bir topaç gibi. Yetişen armutlardan dalında durmayıp çaptan düşenler yere düşerken zedelenmişti. Ağaç altına varır varmaz yere düşen yetişmiş, sulu armuttan bir tane kapıp yemeye başladım.
İşçiler, at arabasıyla getirdiğimiz kasaları, merdivenleri, kağıt, testere, ip torbasını öğlen yiyeceğimiz olan karpuz, peynir ve ekmek torbasını taşıyarak armut ağaçlarının yanına getirdiler.
Ben ikinci armudu yemeye başlayınca Fatma Eze:
- Balamcan, elmayı soy ye, armudu say ye, dokunur sonra, dedi.
Babam:
- Doğru söylüyor, aç karnına fazla yeme karnın ağrır, sancılanırsın.
İşçiler, gençlerden oluşuyordu. Askerlik yapmamış, lise çağlarında okuyan bizim mahallenin çocukları babamın elma, armut, kayısı toplayıcılarıydı.
Armut ağaçlarının dalları altına üç ayaklı merdivenler kuruldu. Ağaç üzerine çıkma yeteneği olanlar şerit bağlı çengelli kovalarını alıp ağaca tırmandı. Ağaç üzerinden toplama yeteneği olmayanlar ise merdivene tırmanarak çengelli kovalarını merdiven başına asıp armutları toplamaya başladılar.
Babam kasa yapma tezgahını kurdu. Birkaç kasanın ayaklarını testereleyerek ipledi ve kağıtlamaya başladı:
- Oğlum ben bunları doldurana kadar bana kasa yetiştir, dedi.
Ben, küçücük yaşta işe yaramanın heyecanı ve mutluluğu içinde testereyi elime alıp başladım kasa ayaklarına ivler açmaya. Bir yandan kasa ayağı testereliyor, bir yandan ipliyor bir yandan da kağıtlayarak babamın yanına diziyorum kasaları.
Ağaç üzerinden sesler geliyor:
- Kova al.
Kovacı:
- Geldim geldim, patlama.
Armutlar, kasalara dolarken Fatma Eze elinde bir çay tepsisi ile yanımıza geldi:
- Hayrettin sana bir küçük demlik çay yaptım. İç de boğazın ıslansın.
Babam:
- Fatma Eze, niye zahmet ettin. Uşaklar biraz çalışsınlar. Zaten öğle yaklaştı, birazdan yemek molası vereceğiz.
- Öğlene hele var. Hem armudu kasala hem çayını iç.
Armut toplama işi devam etti. Üç ağaç kırmızı armut öyle bar vermişti ki işçiler toplamayla bitiremiyordu.
Kovaların içerisine koyulan armutlardan yüksek sesler çıkınca babam bağırdı:
- Uşaklar, topladığınız armutları kovaya yavaşça atın. Değip zedelenmesinler.
- Tamam, Hayrettin amca. Zedelemeyiz.
Armut toplama işi öğlen ezanı okunana kadar devam etti. Elindeki kasayı ipleyen babam işçilere bağırdı:
- Ağaçlardan inin çocuklar. Öğlen yemeği yiyelim.
Beride ki zemini yeşil çimenlik olan büyük kayısı ağacının altına altı adet boş kasayı tersine çevirip, yan yana dizerek bir sofra kurduk. Kasaların üzerine kesilmemiş büyükçe bir ambalaj kağıdı döşedik. Torbadan karpuzumuzu, peynirimizi, ekmeğimizi çıkardık.
Babam sofranın başına gelir gelmez, somun ekmekleri eliyle bölerek parçalara ayırdı. Halka boğaz sofraya dizdi. Sonra kayışından asılı çıtçıtlı bıçaklığından kemik saplı bıçağını çıkarıp üç kalıp peyniri dilimleyerek sofranın ortasına koydu. Sıra karpuzu kesmeye geldi. Yiyeceğimiz karpuz on iki kiloluk büyük bir karpuzdu. Karpuzun sap kısmından yuvarlakça bir bölüm kesti. Bu karpuzun kapak kısmıydı. Kapak altında ki kırmızı karpuz içini yiyerek tadına baktı:
- Nasıl da tatlıymış uşaklar, dedi.
Karpuzu döndüre döndüre dilimledi. Sonra hepimizin önüne birer dilim bırakarak kalan kısmını peynirin yanına bıraktı:
- Karpuzu biten buradan başka dilimler alabilir, diyerek afiyet dileklerinde bulundu.
Açlığın ve yorgunluğun vermiş olduğu iştah ile hep birlikte karpuz, peynir ve ekmek yemeye başladık. Bağlarda bahçelerde, meyve işçiliği yapan herkes karpuz ekmek yemenin lezzetini bilir. Böyle çalışma ortamlarında karpuz gibi yiyecekler ter kaybeden vücutların su oranını dengeler. Tatlı karpuz, tuzlu peynir ve ekmek bağ altında işçilere haz verir. Bu haz ile yemek sonrası on dakika kadar yeşillik üzerine uzanıverdik.
Babam:
- Ya Allah, diyerek doğruldu.
Babamın çimen üzerinden kalkışıyla bizlerde ayaklandık. Kovasını alan merdivene ve ağaca tırmandı.
Armutla dolan kovalar ipsiz kasalara dökülmeye başladı. Ben kasa iplemeyi, kağıtlamayı sürdürdüm. Ambalajlama devam etti. Babam kasa ambalajına çok özen gösterirdi. Hangi meyveyi olursa olsun kasalarken renk almış, iri olanlarını kasa üstüne dizmek için kenara ayırırdı. Az renk almış olanları ve meyvenin büyüyememişlerini kasa altında doldurur üzerine ayırdığı meyvelerin en güzellerini dizerdi. Böylece ambalajlanan meyve kasası açılır açılmaz göze hitap ederdi. Ve kendini sattırırdı.
İşimiz devam ederken ortalıklarda görünmeyen Fatma Eze yanımıza çıkageldi.
- Hayrettin kolay gelsin, hayırlı olsun, diyerek yanında duran tamas ağacının gövdesine dalını verdi ve sigarasını tüttürmeye başladı.
Kovacı, en büyük armut ağacının tepesinden toplanan bir kova armudu yanı başımdaki kasaya dökerken:
- Hay maşallah, bu nasıl kırmızı armut böyle, dedim.
Fatma Eze:
- Bu armut rengini nereden almış sanırsın?
- Nereden ?
- Yavuklusuna armut götürmek isteyen bir gencin kanından.
Ben bu cümleyi duyunca ürperdim. Ebelerin kollarıma vurduğu aşı yerlerinden kan çıktığı zaman da korkup ürpermelerim, ağlamalarım olmuştu. Fatma Eze’nin bu sözü üzerine armut toplayan işçiler de toplamayı kesip merakla Fatma Eze’yi dinlemeye başladılar:
- Yakışıklı bir genç ile çok güzel bir kız birbirlerini delice sevmişler. Oğlan meyve ağaçlarıyla dolu bahçeli bir evde, kız ise kenar mahallede bahçesiz bir evde otururmuş. Bu kızı seven genç, meyve bahçelerinde her ne yetişse ondan toplar yemesi için yavuklusuna götürürmüş. Ona günlerce kiraz, vişne, dut, kayısı ikramında bulunmuş. Yaz elmaları yetişince onlardan da toplayıp götürüvermiş. Kızın gönlü armut çekmiş. Genç: “ Birkaç güne kadar bal gibi tatlı armutlarımız yetişir. Çıkar, ağaç tepesinden yetişmişlerini toplar getirim birlikte yeriz, demiş. O gün güle sevine sohbet etmiş ve ayrılmışlar. Aradan bir hafta geçmiş. Delikanlı ağaç altından armutları yoklamış. Alt dallarda yetkin armut göremeyince, güneşin yetiştirdiği tepe dallarına bakmış. Armutların üst dallarda olgunlaştığını görünce ağaca tırmanmaya başlamış. En tepedeki sararmış armutlara elini uzatmış. Eli yetişmeyince armutların bulunduğu dalı ucundan kırmaya kalkmış. Dengesini kaybederek kırılan dal ile birlikte yere çakılmış. Kafasının üzerine düşen gencin yüzü gözü kanlar içinde kalmış. Yavuklusuna armut tattırmak isterken canından olmuş. İşte o günden sonra bal gibi tatlı olan bu sarı armut kan rengine boyanmış. Adı da “Kırmızı Armut” kalmış.
Tezgah başında babam, testerelenip iplenecek kasaların başında ben, merdivenlerde ve ağaç üzerinde işçiler, donarak, tek nefes dahi almadan Fatma Eze’nin anlattığı hikayeyi dinledik. Bu acı olayın verdiği hüzünle işi bitirerek bahçeden ayrıldık.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yayınlandığı Gazete : Gözlem Gazetesi, Sayfa 5, Sayı 120 Tarih 4 Ekim 2010 Kağızman
YORUMLAR
Emek verilip hazırlanmış güzel bir yazı. Bu yazıya gönül rahatlığıyla günümün yazısı diyebilirim. İçinde el emeği, alın teri var. Yalnız bizde derler ki, ELMAYI SOY DA YE, ERİĞİ SAY DA YE siz armut diyorsunuz. Bu da yöresel bir deyim olmalı.
Tebrikler yazar kardeşim, güzel bir yazı okudum sayfandan.
Saygımla...