- 1222 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
KORKUSUZ SELİM 30
Korkusuz, aynada aksine son bir kez daha baktı. Son rötuşları noksansız yaptığına kendisini inandırmaya çalıştı. Orta doğunun “baba”sı Çakal Carlos’u beyninde canlandırdı. Onu beğeniyor, en çok da ona benzemek istiyordu. Kendini ışınlayan mafya babası.O da kılıktan kılığa girerek, uzun yıllar yakalanmamış izini kaybettirmiş gizemli bir mafya babası olarak “çakal” lakabıyla namını sürdürmüştü.Yakalandığında çok üzülmüş,hatta içten içe ağlamıştı bile.Elinden gelse yanına gidip kaldığı hapishanenin tek hücresinde ziyaret bile etmeyi düşünüyordu.
Kafasına peruğu yerleştirmiş, yeni saçları omuzlarına dek uzanmıştı. Siyah gözlüklerini taktı.Geniş fötr şapkasını,kafasındaki peruğun üzerine geçirdi.Kendisini bir an ortaçağdaki saraylarda yaşayan İngiliz lortlarına benzetti.Sadece onlardan farklı olarak uzun saçlarının kenarları kıvrım kıvrım değildi.
Sağlı sollu olarak beline silahları yerleştirmeyi ihmal etmedi. Her iki silahının ağzına mermileri sürmüş, emniyet mandallarını da kapalı konuma getirmişti. Silah,onun her şeyiydi.Belki sevgilisiz yapacağına inanıyordu ama silahsız asla.Silahsız yaşamak,onun için anlamsız geliyordu.Nefes almak kadar önemliydi.Bu yer altı dünyasında yaşamak için önce belindeki silaha güvenilmesi gerektiğini çok iyi biliyordu.
Silahlarını beline koymadan önce her zaman kontrol ederdi. Öyle de yaptı. Dolu şarjörleri çıkarıp kontrol etti. Tutukluluk yapmamalarını görünce kendine daha da güveni arttı. Silahına davrandığında hemen karşıdaki rakibini ekarte etmeliydi. Yoksa kendi defterinin dürülmesi an meselesi olur;hayattan uçup gidebilirdi,öbür dünyaya.El oğlu gözünün yaşına kesinlikle bakmazdı.
Dışarıya çıktığında caddenin kalabalığına hemen karıştı. Sıradan bir insan gibi kalabalığın içerisinde yürüyordu. Kimsenin aldırdığı yoktu zaten. Herkes kendi derdindeydi.
Minibüslere binip varoşlara yakın olan semt pazarlarına gitmeliydi. Biraz yürümek zorundaydı. Havanın sıcaklığı, kasıp kavuruyordu ortalığı. Gökyüzünde bir bulut dahi yoktu. Güneş, iki üç gündür ışınlarını yer yüzüne göndermeye devam ediyordu.Gölgede bile sıcaklık kırk beş dereceye kadar yükseliyordu zaman zaman.Aşırı sıcaktan başı terleyip kaşınmaya başlayınca; “bunu hiç hesaba katmamıştım” diye düşündü.Şimdi fötrün altından kafasını kaşısa olmayacaktı.”Sabretmeliyim!Nasıl olsa şunun şurasında bir gün katlanacağım!” diye mırıldandı. “Hem sevgilim Aylin için bu sıkıntılar, çocuk oyuncağı sayılır” diye içinden geçirdi. Kendi kendine sırıttı. Peruğun bu sıcak havada başına ne işler açacağının hesabını yapmamış,hoşça vakit geçireceğini umuyordu.
Kendi arabasına da binmeye unutmuştu nedense. Şimdi yürürken aklına geldi. Bir de sekreteri Tülin’ e ve adamlarına nerede olduğuyla ilgili bilgi vermemişti. Bu düşüncesini;
“ İşte bu olmaz,belli bir süre benden haber çıkmayınca; beni didik dik ararlar,eve gelir kapıyı bile kırıp içeri girerler.En iyisi durumdan haberdar edeyim de merak etmesinler.”diye kendi kendisine tasdikledi.
Telefonunu kapalı durumdan açık duruma getirdi. Sekreteri Tülin’in numarasını tuşladı:
- Selam Tülin abla, nasılsınız?
-Selam ağabey! Teşekkür ederim, siz nasılsınız? Emirlerini bekliyorum!
-Tülin abla, bugün biraz vücudum kırgın. Sanırım yaz nezlesine yakalandım. Evde kalıp istirahat etmek istiyorum. Adamlarıma da söyle.Bilgileri olsun.Yalnız eve kimse gelmesin,olmaz mı?Biraz yalnız kalıp dinlenmek istiyorum.
- Baş üstüne ağabey, söylerim. Tekrar geçmiş olsun!
- Soran olursa, iş görüşmesi için şehir dışına gittiğimi söylersin.
- Peki ağabey! Kendine iyi bak!
Aslında yalan konuşmasını sevmez, yalandan nefret ederdi ama bir kez olsun kuralları bozmak zorundaydı. Bu yalan gerekliydi.Her şeyden önce “sevgilisiyle beraber olacaktı.
Korkusuz, varoşlara yakın semt pazarlarına nasıl gideceğini, yanından geçmekte olan simitçiye sordu. Simitçi,hiç istifini bozmadan:
- Kırk altı nolu belediye otobüsleriyle gidersin ağabey.dedi
.Kafasını,ani hareketle sağa döndermiş olsa belki de kafasının üzerine eğreti yerleştirdiği simit tablosu düşecekti.
- Çok sağ ol canım.
-Uğurlar olsun !
Çok geçmeden belediye otobüsüne bindi. Tıka basa doluydu içerisi. Otobüs, arada bir fren yaptıkça; ileri geri yaylanıp duruyorlardı, yolcular.Korkusuz,tek eliyle askılıktan sıkıca tutunmuş yanındaki bayanlara rahatsızlık vermemek için kendini frenlemeye çalışıyordu.Otobüsün pencereleri açık olsa da faydasızdı.Kan ter içinde kalmış,gömleğinin düğmelerinin bir kaçını daha çözmüştü.
Pazara en yakın olan durakta diğer yolcularla birlikte indi. Bazıları, boş çantaları ile pazara yöneldiler. Satıcıların bağırtıları, notasız bir şarkı gibi etrafa yayılıyordu:
“Domatese gel domatese
Yol yakınken dön bize
Kilosu iki gayma
Parayı ver, boş ver sayma!
Diğer satıcı ise ona inat daha da iştahlı bağırıyordu:
“Kan kırmızısı karpuz!
”
Korkusuz, bu bağırtılar arasında sebze tezgahlarının içerisine daldı. Diğer taraftan da gözleri, dedektif gibi sevgilisi Aylin’i aramaktaydı. İnsanlar, tezgahların başında bir şeyler almaya çalışıyorlardı. Tezgahların arasında gelişi güzel dolaştı. Sarı Melih’in tezgahının yanına gelince gayri ihtiyari biraz duraksadı.Maydanoz demetlerinin üzerine su serpeleyen satıcıya pür dikkat kesildi. “Allah Allah!Bu simayı sanki çok önceden görmüş gibiyim?” diye içsel sorgulamaya girdi.Ama bir türlü çıkaramadı.Sarı Melih,yan gözle Korkusuza gözleri takılsa da;o da normal bir müşteri gibi davrandı:
- Buyur ağabey, maydanoz verelim.Dört bağı iki Tl.
- Sağ ol kardeş, ihtiyacım yok!
Birbirlerini yan gözle süzdüler. İkisi de bu sıcak havada yazlık ceket giymişlerdi. Farklılıklarının kokusunu av köpeği duyarlılığı ile ciğerlerinin içlerine dek çektiler…
Korkusuz, giyimcilerin olduğu tarafa yöneldi. Bir iki giyimcinin tezgahının yanından geçmişti ki;karşısında ki bijuteri tezgahına gözleri takıldı.Tezgahın başındaki genç kız,bayan müşterisine kolye satmakla meşguldü.Günlerden sonra nihayet aradığını bulmuştu.Şimdi Aylin Mutlu karşısındaydı.Ürkek halinden eser kalmamış,kendine güvenli tavırlarıyla bir kadın olarak pazarın havasından korkmadığını sergiliyordu adeta.
Korkusuz Selim, biraz sonra Aylin Mutlu’nun gözlerinin içerisine bakışlarını çevirdi:
- Hayırlı işler hanımefendi!
Bu ses tonu yabancı değildi. Aylin de günlerdir bu sesin sahibinin hasretiyle yanıp tutuşmaktaydı. Başını kaldırıp, karşısındaki peruklu,fötr şapkalı adama doğru baktığında ikisinin de gözleri birbirlerinin çekiciliğinde kilitlendi.Bir kaç saniye öylece kaldılar.
DEVAM EDECEK!