- 737 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Tek kare / Ardahan öyküleri 133 (kitap)
Tek dörtgen kare nişangahın dik ve yatay çizgisini çizince dört alanı elde ederiz. Üstte ki iki alana Ardahan’ın demir köprü yerleşmişti. Diğer iki alana kış akşamı karanlığında Kura Nehri’nin buz bağlamış sahanı. Ay ışığı, şöyle böyle; bey ile bacanaktı. Kızak kayan çocuklar kadraja giriyor ve hızlan çıkıyordular.
Kızakların altına balya tenekeden şin çaktırmışlardı. Yirmi, otuz metre adımda koşup, birden yere kızağı koyunca, hemen geçikmeden tek kıç üstüne atlatıktan sonra oturuyor, at jokeyleri gibi yumak oluyordu kızakçı çocuklar. İki elleri ön tahtaya sımsıkı sarılmıştı...
Kadraj, öykü bitenecek değişmeyecektir. Ona göre...
Halit Paşa İlkokulu sahneye giremez; çünki tiyatro sahnesi tek sahneli yalnız tek sekanslıdır öykümüz.
Ha ne olur? Halit Paşa İlkokulunun sesi gelir. Çocukların cıvıltısı karanlığı yarmış sahneye kızaklarla girer. O olur!
Radyo gidip, birden gelir ya: Cıvıl cıvıl, pencereyi açarsın caddenin tüm sesi eve doluşur onun gibi.
Tek kareye kış akşamın sabahçı çocukların gelmeleri ve nöbeti akşam okuldan dağılan, akşamçılara devredecekleri.
Paydosun kızakçıları sahneye art arda çıkıyordular.
Ellerine ekmek peynir tutuşturmuştu anneleri. Önlüğünü çıkarmayanlar, yakayı ancak açabilmişti kimisi. Yakanın birini düğmeden çözebilmişti birisi. Yün çorabı pantulunun içine sokmuş biri daha girdi...
Sol omuzuna eğilmiş. Çenesini ön hizaya değdiriyor. Buzun yüzeyinden rüzgar ve buz parçaları sürücü çocuğun gözüne doluşunca kirpikleri gayri-iradi kapandı.
Son ders, akşam siyahlığında okulun üç şubesi sıcak sobalarının nenni çalan ısığında yan yana, 5-A, 4-A, 3-A idi... Kedisi olan tek sınıfsa 3-A’ ydı: Kül tablasının yanında uykuya tevdil olmuştu pisik.
Öğretmen tahtaya bir resim çizmişti. On senedir çizip durduğu manzarayı gene tebeşirle beyaz renkte çizmişti: Beyaz ağaç, beyaz ev, beyaz göl, beyaz dağ, beyaz yol, beyaz yolcu, beyaz kuş, manzara efekti ne varsa eksiksiz beyazla çizmişti.
Öğrencilerin hepsi: Topu topu 18 taneydi; sekiz kız geri yanı oğlan uşağıydı. Tuhaflığı seziyordular ama kelimelere şöylemesine dökemiyordular:
"Bembeyaz manzara olur mu yav? "
John Sebastian Bach’ın Bradenburg Concertosu bir ilintiyle kızakların koşan melodik titreşimine koşulunca... da.
Kızakların buz tabakasına konmasıyla sound girizgahı atlas perdeleri açtı.
Akşamleyin panayır alanı: suyun üstüydü. Suyun üzeri üşüdüğünden palto çekinmiş, buz bağından kekrek, lezzetli alacalıktı.
Kar: Yakin ki alatirik aydınlığıydı. Ardahan Köprüsü tek kare kağıtta. Nöbetçi asker kulübesinde. Paten kayan çocukları seyrediyordu. Yıldızları seçebiliyorsun. Ayın pencere önünden kayan bulutlar da mendil kadar ve dalgalı gibi ortası koyulanıkla pıtır pıtır düşüyorlardı.
Ama nerdeee?..
Tarkovsky’nin üslubu... paten üzerinde yaylanan çocukların kağıt mendil gibi yalpalanmalarına... benziyordu!
İki çocuk patenlerinde seğirterek. Müzik ahengine uygun yavaş ama çok yuvaş buza sürüyorlar patenin kılıç gibi keskin demirini. Kelebek kanatlarını açar, uçar gibi zemheride bu tarz dans etmek gibi paten yapmak. İki keman sesinin arasına flüt geçerken ziller hepsini örtüyor... İki çocuk karşıdan yan yana geliyorlar; elleri ve ceketleri kanat çırpıntısı gibi. Nefeslerinin kokusu dağılmadan, havaya karanlığın ucuna kadar gidip yeniden ay aydınlığıyla beyaz sahaya dönüyorlar. Karanlığın başı yardan aşağı uçarsına, onunla salınıyorlardı. Danslarını kestiklerini uça gelene; bedenlerinin gösterdiği davrantıdan anlardınız.
Anlaşılmayacak bir şey yoktu. Tarkovsky’nin sinema dilini o zaman Ardahan’da kimse bilmezdi. O buzun bir kelimeyle geçiştirilmesi mümkün müydü? Binlerce kelimeyle buzu çizen patenin on beş santimlik yarasını milyonlarca kelimelerle anlatmak: Tarkovsky’nin bir karesiyle, ayrıntıda zengin konaklama ve belirtmeyle olabilirdi.
Onun sinema dili: Mükemmel Dünya’nın her şeyi mükemmeldir anlayışına isnat edilirmiştir. Eğer mesnet bir dayanak arz ederse; o halde istisnai her obje veya olay, boyut sabiten anlatılmalıdır.
Bu yazın Ardahan’da Karagöl Mahallesinde yol kenarında iki metre karelik bir yeşil alana bakmıştım. Gördüğüm nesnelerin isimlerini bilemedim. Farkettim ki; çiçek veya ot diye iki kelimede toplamışız her şeyi.
Floranın... O alanın yeşil nesnelerini isimleriyle saymaya kalksam: Çok dakikalar alacağı aşikarken biz iki isimle halletmişiz...Tarkovsky bunu yapmıyor; her şeyin hakkını veriyor. "Her şey değerlidir." diyor.
Domates ne renktir diye sorduğumuzda. Şu cevabı verseler:
" Kırmızı."
Yeryüzünde bir tane domates yok ki; bir renkte olsun. O da kırmızı olsun. Milyonlarca domates var ve ona keza kırmızı renkler.
Tarkovsky her gördüğü domatesin spesifik rengini uzun ve doyurana kadar izleyiciye sunuyor. Mükemmel hayatı bir kalemde, bir kesimde vermiyor.
Söz buraya patencilerden geldi. Onlar da:
"Sabitlenmiş mükemmelliğin subutunda bir daha gelir mi, gelmez mi?" diyerek. Zevkle dansvari kayıyordular. Böylece Tarkovskian olarak anlaşılmak istiyordular.
El, göz, beyin koordinasyonuyla ancak becerilecek bu dans ve sporu çocuklar Ardahan’dan ayrılıncaya kadar yaptılar.
İler ki yaşamlarında: Biri Ukrayna’ya yerleşti. Diğeri Ankara’ya. El yazıları güzeldi. Müzik zevkleri, herkesçe imrenilecek seviyelerdeydi. Dans etmeleri yürüyüşleri konuşmaları temsiliyet yetenekleri... resim çizmeleri kelime zenginlikleri... araba kullanmaları yüzmeleri enstürman çalmaları. Maharetlerini kendileri de bu patenle başlayan psiko-motor gelişkinliğine yordular. Uzmanlar belirtiler ki:
" Hareki yeteneğinizi çocukken paten kaymadan kazandınız."
Patenciler kimdi: Malakanların bir erkek çocuk ile Hallefendili çocuk.
Ukrayna’da ki bakan oldu; Malakan olan.
Ankara’da ki Emniyet Genel Müdürlüğünde daire başkanı oldu.
Yalçıner Yılmaz
10-10-2010
GEBZE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.