- 485 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KORiDOR
Öyle ki dayanılmaz bir sancının eşiğinde yüreğim
Öyle ki kırılan bir dal üzerinde bedenim
Ve nerede bir yaz yağmuru
Sicim sicim üzerimizden boşalsa
Bir üzüm buğusu kadar tarifsiz olur güzelliğin
Sırılsıklam bir boşluğun ortasındayım, üzerime sinen korkuyla sıçradığım yatağımdan kendimi uzun ve geniş bir holün ortasına attım. Darma dağın olmuştu bütün düşler bütün hikayeler biraz yarım, biraz peltek bir dil, sade bir lisanla sordum. Neydi o… Efsun yemiş gibi ya da darağacına çıkarılan bir yolcu gibi içimde düğümlenen bir yürek yangını ki tam ortasındaydım hayatın.
Gözlerini düşündüm önce, sonra sabah güneşine benzeyen güzelliğini, sonra kış güneşi kadar değerli olan sureti asaletini. Nasıl anlatsam hangimiz düşmedik bu kuyudan, bir damla umut ışığına muhtaç olan gözlerle bakmadık mı zaman zaman, bi pencere köşesinde sabahları beklerdik ya işte tam öyle.
Derken koridor uzun bir ışık yoluna dönüştü, önümü bile göremez hale geldim göz karartan ışıktan, çarpmamak için sağa sola tutunmaya çalıştığım bir köşe başı beni başından savdı, sonra bir kapı koluna sarıldım elimde kaldı, anlam veremediğim bir güç beni çağırıyor hatta çağırmakla kalmıyor beni kendi yörüngesine çekiyordu. Damarlarımdan çağıl çağıl akan kan değildi de sanki o gücün bana enjekte ettiği masalsı, uyduruk, edilgen bir sıvıydı. Yanağım yangınlar içinde kalmışçasına dökülüyor, parçalanıyor benden kopuyordu…
Sonra içimi yakan bir kış ayazına döndü yokluğun, anımı, mekanımı, yalnızlığımı, hiçliğimi paylaştığım biri nasıl olurdu da bir hoşça kal bile demeden giderdi. Yakamda turkuaz bir karanfil, ayrılık kokuyordu yağmur sonrası toprak, hasret kokuyordu, sevinç yoktu ya artık, bütün rüzgarlar hüzün soluyordu…
Dibini bulmak istediğim bir uçurum olmuştu o kısacık koridor, saklambaç oynuyor bütün yalanlar ve itirazsız bütün cinayetler gözlerimin önünde işlenmişti. Ağzımı açıp ta tek bir sessiz harf bile söyletmeyen bitkinliğim dolanıyordu üzerimde. Üzerimde leş yiyen mahlukatlar. Bazen diri diri leş niyetine yem olacağım derken son bir umutla elime geçen her şeyi fırlatıyordum.
Bazen bir şiir dirilir avuçlarımda, avazım çıkana dek saklarım onu, ayaklarıma dolanan aşk şarkılarıyla muhabbete dalar sonra hep beraber gecenin çıldırtan gürültüsüyle baş başa bırakılırdım. Şehir kayıplaşmış bir kent gibi duruyor karşımda, azade olan bir köle gibi dalgalanıyorum, dağınık kalsın be diyorum bırak dağınık kalsın zamanım, diyerek hoşça kal ediyorum, eşe, dosta, sokaktaki çocuklara kadar herkesi adım adım yaşıyorum sanki…
Nihayet son bulmuştu aklımın koridorlarında düşüşlerim, karanlık basmış akşam olmuştu, iyi kötü kendimde(mi)yim, var oluş hengamesi gibi çığlık çığlığa ağlıyorum. İpin ucunda sallanan bir not. İpe her uzanışımda ip benden bir adım uzaklaşıyor, en sonunda aklıma takılan bir ipin ucunda buluyorum değer vermediğim tenimi. Tenim hesap sorarcasına bakıyor gözlerime. Gözlerim gözlerimde kilitli kalıyor, bir adım atsam sanki düşüp öleceğimi sanıyorum. Sahi nereye kadardı yaşamak, bi limiti, ölçüsü, kıstası, değeri sahi kaç karattı bu yaşamanın değeri, kaç şehir yangınına bedel olur ruhum, üzerime sinen korku zamanla uzaklaşır mı benden, ölümle yaşam arasındaki çizgi kaç metre…
Ağır ağır yükseliyorum yerden, elem yağmurları yağmakta yerlerden göklere, ağıtlar denizlerimi taşırmakta, beni bile içine sığdıramayan bedeni ne yapsın sevgili. Kan basıncı sıfır diyor başka bir yabancı, yabancılar elinde oyuncak oluyor gözüm gibi baktığım bedenim. Oysa daha çok şehirler dolaşacak daha çok aşklar yudumlayacaktık biz onunla… Olmadı… Olsaydı, kaç şiire sığardı yangınlarım, kaç kalemi eritirdim bilmem ama şimdi ağır ağır çürüyen bir kokarca var tam karşımda…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.