- 949 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİREYSEL SİLAHLANMA ÜZERİNE
28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü (Bireysel Silahlanma Üzerine)
BİREYSEL SİLAHLANMA ÜZERİNE
Bir çaba, bir yarış ve bir tutku. Bütün bunların hepsi bireysel silahsızlanma mı yoksa bireysel silahlanma için mi acaba?
Şüphesiz ki bireysel silahsızlanma için pek çok çaba sarfedilmekte ancak bireysel silahlanma tutkusu öyle yüksek boyutlara ulaşmış durumda ki bütün silahsızlanma çabalarını etkisiz kılmakta...
Bilindiği gibi 28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü. Günün anlam ve üzerine elbette söylenecek çok şey var. Ben burada yeni şeyler yazmayacağım. Yaklaşık beş yıl önce yazdığım bir yazıyı günün anlam ve önemine binaen yeniden yayımlayacağim. Bu yazımdaki seslenişi, serzenişi her platformda, her gün adeta avazım çıktığınca bağırmak istiyorum.Bu nedenle yeni şeyler söylemek yerine bu yazımdaki duygu ve düşüncelerimi yeniden paylaşmayı adeta ihtiyaç hissetim.
Bu yazımın üzerinden beş yıl geçmiş olmasına rağmen, her türlü bireysel silahsızlanma çabalarına rağmen, bireysel silahlanma ve bunun ortaya çıkardığı üzücü olaylar azalmamış ne yazık ki daha da artmıştır hem de çılgınlık boyutunda...
’Mantar Tabancasıyla Gelen Tutku’ başlıklı yazımı konuya hassasiyeti olan herkesin takdirlerine sunuyorum.
MANTAR TABANCASIYLA GELEN TUTKU
Bir zamanlar silah konusunda ciddi aramalar yapılıyor, baskınlar yapılıyor ve silah yakalatanlara ağır cezalar veriliyordu. Bir zamanlar da silahlanmayı ve silah kaçakçılığını önlemek amacıyla, caydırıcı mahiyette af çıkarılıyor ve belirli bir süreye kadar ruhsatsız silahlarını teslim edenlerin cezalandırılmayacakları bildiriliyordu.
Gerek aramalarla, gerekse bu caydırıcı yöntemlerle pek çok silah toplanmıştır. Hatta verilen bu söze güvenemeyenler, polisten ve jandarmadan korkan insanlar, kimliklerinin ortaya çıkması korkusuyla silahlarını boş arazilere bırakıyorlar ya da daha güvenli sandıkları bir yere saklıyorlardı.
Oysa bugün, 18 yaşını bile doldurmamış gençlerin silah kullanmasıyla, vitrinlerde çeşit çeşit marka ve modelde silahların teşhir edilmesiyle, ruhsatlı - ruhsatsız silah sayısının ve imalatının kat kat artmasıyla, adeta teşvik edici bir durum ve devlette de daha müsamahakar bir görünüm ortaya çıkmaktadır. Zaten son günlerde meydana gelen ve her geçen gün de artmakta olan cinayet ve silahlı olaylar da silahlanmanın her geçen gün biraz daha arttığını ve çok ciddi boyutlara ulaştığını göstermektedir.
Ben burada herhangi bir kişi veya herhangi bir kesim üzerinde durmayacağım. Benim üzerinde duracağım konu bireysel ve toplumsal silahlanma tutkusu olacaktır. Çünkü bu tutku öyle büyük bir tutku haline gelmiş durumda ki, küçük – büyük pek çok insanı maalesef ki sarmış durumda. Bu tutkunun, acil önlemler alınmadığı takdirde çok daha büyük boyutlara ulaşacağını ve çok büyük toplumsal problemler yaratacağını düşünüyorum.
Artık gün geçmiyor ki televizyon kanallarında, gazetelerde cinayet olaylarıyla karşılaşmayalım gün geçmiyor ki gerek toplumumuzda, gerekse diğer toplumlarda silahlı çatışmalar duymayalım. Televizyonu açtığınız anda mutlaka bir çatışma, bir cinayet haberiyle karşılaşıyorsunuz. Kasıtlı ya da kaza ile minicik çocuktan tutun da yetkin insanlarla ilgili bir çok cinayet olaylarına tanık oluyorsunuz. “ Babasının silahıyla oynayan çocuk kardeşini vurdu”, “Ava gittiler canlarından oldular”, “Öfkesini yenemeyen genç en samimi arkadaşını vurdu”… gibi pek çok olayları her gün duymaktayız. Düğünlerde atılan silahların, maçlardan sonraki akıl almaz çılgın kutlamaların pek çok masum insanın ölümüne neden olduğu hepimizin bildiği acı bir gerçektir.
Çareyi, zevki silahta bulan bu insanlar niçin buna sığınıyorlar? Yoksa silahı en son çare veya kurtuluş mu sanıyorlar? Oysa silah insanı kurtuluşa değil esarete ve ölüme götürür. Hiçbir silah yoktur ki sadece sıkılanı öldürmüş olsun. O silah aynı zamanda sıkanı da öldürmüştür. Çünkü bunun hem hukuki cezası, hem de vicdani cezası vardır. İşte hem hukiki cezadan, hem de vicdani bedelden paramparça olan dünyasıyla, silahı kullanan insanı da öldürmüştür o silah.
Gerekçe ve sebep ne olursa olsun, hiçbir insanın, bir başka insanın yaşam hakkını elinden almaya hakkı yoktur. Zaten hiçbir kanunda bu hakkı insana vermemiştir. Ama ne yazık ki devletin bu konulardaki tavizkâr tutumu insanların silaha bel bağlamalarına neden olmaktadır.
Kasıt olmayan silahlı bir ölüm olayında da silah, buna neden olan bir araçtır. Silah aynı zamanda kasıtlı ve gerekçeye dayalı, öfkeyle kalkışılmış bir olayın tetikleyicisidir.
Öyleyse bu olayları ortadan kaldırmak için önce bu olaylara neden olan aracı ortadan kaldırmak gerekmez mi? İster kaza ile olsun, ister kasıtlı bir nedenle olsun hiçbir kimsenin, bir başkasını öldürmeye hakkı yoktur. Bir anlık öfkenin ölme, öldürme nedeni silahtır. Silah öfkeyi kışkırtan, onu daha da alevlendiren gerçek bir nedendir.
Birilerini öldürmek, olaya neden olan sebebi ortadan kaldırmak değildir. Birilerini öldürmek zafer kazanmak değildir. Öfkeyi yenmekle elde edilmiş bir zaferden daha büyük bir zafer var mıdır? Öfkeyi yenmek, meydana gelebilecek olan kötü sonuçları ortadan kaldırmak demektir.
İnsanlar niçin silahlanma gereği duyarlar ve neye karşı silahlanmış olurlar. Öyle sanıyorum ki bu, daha mantar tabancasıyla gelen bir tutkudur. Toplumumuzda silah erkek çocuğunun, bebek de kız çocuğunun en büyük oyun aracı olmuştur. Biz büyükler de bir çocuğa oyuncak alacağımız zaman, bu çocuk erkek ise ona oyuncak tabanca veya oyuncak tüfek alırız; böylece ona daha bu küçük yaşta silah sevgisini aşılamış oluruz. Sonra bu sevgi havalı tabanca ve tüfeklerle gelişir, daha sonra av silahlarıyla perçinleşir ve daha sonra da daha gelişmiş modelli silahlarla tutku halini alır.
İyi ama bu ne biçim bir zevk, bu ne biçim bir tutkudur ki başlangıçta silah sevgisi olarak değerlendirilen bu tutku, bir gün karşımıza şiddet, kavga ve cinayet aracı olarak çıkmaktadır. Bundan başka sevgilerimiz, tutkularımız olamaz mı? Silah yerine kitap okumayı, sinemaya, tiyatroya gitmeyi, koleksiyonlar yapmayı, seyahatler yapmayı, spor yapmayı tutku haline getiremez miyiz? Şiir okumayı, yazmayı, resim yapmayı, bir tutku haline getiremez miyiz?
Böyle daha asil zevkler, daha onurlu tutkular varken insanlar niçin silahlanma gereği duyarlar, kime ve neye karşı silahlanmış olurlar? Görüştüğüm insanlara bu soruları yönelttiğimde verdikleri cevaplar hiç de geçerli ve tutarlı olmamaktadır. Kimileri, kan davası güden bir zihniyetle,“Benim dostum varsa düşmanım da var”, kimileri sanki o güzelim hayvanları katletmek hakkıymış gibi, “Benim av merakım var, ben bir avcıyım”, kimileri artık hiç de geçerliliği olmayan ve hukuk kurallarını hiçe sayarcasına, “Silah erkeğin namusudur”, kimileri,“Benim canım çıkacağına onun canı çıksın”, kimileri, “Kavgada kim erken davranırsa o kazanır, kimileri,”Herhangi bir savaş durumunda hemen silahımı kaptığımla giderim”, kimileri de “kendimi savunmak için” gibi ve daha bir çok haklı olmayan gerekçeler göstermektedirler.
Yine bu insanlara,“Şiddet ve kavgadan yana mısınız, yoksa uzlaşmadan yana mı? ” diye sorduğunuzda, hepsi uzlaşmadan yana olduklarını, şiddet, kavga ve savaşa karşı olduklarını söylüyorlar. Öyleyse bu bir çelişki değil midir? Bence bu, çelişkiden, canilikten, cahillikten başka bir şey değildir.
Oysa bütün bunlar, “Ben aslında sevgi dolu bir insanım, insanları sever, saygı duyarım; her zaman uzlaşmadan yanayım; şiddete, kavgaya karşıyım; ama herhangi bir durumda da gözümü kırpmadan öldürürüm” anlamına gelmiyor mu? Böyle bir insanın uzlaşmacı olduğuna, insanları sevip saygı duyduğuna nasıl inanacağız. Öyleyse şiddet ve kavgaya karşı isek, öfkenin, şiddet ve kavganın aracı olan silaha da karşı olmalıyız.
Devletin silahlanmasına karşı değilim. Devletimizin de diğer devletler gibi caydırma ve savunma amacıyla silahlanması gerekir. Tabi ki bunun da hiçbir şekil de kullanılmaması arzusuyla. Çünkü kişinin olmayan öldürme hakkı, aynı zamanda hiçbir devletin, hiçbir milletin de hakkı değildir.
Devlet, milletini korumak amacıyla hava, kara ve deniz silahlarıyla kendini donatır, kendini ve insanını güvence altına alır. Ayrıca kişiler, hak ve özgürlükleri, can ve mal güvenlikleri açısından kanunlarla güvence altına alınmıştır. Bunun için toplum içinde kişilerin ayrıca silahlanmasına gerek yoktur.
İnsanlar silahlandıkları zaman, mevcut hukuk kurallarını ve kanunlarını çiğneyecekler ve kendi kanunlarıyla hükmetmeye kalkacaklardır. Zaten pek çok cinayetin ve kavganın temelinde yatan zihniyette budur. Bu ise mevcut hukuk kurallarını ve kanunlarını hiçe saymaktadır. Bu da toplumsal bir kargaşa demektir.
Kişiler toplum içerisinde gerek ahlak kurallarına, gerek din kurallarına, gerek hukuk kurallarına saygılı olmalıdır. Devletini sevmeli ve bunları bir vatandaşlık görevi saymalıdır. Yoksa toplum içinde kendi kanunlarıyla hükmeden insanlar da türer, çeteler de türer ve bunlar her geçen gün artar.
Etki tepki yaratır; siz birisine sıkılmış yumruklarla giderseniz, o size iki kat sıkılmış yumruklarla gelir. Siz ona silah çekerseniz, o da size silah çeker. Taşkın bir öfkeyle size silah çeken bir insana herhalde çiçek uzatamazsınız. Kan, kanla yıkanmaz; ama silahlanma devam ettiği sürece, kanı kanla temizlemeye kalkışan çok insan olacaktır. Böyle olunca da ne cinayetler bitecek, ne de kan davları sona erecektir. Sonuçta da sevgiden, saygıdan hoşgörüden uzak vahşi bir toplum ortaya çıkacak, eyalet şerifine itaat etmeyen bir teksas olacaktır.
Hal böyleyken insanlar niçin silahlanma gereği duyarlar, kime ve neye karşı silahlanırlar?
İnsanlarımız bu tutku içerisinde olduğu sürece ve bu silahlanma devam ettiği sürece, toplumca pek çok sorunu yaşayacağız demektir. Bunun için devlet ve millet olarak acil önlemlerin alınması gerektiğine inanıyorum.
Toplum içerisinde belinde tabanca, omzunda silahla pervasızca dolaşan insanlar varken, her gün her kanalda şiddet içeren filimler gösterilirken herhalde asıl pervasızlığı gösteren devlet ve görevlileri olsa gerek. Bütün bunlar olurken, kaba kuvvetin hor görüldüğü, dayağın kınandığı ve yasaklandığı şu zamanda insanın aklına,“Yoksa dayak yerine silah mı teşvik ediliyor? ” gibi bir soru geliyor.
Devlet olarak, millet olarak bu konuda çok duyarlı olmalıyız, aynı zamanda çok da uyanık olmalıyız. Çünkü artık dünyadaki silahlanma ve savaş anlayışları çok değişmiştir. Toplumlar artık zeka, bilim, teknoloji, eğitim ve kültür savaşına girmişlerdir. Gerçek medeniyetin, gerçek medeni toplumların en büyük silahları da bunlar olacaktır. Ben bu silahları, bu gün dünyanın sahip olduğu nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlarından daha etkin görüyorum ki, artık kalem kılıçtan üstün olacaktır.
Bu gün nasıl ki başlık parasını, kan davasını ortadan kaldıran veya büyük ölçüde azaltan, evrensel insanlık kültürü, evrensel insanlık değerleri ise, şiddeti, kavgayı, çeteyi, mafyayı, terörü, savaşı ortadan kaldıran da bu evrensel insanlık değerleri olacaktır. Çünkü evrensel insanlık kültürüne ulaşan insanın silahı ne tabanca, ne pompalı tüfek, ne kaleşnikof, ne atom, ne de hidrojen bombası olacaktır. Onun en büyük silahı kalem olacak olacaktır.
Evrensel insanlık boyutunda her geçen gün biraz daha yol alan insanoğlu, eminim ki insanlık sevgisiyle donanacak; ilmin ışığında, bilimin aydınlığında silahlara veda edecektir! Sevgi ve saygılarımla… Mehmet Kıyak 20.11.2005
Beş yıl sonra yeniden tüm silahların ve şiddetin susması dileklerimle...
Mehmet KIYAK
28.09.2010
YORUMLAR
İki haftada 24 Bıçaklı, 12 Tabancalı ve 5 Tüfekli olay! (23.11.2010) Yazdır
Geçtiğimiz iki haftanın içerisinde yer alan dört günlük Kurban Bayramı boyunca özellikle bıçaklı saldırı olaylarındaki artış dikkate değerdi. Her hafta 3.sayfa haberleri olarak adlandırılan bölümümüzde silahlı ve kesici aletler ile işlenen suçlara yer veriyoruz. Büyük ulusal gazetelere yansıyan olayları web sitemize taşıyoruz. Belirli aralıklar ile de bu haberler üzerinden istatistikler ve analizler yapıyoruz. Bu sefer belirgin bir fark gözümüze çarptı: bıçaklı saldırılardaki inanılmaz artış.
Her hafta derlediğimiz 3.sayfa haberlerinin ortalama %30’u bıçakla kalan kısmı ise ateşli silahlar ile işlenmekteydi. Ancak geçtiğimiz iki haftada bu tablo %58 oranında bıçakla işlenen suçlar ile büyük bir değişime uğradı. Bu artışın sebebi ne olabilir diye düşünmeden edemedik. Acaba “Kurban” Bayramı olmasının ayırt edici bir özelliği olabilir miydi? Bunu anlayabilmek için hemen aynı yılın Şeker Bayramı istatistiklerine, yine iki hafta olarak, baktık. Sözü geçen dönemde, iki haftada, toplam 23 suç olayının 5’i bıçaklı saldırı ve 18 ateşli silahla işlenmişti. Elbette daha anlamlı bir sonuca ulaşabilmek için uzun zaman serisinde, en azından on – onbeş yıllık bir süre içinde, bayramlardaki suç istatistiklerinin detaylı incelenmesi gerekir. Ancak biz bir fikir vermesi ve araştırma yapmak isteyenlere yine ilham vermesi açısından bu yıl içindeki iki bayramı karşılaştırmak ile yola devam edeceğiz.
Öncelikle iki haftalık süreler, bayram haftası ve ondan bir hafta öncesi, incelendiğinde nicel olarak olaylarda bir artış olduğu göze çarpmakta; 23 olay Şeker Bayramı döneminde 41 olay ise Kurban Bayramı döneminde. Ayrıca yukarıda belirttiğimiz gibi şuç aletlerinde de önemli bir değişiklik söz konusu.
Türkiye’nin toplumsal yapısı incelendiğinde dini bayramların, Müslüman halkın çoğunlukta olması sebebiyle, birleştirici, kaynaştırıcı, kırgınlıkları giderici bir etkisinin olması beklentisi ağır basar. Ancak bu beklentilerle örtüşmeyen bir Kurban Bayramını istatistiği var elimizde. Diyanet işleri bayram öncesinde 12 yaşından küçük çocuklara kurban kesimlerinin izletilmemesini sağlık verdi. Pek çok pedagog çocukların kurban kesiminden ruhsal olarak olumsuz etkilenmemesi için ailelerin dikkatli olması gerektiğini dile getirdi. Türkiye Psikiyatri Derneği Merkez Yönetim Kurulu Üyesi ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Burhanettin Kaya ''Ana babaların çocuklarına sevmeleri ve korumaları gerektiği yönünde telkinde bulundukları hayvanların ölümüne karar veren kişiler olmaları çocuğun gözünde ebeveynlerinin algılanışı açısından ciddi bir sorun yaratabilir. Çocukların büyük bölümü Kurban Bayramı öncesinde alınan hayvanları beslemekte, sevmekte, isim vermekte, kısa zaman dilimi bile olsa bir yakınlık ve bağlanma ilişkisi yaşamaktadır. Ardından bu hayvanın ölümüne tanık olmaları ve parçalanmış olarak görmeleri oldukça örseleyici bir durum oluşturmaktadır. Özellikle bu durum hem hayvanları sevmenin bir erdem olduğunu anlatan hem de sevdiği hayvanın ölümüne karar veren kişiye karşı bir 'ambivalans' yani aynı anda birbirleri ile çatışan zıt duygular yaşamalarına neden olmaktadır. Bu durum özellikle rol modeli niteliğindeki ana-baba ile kurulan sağlıklı bağlanma ilişkisini bozan, çocuğun ruhsal yapısında bir karışıklık yaratan bir nitelik kazanmaktadır.'' dedi. Peki, yetişkinler üzerinde nasıl bir etkisi var acaba hiç araştırma konusu edildi mi?
Sonuçta dini bayramlar herkes tarafından toplumların fertlerinin birbirlerine sevgi ve saygı ile yaklaşma, yardımlaşma, birbirlerinin gönlünü alma ve yakınlaşma, mutluluk, sevgi ve huzuru dolu yaşama günleri olarak kabul edilir. Ancak her ne kadar genel kabul bu yöndeyse de istatistikler ve araştırmalar bize farklı şeyler söyleyebilir. Acaba ritüellerden kaynaklanan bir şiddeti özendirme olabilir mi? Ya da şiddetin sıradanlaştırılması, her yerde çoluk çocuk kurban kesimlerinin seyredilmesi, medyada yer alması ya da hiç değilse sürekli hatırlatılması bir eğilim yaratıyor mu? Suç istatistiklerini arttırıyor ve suç aletlerinin seçiminde değişikliğe yol açıyor mu? Bu soruların her birinin cevaplandırılması bilimsel araştırma konusu olabilecek nitelikte. Derinlemesine araştırma yapmadan bir sonuca ulaşmak çok tehlikeli. Amacımız sorular sorarak şüphe uyandırmak, merak edilmesini sağlamak ve araştırmaya yöneltmek.
İyi Haftalar,
Umut Vakfı