Seçme Saçma Mektuplar
Küçük İskender-Paris
bu kartı sana paris’ten atıyorum
çok türkçe bir aşkın ortasında
çok türkçe bir yağmurun mağarasında
çift kâğıtlının son dumanına sinen erezyonda
kelimelerden
beni aşağılayan, bir hiç yerine koyan kelimelerden
ve tehlikeli, korkunç hayvanlardan kurtulduğum, kendime doğru
bir çıkış yolu bulduğum güzel bir zamanda..
bu kartı sana paris’ten atıyorum:
bugün mavinin ayrı bir havası
bugün rüzgârın özel bir şıklığı var,
bugün kuşların yaşgünü çünkü sevgilim!
bugün kuşlarla senden, senin
o çok efkârlı ellerinden konuştuk uzun uzun
bugün kuşlarla senin resmini çizdik bütün karakol duvarlarına
biraz sandviç yedik, biraz su içtik seni düşünerek
allahına kadar fırlamaydık senin anlayacağın
bugün kuşların yaşgünü çünkü sevgilim
bugün kuşlara senin ismini armağan ettim!
gereksiz eklem ağrıları ve kriz değil midir
ışıksız gözlerime bir nebze kan
pul pul olmuş tenime enjektör kapanları kuran,
duran sonra yürüyen sonra bir daha duran
seyyah kalbime tüm ihtişamıyla boşalan
hap niyetine sıcak elektriğin doludizgin sersemliğinde
üşürken, açken
kolları kısa ceketimin yakalarını kaldırırken
sorgumda soruyorum bunları, hep soru kalanları:
niye ayrıldık (cevabı kullanılmış, aids riski taşıyor)
nasıl sustuk (cevabı, kalabalık getto masallarında)
niçin birbirimize çarpa çarpa bir suça ortak olduk
şimdi hangi dozda hangi ekolde zırvalıyorum
sokaklarda mora mor çalan dönme bir gitaristken
koşabiliyor muyum, nefes alabiliyor muyum, sıçabiliyor muyum
dehşetli yerlerimden
en karanlık gizlerimden çalakalem vurulmuşken
otuz üçünde kahpe bir anarşist
sırtında yetmiş yedi hançer yarası
bir polisten tokatlanmış magnum ve ben
gece camlarını, or..pu ......nı yumruklarken
ya da
çıplak ayaklarımla boş ilaç şişelerini ezerken
her yer, herşey kırmızıya boyanırken duruluyorum
ölmek üzere olan birin üstünde dönenen
puşt akbabalar gibi yüzümün üstünde dolanıyor ruhum!
bu kartı sana ben
sanırım
paris’ten atıyorum!
mamafih,
niye gelmişim, nerden gelmişim, neden burdayım
sanki
ekmeğe karışmışken toprağı özleyen buğdayım!
sevgilim, ben ne soysuz bir adamım -ki
kopan mi telinin yerine kurumuş bir gözyaşı takıyorum
evet! evet!
koşuyorum, yuvarlanıyorum, bağırıyorum, ağlıyorum
faşizme yenilmişken
avla avcının mesafesi daralmışken
otuz üçünde bozguna uğramış bir devrimci
kıçında yetmiş yedi ....ak yarası
bu kartı sana ben
büyük ihtimal
paris’ten atıyorum!
....
SEÇME SAÇMA MEKTUPLAR
I.sahi(fe)
Sana bu mektubu kesinlikle,
taa İstanbul’dan atıyorum..
Hani şu,başka yerlilerin yaşamak istediği,
yaşayanlarının ise, hep başka yerli olduğu şehirden..
Taa diyorum..içinde otururken bile uzak..
sanki,hep başka bir İstanbul daha varmış gibi..
Hem, İstanbul da biraz Paris gibi kaçkınların şehri..değil mi ?
ya da şöyle mi desem ! kaçtığını zanneden,kaçamayanların şehri...
Beyoğlu’da,Boğaz’da,metroda,vapurda,köprüaltında,Kapalıçarşı’da,
Kadıköy’de,Karaköy’de..Sarıyer’de... kaçıp kendimizden, içine saklandığımız..
üvey güvenlerimizle, kaybolduğumuz karanlık köşelerde...
Bu mektup bir umur olur mu sana bilmem ?
pek sanmamakla birlikte..hani..belki ?
Yine de, asker mektubundaki,yeşilden başka yazacak hikâyesi olmayan asker gibi,
önce selâm eder,sonra gözlerinden öperim..
(Senin gibi,kelimelerle çelik çomak oynayan birinin, bir nebze müstehzi de olsa,
gülmesi içindi.. selâm ve öpücük..)
Nafile mektubumun sebeb i mahiyesini, Nurdan biliyor !..
şimdi Nurdan kim diyeceksin.. aslında okudukça mektubu ,
daha neler diyeceksin.. kimbilir?
ola ki,okkalı bi küfür de edebilirsin...
Şu kadarını bil.. o bir dost..o da bir şair...içimizdeki karanlıkların paylaşılabileceği ..
içinden,senin kahpe karanlıklarından bana ne ..demeyecek biri o..
Neyse.. Nurdan’ın bildiğini sen de bil dedim..
Fakat Nurdan’ın bilmediği, adının önünde, tuhaf ! ..
oldukça büyük duran ..Küçüğün sebebini merak edişim
Merak edip,nedeninini araştırmadan,arabesk şarkıcılarının,
küçükken çığırmaya başlamalarındaki sebebe yakıştırmayıp,
Büyük İskender ile alâkalandırmam...
Ki,ben ona.. ,Alexsander demeyi doğru buluyorum..
Makedonyalı büyük (!) komutanı..dünya öyle tanımıyor mu ?..
dünyanın onu nasıl tanıdığı da umrumda değil.. beni bağlayan;
Adam,hırslı mı,hırslı..yayılmacı..babasını bile gözününü kırpmadan katleden..
fillerle boy ölçüşen savaşçılığı..
(neyse ki daha fazla can yakmadan(önemli bir yaş galiba) otuzüçünde,
kazdığı kuyulardan birine düştü..
"su testisi su yolunda kırılır" mış..aksakalların sözü misali..
Tarih biligiçliği bi yana..
Büyük Alexsander.. ve filler...
Küçük İskender ..ve kuzguni siyah..derin, şiirler...
Alexsander’in filleri ise mutlaka beyaz olmalı...
ironik alakâlandırmam bundan...
Büyük İskender
(ölen)Beyaz filler,
Küçük İskender
(yaşanan)Siyah şiirler...
beğenirsin ,beğenmezsin !
Siyah İskender koydum adını
Siyah dedimse..her rengi içinde gizler
hem sen demedin mi ?
"içimdeki zindanı seviyorum"
evet ! içimizdeki zindanı seviyoruz
siyah şiirlerle,
zindanımızı sağaltıyoruz..
Sadet..
saadet miydi yoksa?
Gümüşlük Akademi’deki şiir dinletisi...
Nurdan’ın bildiği;
şairliğinin iyi olduğunu..
kendi cinsini sevdiğini..
seni Nisan Serap’ın nasıl sevdiğini..
kankam diyeceğim anarşistliğini..
bütün şiirlerini bilmediğimi (ne yazık)..
bilmem değil...
sağdan soldan duyduğum..
(doğruysa !? seni kınamamın arkasında durduğum)
duyduğumu ön yargı edinmem...
burada ondan söz etmiyeceğim..söylenti ise..söyletmeyeceğim..
ancak şu kadarını söyleyeyim.( tekrarlıyorum, şayet doğru ise..)
sen şairirsin sözden anlarsın;
tomurcuklara basmayın efendiler...
ön yargımı,arkaya atmadan,aklımın derinine kök salmadan,
(ön yargı iyidir ! değişebilir.. ama arka yargı ,yaksan ne çare..
küllerinden yine doğar.. hiç umulmadık yerde.. )
ol nedenle geldim ,"Genç renkler’"li şiir dinletine..
2.sahi(fe)
Atlıyoruz dört tekerliye, üç arkadaş. bir hatun,iki er kişi..
düşüyoruz yola..akademinin yeri bütün bildiğimiz,oralarda bi yerde..
göz yordamı ile uzakta..tepede ,al ışıklı bi yer görüyoruz..
pek yakıştıramıyoruz akademiyi ..bu kârhane görünümlü ışığa...
olsun..ilerliyoruz..taşlı tarla hoplatmalı yolda..
hoppala!
önümüz iki kol çatal oluyor..biri karanlık..diğeri az aydınlık..
"Hiçbir vakit tam karanlık değil gece
Kendimde denemişim ben
Kulak ver dinle
Her acının sonunda
Açık bir pencere vardır.
Aydınlık bir pencere
Hayal edilecek bir şey vardır
Yerine getirilecek istek
Doyurulacak açlık
Cömert bir yürek
Uzanmış açık bir el
Canlı canli bakan gözler vardır
Bir yaşam vardır yaşam
Bölüşülmeye hazır"
(P.Eluard / Aydınlık)
Er kişilerden, Alper,.. karanlığa sapmayalım.. sanki mayınlı arazi diyor..
gülmüyoruz..biliyoruz ki bi yerlerde patlıyor mayınlar..
kol..göz..bacak.. can kaybediyorlar...
ışığı az olanını tercih ediyoruz..az ışıklı yol bizi çok arabalı yere götürüyor..
soruyoruz..tamam bulduk.. şükür !..allı kârhane ! daha uzakta
gülüyoruz.. kendimize..
Sevgili Arsız Ölüm’le tanıştığım..Berci Kristin Çöp Masalları..Gece Dersleri ile
tanışıklığımı arttırdığım Latife Tekin ,eflatun elbisesi ile az ileride..
Marquez’e benzetilmiş..daha öte Marquez’den hırsızlık yaptığı idda edilmişti..
kulak ardı etmiştim.. .olsa olsa etkilenmiştir.. kim etkilenmez ki Marquez’den ?
Ayptır ! kendine toplumcuyum diyen hangi şair etkilenmedi Nazım’dan ?..
Nazım’ın kendisi Fransız şiirinden..ben değil kendi söylüyor adıyla.. Eluard diye...
kaçırıyorum aklımdan mış ve muşları..yürüyorum dosta ,dostdoğru ..
sıcacık gülen gözleriyle şimdi, tam önümde..
merhaba diyor kucaklayan sesi ile..
merhaba Latife, bizden de zarar gelmez sana.. diyoruz..
aklımdan geçen zar(ar)lı düşünceleri tabii bilmiyor !
yüzüne bakıyorum..gözlerini hiç kaçırmıyor..öylesine masum ki..
öteki zaralı düşüncemden de cayıyorum..kıyamıyorum..
kadına muhakkak densizin biri sırf laf olsun diye uzatmıştır mikrafonu..
laf olsun..laf oldukça torba dolsun..
Deniz Baykal laflamasında.. hani şu uçkur meselesinde fikrini sorduklarında ..demişti ki;
-keşke aşk kazansaydı...
iyi demişti de.. Latife, ortada aşk yoktu ki.. olan meşkti..kazananı kaybedeni karışık...
belli ki Latife, gün yirmidört saat..günlerce kulaklara ziyan anlatılanı,dinlememişti..
Baykal ,bi kadına aşık oldu zannetmişti..yoksa görünürdü gözlerinde, meşk’e zafiyeti...
Daha var şiirlere..göletin yanında sohbetliyoruz.. kurbağaları dinliyoruz şiirlerden önce..
içimden bi şarkı söylüyorum onlara;
"küçük kurba,küçük kurba
kuyruğun nerede ?
kuyruğum yok,kuyruğum yok
yüzerim Derinde"...
3.sahi(fe)
Biz konuşurken yanımızdan geçenler hızlanıyor.. Latife’nin anfi-tiyatrosuna doğru..
bizde hadi diyoruz.. taş sedirlerde yerimizi almak üzre ..
nihayet oturduk.. sahne alaca karanlık.. etrafa bakıyorum gözüm kimseyi ısırmıyor.. olsun ! ben bütün sevdiğim,şiir severleri oturtuyorum taş sedirlere..
Funda gelemedi ,Nurdan’ın oğul özlemi ağır bastı, döndü evine..
Her dara düştüğümde, aman !doktor, derdime bi çare diye koştuğum..Seher de burda olsaydı diyorum ..o benim ıhlamur ağacım.. buram buram dostluk kokar..git gölgesine sığın.. sarıl gövdesine, kapat gözlerini,daya alnını omzuna..istiyorsan ağla..
Leyla’nın, Birgül’ün ,Sevgi’nin de, burada olmasını isredim..
Bak onlara,"kadın senin kolların yok mu.."diyemeyeceğin kadınlardan onlar..
onların kolları var..kolları sevgiye hep açık..keşke burada olsalardı..
Sen gölete açılmış pencere önünde sırtın dönük duruyorsun..
üç beyaz sandalye.. biri devrilmiş..önünde bi kucak çiçek saçılmış yerlere..
birbirlerinden farklı mesafede duruyorlar.. bakış açıları da farklı...
sen dönüyor ve konuşuyorsun..
_ biraz önce giden sevgili düşürdü o sandalyeyi !
başlıyorsun şiirlerini okumaya.. yok yok.. oynamaya..
dinlerken şiirlerini.. görüyoruz da .... Genco Erkal’a benzetiyorum.. sesini.. tavrını..
şiiri kitaptan okumayı seven..dinlerken şiiri ,sadece Genco’dan seven benim, hoşuma gidiyor..
ikinci şiirin ağlatıyor beni.. neyse kimse görmüyor...
uzun.. çok uzun ..önce zamanlardan ,kalbimize gömdüğümüz ölülerimizden miras kalan,
içim acıdığında ağlamayı yasakladığım ,gözlerimin yaşlarına şaşırıyorum..
biraz seviniyorum da.. sadece sevindiğimde ağlardım oysa..iyi diyorum.. algılarım normalleşti..
sonra Genç Renkleri çağırıyorsun.. bakıyorum şiirlerine oldukça siyahlar..içim burkuluyor yine..
yaşadığımız hayat,bu genç şairleri,şiirlerini öksüz,yetim doğurtmuş...duruşları umarsız..umutsuz..
bi o kadar patlamaya hazır..pimi çekilmiş bomba.. her okunuşunda biraz daha ölüyoruz.. sorguluyorlar..
fakat bütün soruların cevabını almışlar sanki.. küfrediyorlar.. alay ediyorlar..
evet ! artık şiirin nihilist zamanı.. e biraz da anarşist...
o sırada içimden ,oyuncak tahta atıyla bir dadaist geçiyor..bağırıyor genç renkleri doğrularcasına
her şey öylesine yalan, öylesine iğrenç ki !.. yakalım yakalım şiirleri de derken susturuyorum onu..
çevreme bakıyorum.. koro halinde biz de susmuşuz.. duyduklarım Üçüncü Dünya Harbinin sesleri..
yavaş yavaş, canlı canlı ölüyoruz..atom bombasına gerek yok ..bizi umutsuzluk öldürüyor artık...
karanlık ta görülmeyen birinin sesi bana..Bişnev ! diyor..
dinliyorum elbette...
dinlediğim genç şairlerin..şiirleri oldukça iyi .. iyi de güzel mi ?
Güzelin ,iyi..iyinin, güzel olduğunu söyleyen felozoflar karar versin gayri...
Genç şairlerden Sidar,Zozan ve Ekin’in adı kaldı aklımda.. ismini unuttuklarım daha az iyi anlamına gelmiyor..
aralarında, Neşe Yaşin de vardı.. inceden ,ince şiirleri olan bi genç kadın..
Araya giriyorsun şiirlerinden okuyorsun.. dinledikçe sevmeye devam ediyorum..
Ve tam dinleyenler yoğunlaşarak sahneye akacakken.. durduruyorsun şiirleri..
ikinci bölüme sahneden ayrılacağın anda gene yapıyorsun yapacağını.. soruyorsun !
_ bu sandalyelerden hangisi en yalnız...
koro halinde yine içimizden .. hepimiz.. hepimiz...
dur dur gitme bak benden sana, senden bi iki satır..
"kilidine sıkışmış bir anahtarın kapıya bakışındaki çocuksu ifade kadar
Seviyorum Seni…"
4. Sahi(fe)
Sen sahneden koşarak çıkarken..sesim arkadan geliyordu..
seni,yakalayabildi mi artık bilmem ?
Işıkların canlanmasıyla,dinleyiciler de ayaklandı..
sus a’yânlar barın önünde öbek öbek..arkadaşlarım da seni selâmlamaya yanındalar..gülüşüp,konuşuyorsunuz..
taş minderim kaba geldi ben,kalkmadım yerimden..üstümde de yıldızlı lacivert yorgan,
kulağıma kadar müzik.. ne alâmi var şimdi ! kalkıp,ortalıkta salınıp,
tanımadığım yüzlere, yüz tutmaya..
olduğum yerde şiirleri beklemek daha iyi..hem,yalnız da değilim !..
akademinin kedisi yanımda..siyam cinsi bir kedi..onunla yarenlik ediyorum..bu gecelik adı, Siyami.. adını şimdi uydurdum..
Siyami, sıradan bi kedi değil.. o şiir anlıyor,şiir dinleyenlere ev sahipliği yapıyor..
Kedi ve Şiir...
sessiz patiler,çığlık çığlığa dizeler..
bu kedi, şiir yakınlığı şairlerden geliyor sanırım.. kediler için,
"venüsün çocukları" der spiritüller..
acaba şairler, hangi yıldızın çocukları ?
hemen hemen bir çok şairin kedisi vardır.. ha bi de felozofların..
onların yanlızlığını en iyi onlar paylışıyor olsa gerek ..
Arkadaşlarım,bana da içecek getiriyorlar..
"hay senin şarap çanağına" dedirtecek ,kocaman bir su bardağında şarap..
hani içine atlasam yüzerim gibi.. hoşuma gidiyor şarabın içinde yüzme fikri..
Hayyam’la kalp kalbe geliyoruz;
"bulut geçti gözyaşlarıı kaldı çimende
gül rengi şarap içilmez mi böyle günde"...
ilk yudumda Rumi,kulağıma fısıldıyor;
"Bade içen rikkat beslerse, sarhoşluğu rakik olur
Bade içen kin beslerse, sarhoşluğu kindar olur"
hep duyarım onu.. dinlerim de..
gönlünü ferah tut diyorum ona..ne kadar nazik,ne kadar yufka yüreğim,
bilmem ama hiç kin tutmadım ki..
benim şarabım, ikrâmdan..mesel,Şarap içre düşmek..Şarabın rengini görmek..
Şarbın yanısıra getirilen dergiye de göz gezdiriyorum.Gümüşlük postası adı..yerli halkın da yazılarını paylaştığı ,
Gümüşlük’te olanlardan haberdar eden, Der ki niteliğinde..
ön sayfanın sağ üst köşesindeki yazı beni gümsetiyor..içim ısınıyor..Ege’nin sevimli lehçesiyle.. "ayda bi çıkıp duru"...
içine bakıyorum..değiştirilen sokak adlarından muzdaripler..anlam veremiyorlar sokaklarına verilen,
egeyle hiç alâka,Ulubatlı Hasan Sokağı,Fahretin Kerim Caddesi’ne..durup duruken, nereden çıktı bu değiştirmeler ?..
en çok "balık tutan şaşı kedi" sokağının adının değişmesini hazmedemiyorlar..ve karşı duruyorlar..
Fransa’yı gösteriyorlar..1540’dan beri onların da ,ancak şaşı olmayan,"balık tutan kedi" sokağı varmış..
hala yaşıyormuş.. edebiyatlarına dahi konu olmuş..
içimden söyleniyorum..kör olanlar,şaşılara da tahamül edemiyor demek ki...
ben arap dadı kıvamında söylenirken sen,sahneye geliyorsun..
soruyorsun,nasılsınız ?
cevap veriyorum,senin sözlerinle,
" her şey bir sokak çocuğunun elini cebine sokabildiği kadar boş...
öznesi olmayan cümleler gibi değersiz..
ve senin naber soruna iyilik dediğim kadar yalan...."
5.Sahi(fe)
Merak ettim ! sorarken sorunu, Nil’in şarkısı aklından geçti mi ?
"Niye sordum soruları,biliyordum cavapları"..
Bu kez ustaları, çağırmaya başladın sahneye.. onlarla var olmayan bir telefonla bağlantı kuruyordun..
şiirin de ruhuna yakışan bir ruh çağırması..
çağırdığın ustaların kimi çıkmış gökyüzüne, seyrederler âlemi..
kimi ise yerde.. seyreder mi ? âlem de onları..
Genç Renkler ve sen, ustaların ağırlamasına, Nazımla başladın..
memleket sevdasını atlamadan ustanın..
sıranın dışına hep taşan ,küfürün en okkalısını eden Can baba,
Sevgi Duvarı ile bir kez daha yıktı bütün duvarları..
"yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi"
İlhan Berk ,olmadan olmazdı..
Mor Külhani ile bir yalnız şair Ece Ayhan,
"Şiirimiz karadır abiler"...
bi ara telefonunu kapatmayanlara kızıyorsun.. haklısın..
fakat, sessiz telefonlar ne işkencedir.. işkence nedir bilir misin ?
şüphesiz karakol ,kara kol görmüşlüğün vardır..
işkenceyi bilmesen de en azından duymuşsundur benim gibi..
şöyle,
ellerini bağlarlar.. karşı koyamayasın
ayaklarını bağlarlar.. kaçamayasın
gözlerini bağlarlar.. işkence yapanları görmeyesin...
bak !ağzını açık bırakırlar..
niye düşündün mü? ben, düşündüm !
kasabın, keseceği kurbanın ,gözlerini,üç ayağını bağlayıp..
birini serbest bırakmasındaki merhameti !...
ölürken rahat can çekişebilsin...
yine de fazla bağırırsan..
ona da bir bağ.. bulurlar..
M.Mungan,Bir Yalnız Opera’da ,"denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar"der ..
şiire çok yakışır bu dize..
da ,nerden bilsin intiharı,intihar etmeyen !..
işkenceden çıkanlar bilebilir bu intiharı..
çoğunlukla hergün yeniden yaşayabilmek için her gece intihar ederler..
nasıl mı?..
bir, tek yüzlük Listural’le gelir
bi kara tren..
ağır ağır ezer geçer üstünden
ne kan,ne ses,ne acı
kimse görmez,kimse duymaz,kimse bilmez
öldüğünü...
sabah,yaşıyor zannederler
sen nefes alırsın
o kadar...
Bukowsky iyi bilir bu yaşamla uzaklaşmayı..uzlaşmayı..
"En iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur
sırf uzaklaşmak için,
ve geride kalanlar birinin onlardan uzaklaşmayı
neden isteyebileceğini bir türlü tam olarak anlayamazlar. "
nereden geldi şimdi aklıma !.. sanırım, arada sevgilinin aramamasından yakınmandan..
biraz işkence çeker bir halin vardı da..
düzene karşı söz eden şairlerden söz ederken..
sordun yine kalabalığa.. şair, düzenle barışık olmalı mı?
cevabı ararken, küçük bir çocukta karar kıldın..
önce ,bakalım düzenden ne anlıyordu..
elbette garibim öğretilenlerle cevapladı..
trafikteki lambalar olmasa kaos.. kaza olurdu..
canım..hayatın ışıkları, kırmızıya daha yatkın ne bilsin hiza,nizam,intizamı ,
izin verildiği kadar yürümek..nasıl bir kaos.. nasıl bir mayın tarlası..
üstelemiyorsun.. nasıl olsa büyüyecek oyunlarla..
nasıl sa öğrenecek.. kurallarla boğuşmayı..
sahnede bu defa Enis Batur.. elli yaşına kadar genç olarak anılmasından şikayet ediyorsun..
herşeyi bildiğini söylediğini.. bunda da haklı olduğunu kabul ederek..
ve Ahmet Erhan’ı çağırdığında sanki orada sevenleri çoğunluktaydı..
başlıyor "genç"bir şair şiirin hakkını verek okumaya;
"Atım öldü. Avradım beni sevmiyor. Silahım suskun
Sırtımdan kaç güneşi aşırtarak yürüdüm. Yok.
Damarlarımdaki alkollü kolonyayla sildim.
Yok. Yükseklik korkumu dirseğimle dürterek
Kentin bütün üstgeçitlerinden geçtim
Evlerde kabuk bağlayan yaralarımı dışarıda rüzgar örseliyor
Atım öldü. Avradım beni sevmiyor.
Silahım suskunYok. Sevgilim. Olamadım.
İçkilere daha bir dadandım
1182734. Mesai saatlerinde aranılacak.
Yok.Artan her günüm sanki ölüme ekleniyor...
Atım öldü. Avradım beni sevmiyor.
Silahım suskun
Kiraz dalına asılmış bir mendil gibi kaldım
bekliyorum tarihin kaçınılmaz fırsatlarını
Yok. Sevgilim. Duasız bir din arıyorum.
Yok.Leyli bir uyku. Alnı örselenmemiş bir insan
Gece yatıya gelen bir bir umut. Gündüz giden bir ehl-i müslüman
Yağıyorum durup durup bütün yağmurlarımı
Türklerin anayurdundayım. Yalnızım. Alkol. Yok.
Savunduğum herşeyin savunmaya geçtiği. Tanrım
Yok. Boğulsam cezir oluyor, yaşasam med.
Artık evcil olan kelimeler aranıyorum;
Oda. Pipo. Kitap. Çocuk. Ev. Aile. İş. Otobüs.
Atım öldü. Avradım beni sevmiyor. Silahım suskun
Ancak otuzüç gün üç gece ağlasam avunurum
Yok. Küçük Asya’dayım. Ninem Rum. Dedem Yüzbaşı.
Kanım A Rh pozitif. Çok bira içince negatifleşiyor
Yok. Sevgilim. Bilemedim iki taşı çatıp bir yapı kurmayı.
Atım öldü. Avradım beni sevmiyor. Silahım suskun
Kanım çekiliyor dünyayı böyle düşününce
Yok. Sanki durup dururken saçlarım seyreliyor.
Sıcak oldu. Genleştim. Konformist filan oldum.
Yenik bir hayvan büyütüyorum koynumda. Yok.
Atım öldü. Avradım beni sevmiyor. Silahım suskun
At. Avrat. Ve silah. Su. Ateş. Ve toprak.
Bütün dinleri böyle kandırarak dinimi buldum
Öldüğüm gün davula üç kez vurulacak. Tören. Yok.
Kalbim. Bir ayrılığı çalıyor kampana. Tren.
Yok. Seni istasyonlarda kaç kere öptüğümü sayamıyorum
Atım öldü. Avradım beni sevmiyor. Silahım suskun
365’le 35’in çarpımı neyse ona göre kurdum kendimi
Ondan ötesini ister eksilt ister çoğalt
Devrim misin nesin ver artık şu adresini. Yok.
İnkılap! İnkılap! İnkılap! İnkılap! "
biraz yorgun,biraz bezgin.. daha çok üzgün ve kırılmıştı, Ahmet Erhan..
önce, çıt çıkmıyor..sonrası alkıştan tufan...
birden erkek eğemen şairlerden sıkılıp,sahneye, Lale Müldür’ü davet ediyorsun..
Neşe Yaşin’in sesi ile..oldukça kadın, bir iç çekiş...
evet, hepsi bizden..izlerken bi de Bukowsky’i davet etsen dedim..
severim o deliyi..bilirim! sen de seversin o deliyi..delileri..
yakışırdı şiirin delilerine.. bizlere..
"bazıları hiç delirmezler.
ne korkunç hayat sürüyorlardır
allah bilir."
ee yoruldun.. teşekkür ettin şiir severlere..özür diledin çağıramadığın şairlerden..
zaman geçti yine.zaten,güzel olan çabuk geçmez mi ..
başka sefere buluşmak üzre ..
"Öldük, dünyayı şaşkın bırakıp gittik;
Yüzlerce incimiz vardı delinmedik.
Sersemliği yüzünden bilgisizlerin
Renk renk düşünceler kaldı söylenmedik."
Hayyam’ın söylediği gibi.. söylenmeyen,renk renk şiirler..
ne sersemlik..ne bilgisizlikten..
geceye sığmadı bütün şairler..
sevgili Şair,
o gece şiirlerinle,,şiirlerle,
Kocamandın İskender...
e ben de teşekkür ediyorum sana, Sarı Şey’den ,dilime sardığım dizelerinle..
mektubuma nokta
"Bir melek satın aldım dünyanın en küçük köyünde
en küçük dükkanından en küçük metal paralarla,
sonra hayatta unuttum onu,bırakmışım yanlışlıkla sıradan bir akla
melekse eğer gerçekten,melekliğini bilecek elbette
ölmeyecek biz de ölene kadar,biz de kazanana kadar
Sevgilim kabul et bu meleği,içindeki fişekte sakla"
Not:
bu mektubu sana İstanbul’dan ,
burnunun ucundan değil de..
Krakow tuz madenlerinden,
yerin yedi kalt altından.. atmak isterdim..
niye mi?
genellikle burnun ucundakini görmez insan..
hem oradaki,
dünyanın tek yeraltı postanesi...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.