- 2209 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Fikriye ve Latife
“Fikriye şarkı temsil ediyordu, Latife ise garbı.Bu yüzden Fikriye geçmişti, Latife ise gelecek.” (Veda filminden)
Bu sözler Veda filminden.En çok ilgimi çeken anlatıydı.Fikriye şarkı temsil ediyordu, Latife ise garbı.Fikriye geçmişti, Latife ise gelecek.Şarktan doğan güneş, ilahi kanun gereği batmak için Batı’ya doğru ilerlemiş ve nihayet Batı’ya geçmişti.Dünya yuvarlak güneş tekrar Şark’a gelip Şark’tan doğacak diyenler olsa da güneşin doğacağı başka bir günü ummak çaresizlerin hayali gibi geliyor bana, yani bizim hayalimiz.Hintliler sefalet içindeki hayatlarına, yeni bir hayata, yeni bir doğuşa inanarak nasıl teselli bulmaya çalışıyorlarsa bizim bu söylemlerimiz de buna benziyor.Güneşin doğacağı başka bir gün olur mu bilinmez ama bugün güneş Batı’dan batacak gibi duruyor.Bu minvalde kısa bir hikaye anlatmak istiyorum.Aslında hikayeden ziyade biyografi desek daha doğru olur sanırım.İki kişiden bahsedeceğim çünkü.İki kişiyi anlatmaya çalışacağım.Fikriye ve Latife…
Fikriye saftı, duru bakışlarının altında masum ve temiz bir şahsiyet, bir mazi vardı.Latife ise kendisini gözlerinden ele vermeyecek kadar zeki, fakat bir o kadar da hesapçıydı.Fikriye ise hesap nedir bilmez, kalbini dinler yalnızca severdi.
Fikriye mahzundu, hüzünlüydü.Şarkın bütün hüznü sanki o eşsiz yüzüne yansımıştı.Latife ise neşeli, şen şakrak bir edaya sahipti.Hüznü sevmeyenler Fikriye’den kaçardı, ölümden kaçtıkları gibi.Ölmeyeceklerini düşünenler, geleceği umanlar hep Latife’nin yanındaydı.Çünkü tüm neşesiyle insana bir anda maziyi unutturabilirdi.Fikriye ise her şeyiyle baştan aşağı maziydi.
Fikriye berraktı, her şeyiyle dupduru olduğu gibi fikirleri ve sözlerinde de öyleydi.Yanlış da olsa fikrini söyler fakat diretmezdi.Sözcükleri yalındı, anlaşılır cümleler kurar, az konuşurdu.Az kelime ile meramını anlatabilmek maharetti, konuşmak kadar susmak da erdemdi Fikriye’ye göre.Latife ise çok farklıydı.Gözlerindeki bulanıklık cümlelerine, zihnindeki karışıklık diline yansımıştı.Bulanıktı Latife, tam anlamıyla bulanık.Siyah da değildi, beyaz da.Ne o taraftı, ne bu taraf.Griydi ve bitarafdı.Konuşmayı severdi ama yalnızca konuşarak kendisini ifade ettiğine inanmaz, kıyafeti, bakışları, duruşu ve edasının sözlerinden daha önemli olduğuna inanır, sözlerinin bunları tamamladığını düşünürdü.Buna rağmen çok dikkatli konuşur, kelimelerini cımbızla seçer, süslü ve uzun cümleler kurardı.Muhatabının, kendi kültürü karşısında alçalma hislerine kapıldığı düşüncesiyle konuşurdu hep.Süslü, uzun ama bulanık cümlelerle…
Fikriye’nin bilgisi büyüklerindendi.Latife’nin ise kitaplardan.Fikriye çok okumamış olsa da çok bilebilirdi bazen.Bu bilgisi sayesinde çoğu şeyi basit görebilir ve tek bir sebebe bağlayabilirdi.Aklı nadiren karışırdı,Büyüklerinden sözle gelen soyut bilgi bazı şeyleri ona unuttursa da kırıntıları dahi O’nu erdemli kılabiliyordu.Tefekkürü unutmuştu ama bir tevekkül abidesiydi.Latife okur, düşünür hesap ederdi.Ölçüp biçer, kıyas yapardı.Bu yüzden kafası hep karışıktı.Bir yanda Fikriye gibi büyüklerinden aldığı kırıntılar, diğer yanda okul hayatı ve kitaplardan aldığı Frenk düşüncesi.Soyut ve somutun kıyasını yaptı Latife ve burada yanıldı işte.Karışıklığının sebebi buydu.Bunu atlatabilmek içinse daha çok okuyor ve annesinden duyduklarının kulağında çınlamaması için adeta daha da okuyarak bastırmaya çalışıyordu.Aklı bir ilan tahtası gibiydi, kitaplarsa ilanlar.Bir kitap bitiyor, bir diğeri gelince öbürü siliniyordu sanki.Fikriye ise ufacık bir sözden etkilenebilir, onu aklından gönlüne taşıyabilir, kendisinde kalıcı kılabilirdi.
Fikriye mağluptu, gururu kırık ve yorgun.Mücadele etmişti Paşa için ancak tek yapabildiği kendisi olmaktı bu yüzden ezelden mağluptu Latife’ye karşı.Ezelden beri mağlup olmuyordu elbette ancak geçmişin silinmek ve geleceğin görülmek istendiği bir zamanda Fikriye’nin mağlubiyeti ezelden belliydi.Yorulmuştu da bir yandan, yıllardır boğuştuğu hastalık , düzelmek bir yana dursun onu çöküşe kadar getirmişti.Kenara çekilip istirahat etmeliydi aslında, böyle de düşünmüyor değildi ama gönlüne dinletemiyordu bunları, sevdasına, davasına.Şarkta sevdalar böyle oluyordu çünkü, ölümüne! Ne hastalığına ne de bir başkasına bıraktı bu yüzden, kalbine kurşunu kendi sıktı Fikriye.Latife ise muzafferdi, mağrurdu.Şark türküleri söyleyen bir kız mı kazanacaktı kendisinin karşısında? Böyle bir şey mümkün olabilirmiydi? Piyano üzerinde raks eden parmaklarıyla akılları baştan alıyor, her zihinde parıltılar oluşturyordu.En çok da Paşa’nın zihninde.Paşa da şarklıydı en nihayetinde, efsunlanıyor, büyüleniyordu Latife’nin parmaklarından çıkan piyano sesinden.Zaman Latife’nin zamanıydı.Ancak Mustafa Kemal Paşa “Atatürk” olmadan önce Fikriye vardı, mücadele eden Fikriye.Paşanın yanından ayrılmayan Fikriye.Mustafa Kemal’i seven Fikriye.Latife’nin istediği, sevdiği bir muzaffer komutan, bir büyük lider Atatürk.Gücün sevgisi belki.
Ben muhayyilemdeki Fikriye’yi ve Latife’yi yazdım Zülfü Livaneli’nin muhayyilesindeki Atatürk’ü anlatan veda filmi üzerinden.Geleceği olmasa da, geçmiş de olsa Veda filminden Fikriye Hanım kaldı bende.Paşasına Selanik türküsü okuyan Fikriye.Bir kez de Fikriye için türkünün sözlerini yazıyorum ben de, siz de Fikriye için dinleyin bu türküyü bir kez de…
“Bir fırtına tuttu bizi
Deryaya kardı
O bizim kavuşmalarımız a yarim
Mahşere kaldı…”
Not: Fikriye’nin ölümünü hayal etmek isteyenler bu linke bakabilirler.
www.youtube.com/watch?v=Mqv8tySug3Y&feature=related
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.