HER TELDEN
Toplantıdayız, kurumdaki herkes orada. Toplantının gündem maddeleri bitince başkan bir duyuruda bulunur hepimize. “Arkadaşlar” der, “Ahmet Bey’in sünneti var şu tarihte, şu mekânda. Hepiniz davetlisiniz.” diye… Bunu deyince millet kopar aniden… Gözyaşları sağanak olur gülmekten.
Ahmet Bey ise ezgin bir halde, müdür bey ise vaziyeti çakmış halde mahcup bir durumda kalakaldı öylece… “Özür dilerim” dedi, “galiba yanlış ifade ettim hemen düzeltiyorum Ahmet Bey’in oğlunun sünneti” diye…
“Ahmet Bey azcık ucundan” şeklinde bariz güldürücü bir espri, “Ahmet Bey maşallah” gibi ironik bir takılma, “Ahmet bey bak kuş” gibi muzırca şakalar genel kabul görür zannımca…
Hayatın içinde olan şeyler doğal geliyor insana ve samimi… Bu yanlışı gülümseme ile karşılayıp ve durumun mağdurlarını gülümseyerek bağırlarına basan bu insanlar halden anlayanlardı elbette… Gülme ise olması gereken dozdaydı; ne bir derece fazla ne bir derece noksan…
…
En azından üç dil bileceksin
En azından üç dilde
Canımın içi demesini
Canım ağzıma geldi demesini
Kırmızı gülün alı var demesini
Nerden ince ise ordan kopsun demesini
Atın ölümü arpadan olsun demesini
Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
İnsanın insanı sömürmesi
Rezilliğin dik alası demesini
Ne demesini be
Gümbür gümbür gümbürdemesini bileceksin
…
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Okul Dergimiz Parıltı’da yayınlamıştık bu şiiri. Farklı bir okuldan farklı bir öğretmen arkadaş yakaladı beni çarşıda."Hocam" dedi "gözden kaçmış ama derginizde küfürlü bir şiir var" dedi. Güldüm "Allah’tan Can YÜCEL’E söylememişti bunu."dedim kendi kendime. Okkalı bir küfür yerdi, küfür ne demekmiş öğrenirdi. "Bedri Rahmi’nin şiiri, şairdir kendisi..." dedim ve sustum, o da sustu. Bir daha göz göze dahi gelmedik.
Köyde yaşayan uykusu ağır gence arkadaşları oyun oynamak isterler. Harman zamanı bu genç karyolasını dama çıkarıp yatmış. Arkadaşları uykusu ağır olan genci uyandırmadan karyolasıyla beraber ana yola taşıyıp orada öylece bırakmışlar. Az sonra bir tır gelmiş, yoldakini görünce kornaya basmış. Genç önce aldırmamış, tır kornayı uzun uzun çalınca yatağından doğrulup haykırmış: “Gel Allah’ın cezası, dama çık dama!”
Dama çıkanlar o kadar çok ki!
Haddizatında haddini aşanlar…
Bir mart ayında kedi misali hep damda duranlardan mı olmak isterseniz yoksa bir kış bitiminde ortaya çıkan kardelenlerden mi?
Dama çıkanlar her zaman âli menfaatlerini ahalinin menfaatinden yüksek tutanlardır. Etrafınıza bakın; dama çıkanlar kimlerdir?
Makama dört elle sarılan, paraya kul köle olan, güce kör kütük âşık olan, siyaseti olmazsa olmazı olarak gören, sendikayı şahsi hizmeti için bir araç olarak kabul eden, üniformayı arkasını dayandığı bir duvar olarak bilenler “Dama Çıkanlar” değil midir bu ülkede?
Dama çok hızlı çıkanların yine aynı şekilde çok hızlı bir şekilde ineceği günleri görürsek ki mutlaka olacaktır bu işte o zaman ülkemde bazı şeylerin yerine oturduğunun resmi olarak göreceğiz bunu. Adam kayırmacılıkla, yalakalıkla, particilikle, sendikacılıkla, liyakatsiz ve kifayetsiz onlarca şahıs belli yerleri işgal ettiler yok uğruna…
Bu ülke hepimizin, hepimiz hak ettiğimiz şekilde yer işgal etmeliyiz. Memleket için bu gereklidir. Hak eden hak ettiğini bulmalı, hak etmeyen ise hak etmediği ile mesut olmalıdır.
Bayrak Şairimiz Arif Nihat Asya’ ya bir konferansta ,
"Mini etek konusunda neler diyeceksiniz " diyerek kanaatini öğrenmek isterler. Asya bir beyitle cevap verir :
"Onlar diyorlar mini etek!
Ben diyorum hani etek?”
İşte, biz diyoruz söylediklerimiz bu, onlar söylediklerimize bakıp sağır oluyorlar.
Biz diyoruz buyuz onlar bize bakıp yekten kör oluyorlar.
Biz diyoruz konuşalım onlar bize bakıp lal kesiliyorlar.
Bir arkadaşım anlatmıştı. Yeğeni gelmiş Hollanda’dan. Evlendirmek için kız arıyorlarmış. Çocuk saf mı saf temiz mi temizmiş yani… Falanca köye kız bakmaya gideceklermiş o gün. Çocukta bir heyecan sorma gitsin. Yanıma geldi “Abe” dedi “Ben kızı görünce napcam abe” dedi olanca paklığı ve saflığı ile…“Direkt öp” dedim “Gördüğün gibi hem de” dedim hınzırca. Tövbe tövbe! Çocuk bir utandı, bir utandı. Bir daha bana bir şey sormadı.
İlk gördüğünü öpenlerin çoğaldığı, Fatmagül’ün suçu ne’lerin arttığı, façaların bozulduğu, cakaların arttığı, mart kedisi gibi dama çıkıp ne halt oldum tavrı ile dolaşanların idol olduğu, kırılan potların ve cevizlerin hüsnü kabul gördüğü, yenilen nanelerin marifetmiş gibi anlatıldığı, incir kabuğunu doldurmayan meselelerin dert kabul edildiği, çizilen kestanelerin çizik kalemi ile kapatılmaya çalışıldığı, fırına verilen mercimeklerin kokusunun tüm mahalleyi sardığı bir dönemde Allah sonumuzu –inşallah- hayırlı eyler.