Cereyan Kesilince
Dün akşam elektrikler kesildi. Önce ah-vah edip sitem ettik ama sonra alıştık ve odamıza dolan karanlığın bütün bedenimizi sarmalayan ve adeta ağzımızdan burnumuzdan içimize sızan ağır havasının verdiği ruh hali ile karanlığın hakimiyetini kabul ettik ve onunla beraber kaybolduk.
Biribirimizi göremeyecek şekilde karanlığa gömüldük. Evdeki bütün elektriğin emir ve komutası altındaki aletler susmuş, ikinci bir “başla” emrinin gelmesini ve akabinde hiçbir şey olmamış gibi kaldıkları yerden çalışmaya devam etmeyi bekliyorlardı.
Yaşamları kendilerini besleyen görünmez tanrıları tarafından geçici olarak gasp edilen bu eşyanın suskunluğu mekana önceleri rehavet hissi verirken ve sonraları kendini insanın yaş ve tecrübesine orantılı olarak korkuya bırakan derin bir sessizlik sunuyordu. Bu hal orada bulunan insanların da o görünmez tanrıdan etkilendiklerini açıkça gösteriyordu.
Ve bu tanrı insanoğlunun ısınmasına, iletişimine, aydınlığına, temizliğine, aşı’na yani tüm yaşamına müdahale edebiliyor, ses tonunu da etkiliyordu. Ses, insanın ağzından karanlıkta daha sakin çıkıyor, varlık bu hal içerisinde kayboluyor, soyutlaşıyor, neticesinde bu değişim karanlığın içerisinde görünmemesine sebep oluyordu. Gözlerin bir noktaya takılı kalması bir şey ifade etmiyor, nereye bakarsanız bakın aynı ağır rengin kokusu, varlığı hissediyordu.
Bu kabir karanlığı içerisinde gözünüzün önüne birtakım şekiller beliriyor, hiçbir şeye benzetemediğiniz bu şekiller kendilerini boşluğa bırakıp kaymaya başlıyorlardı. Gözünüzün ucu ile takip ederek tanımlamaya çalıştığınız bu isimsiz, anlamsız şekiller, gözümüzü tekrar aynı noktaya getirdiğimizde yeniden ortaya çıkıyor, ancak o vaziyette fazla kalamayarak yeniden kaymaya başlıyordu. Bu hal siz gözünüzü tekrar aynı konuma getirdiğiniz sürece devam ediyor ve bir zaman sonra insan yorulup vazgeçiyordu. Karanlık kendi lisanı ile bizimle oynuyordu.
Konuşmalar, eski heyecanlı ses tonunu, çöken karanlığın verdiği mahpusluk duygusuyla yitiriyor.Ses alçalıyor ve kalınlaşıyor,ki;karanlığın ruhuna uyabiliyordu.Hareketli ve renkli konular umumiyetle yerini “eskiden” diye başlayan ve dedelerden,nenelerden kalan hikayelere terk ediyordu.İşte bu mekan ve vaziyet içerisinde mezarlık,cin ve peri hikayeleri havasını,tadını buluyordu.
Aheste bir usul ve makamda ağızlardan havaya saçılan kelimeler yalın bir vaziyette mana’ya dönüşüyor,anlatılan hikayenin derinliğine göre hayal dünyamızın dehlizlerinde yer yer aydınlanıyor,bazen bir yüz’e ,bazen bir ağaca,bir hayvana veya bir canavara dönüşüyordu.Her halükarda sesler temkin sınırlarının hudutlarına yaklaşsalar da karanlığın üzerlerine bıraktığı ağır örtü sayesinde haddi aşmadan odada dolanıp duruyorlardı.
Çocuklar içinde bulundukları bu durumu ufak fısıltılarla ve kendi aralarında kıkırdaşarak karşılıyor bazen de karanlığın ağır ve efsunlu etekleri altında kayboluyorlardı. Özledikleri ve geldiğinde hep birlikte sevinçle bağırarak karşılamaya hazırlandıkları aydınlığı camlara dayadıkları gözlerindeki heyecanla bekliyorlardı. Bu derin ve kesif karanlıktan evdeki fareler serbestçe dolaşarak, çocuklar ise dizildikleri camın kenarında şaka yapanında, yapılanın da bilinmediği oyunlarla, istifade ediyorlardı.
Yaşlılar hücrelerinin her zerresine, düşüncelerinin her kapısına dayanan, kendilerine gençlik günlerini ve ölümü hatırlatan bu hal ile başlarını da omuzlarına düşürüp arazilerinin en aydınlık, en çok yolcu geçen ve gece olduğunda evlerin ışıklarına en yakın yerlerinde mezar yerleri arıyorlar, bazen derin bir “ah” bazen daha derin ve daha içten bir “of” ile gözlerini ve yüzlerindeki ifadeyi kimseden kaçırmaya ihtiyaç duymadan derin ve sükût hayallere dalıyorlardı.
Günlerdir, aylardır belki de yıllardır sadece olduğu yeri doldurmaya yarayan ve bir süs eşyası olarak işlevini sürdüren pilli radyonun ilk defa düğmesine dokunuluyor, gelen akımın heyecanıyla radyo karanlığın vakarını ve içlerimize doldurduğu sükutunu iğfal ederek istasyonlar arasında cirit atıyor, sevincinden bazen şarkı söylüyor, bazen ajansı geçiyor, bazen bir konuşmanın ortasına dalıp hemen Arapça bir melodinin üzerinden çığlıklar atarak dini bir programın manevi havasıyla duruluyor, cıvalı lambalarından çıkan ışıkları karanlığın iffetini ayaklar altına alıyordu. Elektriğin kesilmiş olması bütün ev aletlerini geçici ölüme gömmüş, bu durum sadece eski radyonun işine gelmişti. Sesi duyan çocuklar bile camın yüzüne yapıştırdıkları suratlarını camda yağlı ve tükürük izleri bırakarak çekmişler ve radyonun başına üşüşmüşlerdi. Radyo hem daha sesli konuşuyor hem de içerisinden gelen ışık sayesinde çocukların üzerlerini örten,kimliklerini gizleyen örtüyü yırtarak hangi ismin hangi gölgeye ait olduğunu belli ediyordu.
Bütün bu duygular ve düşünceler elektriğin gelmesiyle birden bire kesiliyor, makinelerin tekrar hayata döndüğü seslerinden anlaşılıyor,televizyon karanlığın hakimiyetine aniden son veriyor,radyo eski konumuna geri dönüyor,rehavet çöken yüzlere renk geliyor,gözler kırpıştırılarak güç tazeliyor ve düşünceler kum taneleri gibi aydınlık denizinde siliniyordu.
Bu şiirsel hava bir sonraki elektrik kesintisine kadar dağılıyor,karanlığın örtemediği duygular eski tahta sandıklara kaldırılıyor ve odaya hakim olan tek ses insanın hissiyatını öldüren,komşuluk duygularını ve samimiyetini katleden televizyonun sesi oluyor..
YORUMLAR
Akıcıydı.
Bir romanın girişi gibi...
Elektrik.
Termik santrala da Nükleer santrala da bir kesim karşı çıkıyor, diğer bir kesim ise çıt çıkarmıyor.
Varınız bu toplumun siyasilerinin kaş-göz kırpmasıyla hareket-edip etmediğini değerlendiriniz.
Paylaşım için teşekkürler, saygı öncelikli sevgiler.