- 1402 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Koca Çınar ve Çıtlık Kahvesi
Bu yolculukta eğitimci şair yazar Mehmet Demirel Babacanoğlu ve ben Mut’a hareket etmek için sabahın 8’nde otobüseteki yerimizi alıyoruz ve Yazar Nihat Mustul’un davetlisi olarak yola koyuluyoruz.
Günler önce 37. Mut Kaysı Festivali’nde ki program’a iki gün imza için bize yer vermişlerdi.
Mersin’den geçerken kızım Pınar Merih’i aradım ama cevap alamadım. Vakit erken olduğu için hala uyuyor dedim, kendi kendime. Silifkeye gelince, havanın serin oluşu ve doğanın canlılığı gözümden kaçmadı. Mut’a yaklaşıyorduk.
Otobüsümüz garaja girdi, indik valizimizi aldık festivalin yapıldığı Koca Çınar’ın altına doğru yürümeye başladık. Çünkü yüzyıllık çınar salmasaçak alanı almıştı koynuna. Her tarafta Türkmen Yörük Türkmen Çadırları ve panayir havası. Yöre halkı alış veriş sıkma ayran ama en güzeli yanı Koca Çınar’ın altında barınan topluluk hareketliliğiydi.
Baktım Koca Çınar’a şimdiye kadar kimleri barındırmış kimlere ev sahipliği yapmıştı. Dili olsa neler anlatmazdı ki, küçük bir fidandı zamanla büyüyerek Koca Çınar olmuştu. Yaşlanmıştı artık, salma saçak dallarını uzatmış havuzun başında ki Karacaoğlan’ı ve güzel Elif’i korumuş ve tarihe ev sahipliğinin ardından; yapılan bunca festivallere tanık olmuştu.
Yazar Nihat Mustul, bizi görünce karşıladı ve daha önceden masalarımızı hazırlatmış bizi bekliyordu. Bizde kitaplarımızı masaya koyduk ve sonra belediye başkanı, kaymakam ziyaretimizi geldiler.
Koca Çınar’ın altındayız, çıtlık kahvesi içiyorum, hemde doya doya. Öyle güzel bir damak tadı bırakıyor ki, doyamıyorsun.
Hemen yanıbaşımızda havuz ve Karacaoğlan heykeli elinde bağlaması çok sevdiği uğruna yanık türküler söylediği güzel Elif’i.
Diğer bir tarafta yöreye özgü halk oyunları ve türküler çınlıyor alan.
Yine Yörük Çadırları ve Türk mutfağı görülmeye değerdi. İkincikez yöre halkıyla birarada oluyordum.
Aylar öncesi Silifke festivali’nde de bulunmuştum. Ne keyifliydi böyle geziler.
Yazar Nihat Mustul arkadaşım kande allareyla önce bize çıtlık kahvesi ikram ediyor ve bizde büyük bir keyifle içiyoruz. Mükemmel bir tadı var. Hele ben çıtlık kahvesine bayılmıştım. Uzun yıllardır tadını unuttuğum çıtlık kahvesinin diğer bir adı menengiç kahvesi.
Rahmetli annem babamın getirdiği menengiçleri kavurur ve kıvamına gelene kadar bir güzel havanda döverdi. Tabi kocaman bir havan ve içinde macun şeklinde dövülen menengiç kahvesi yapılınca da babam bir güzel içerdi. Çıtlık kahvesini içerken, anımsadım çocukluğumdaki kahveyi.
Nihat beyin tatlı ve güzel eşi Durşen hanım yanımıza geldi ve tanıştık. İki gece bizi misafir ettiler. Bu arada kaysı festivali olduğu için bolca kaysı yemeyi de ihmal etmedim. Hele şekerparenin tadına doyamadım, organikti.
Dinlenerek uyanmıştım ve güne dinç ve enerji depolayarak başlamıştım.
Kahvaltıdan sonra yine Koca Çınar’ın altındaki yerimeze geldik. Fotoğraf çekilmeyi de ihmal etmiyorum. Yeni yeni dostlarla tanışıyor ve sohbet ediyordum. Yöreye has müziği gün boyu çalıyordu. İçimden oynamak geliyordu. Pek oynamayı beceremesem de...
Mut Kalesine çıktım birkaç fotoğraf çekildim anı olarak kalması için.
‘Yıllardır alışkanlık haline getirdiğim telefon görüşmelerimi de yapıyorum. Oğlumu ve kızlarımı hergün birkaç kez ararım. Oğlum Antalya’da küçük kızım Mersin’de ve ortancı kızım ise Adana’da. Torunlarımla da sıklıkla konuşurum. Üç çocuğum değil beş oldu...
Seviyorum özlüyorum hemde çoookkkkkk....’
Ben, Demirel Babacanoğlu ve yazar Nihat Mustul, kitaplarımızı imzalıyoruz.
Ben daha çok gelen misafirlerle beraber çıtlık kahvesi içiyorum.
Yerimiz sabit, Koca Çınar’ın altı, Karacaoğlan, güzel Elif’i, biraz ötede Mut Kalesi, muhteşem bir görünüm. Bazen tek başıma Mut’u geziyorum ve gördüğüm güzellikler, şirin ilçe beni cezbediyor, özlem duyuyorum.
Mut halkı ve köyde yaşayanlar, festivallere susuz kaldığı için yoğun ilgi gösteriyorlar. Yine Koca Çınar, bu yüreği temiz saf insanları yıllarca bağrında gizlemiş.
Çukurova Üniversitesi’nde okuyan aslen Mut’lu olan Ceren Zorlu, kahve görevini devalarak bize çıtlık kahvesi hazırlıyor ve ikram ediyordu. Tarsus’tan Kelepir Kitap’ın sahibi Fahri Doğan ile tanıştım.
Yine Koca Çınar’ın altındayız, sağımda Kelepir kitap evi standı, yanında dondurma satıcısı, onun yanında mısır satıcısı, üst tarafta birçok masa sandalye ve yaşlı amcalar oturmuş çay içiyorlar ve sohbet ediyorlardı.
Otuz’u aşkın Türk Bayrağı’nın altında oluşum Birinci Dünya savaşı ve Çanakkale savaşları geliyor aklıma ve gözlerim doluyor. Ülke uğruna yüzbinlerce genç şehit vermişiz. Onların sayesinde bu bayrak dalgalanıyor...
Hemen karşımda kıl çadırının üstündeki yazı yine dikkatimi çekiyor: ‘Bizsiz siz bir eksik, sizinle bir fazlayız’ yazıyordu’. Engelliler kıl çadırında sıkma, börek ve ayran ikramı yapıyorlardı. Bir çok kıl çadırları Koca Çınar’ın bağrında yerlerini almışlardı.
Yöre halk oyunları durmadan çalıyordu.
Babacanoğlu ise elinde fotoğraf makinası çekim yapıyordu.
Gazeteciliğe soyunmuş, elinden fotoğraf makinası düşmüyordu.
Yöre insanları gönüllerince eğleniyorlardı.
Yine Koca Çınar’ın altındayız çıtlık kahvesi içiyorum. Masamıza Mut Kaymakamı geliyor ve önceden çıtlık kahvesi sözü aldığını, içmeye geldiğini söylüyor. Osman Yenidoğan da geliyor bir yanda çıtlık kahvesi içiyoruz diğer bir yanda sohbet ediyoruz. Çıtlık kahvesi ne kadar içtim sayısını bende unuttum.
Hava bozdu, rüzğar ve yağmur karışınca çok üşümüştüm, Adana’nın sarısıcağı karşısında. İzin isteyerek kendime hırka alacağımı söyledim, aldım ve hırkamı giydim üşümekten de kurtulmuştum. Birazcıkta olsa ısınmanın keyfini de çıkartıyordum.
Saatler ilerlemiş yemeğe gidiyoruz, Nihat Mustul, Demirel Babacanoğlu ve ben, akşam yemeğimizi belediye lokalinde yiyoruz. Tekrar alana dönüyoruz. Babacanoğlu ise bize sürekli şiir okuyor. İnanın ki bu kadar sıklıkla şiir dinlememiştim. Karacaoğlan Güzel Elif’i için yazdığı yanık şiirlerinden bazılarını okudu.
“Karacaoğlan derki netsek
Bir fikrim var şu sılayı terketmek
Yıkıl git diyorsun, kolay mı gitmek
Getirdin beni bu ellere gel diye diye”
*****
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif deyi
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif deyi
Elif’in uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yaya çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif deyi
Evlerinin önü çardak
Elif’in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif deyi
Elif kaşları çatar
Gamzesi sineme badar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye
Karacaoğlan eğmeleri
Gönül sevmez değmeleri
İliklemiş düğmeleri
Çözer Elif Elif diye...
***
Babacanoğlu, kendinden ve Karacaoğlan’dan yorulmadan bıkmadan bize Koca Çınar’ın altında şiir okudu..
Sergiye giderken mısır almayı ihmal etmedim ve yol boyunca yedik.
Zaten Mut halkı’nın elinden mısır düşmüyordu. Çoluk çocuk yaşlı hepsi mısır yiyorlardı.
Kaleye fotoğraf sergisine gidiyoruz, birbirinden güzel Ahmet Güler fotoğraf sergisi ve liseli gençlerin resim sergisini geziyoruz. Nihat Mustul, Hüseyin Yaşar ve ben sergiyi gezdik.
Dönüşümüz yine Koca Çınar’ın altındaki yerimiz oldu. Mut Belediye Başkanı Murat Olgun, tekrar ziyaretimize geldi.
Havuz yanıbaşımızda ve diğer bir tarafta gençler güreşte yapıyorlardı. Dereceye girenlere de ödülleri veriliyordu.
Mut ve köyden gelen halk dikkatle izliyordu. Halkın yoğun ilgisi vardı. Nefesler tutulmuş gözden hiç bir hareketi kaçırmıyorlardı. Halk oyunları da takip etti.
Karacaoğlan ve Koca Çınar izlencelere şahit oluyordu.
Kaysı yarışmasına ilk kez tanık oluyordum.
Kitaplarımızı imzalıyoruz. Babacanoğlu, bu kez de bolu beyi türküsünü dilinden düşürmedi. Alanda ise Köroğlu türküleri çalınıyordu.
Ey Koca Çınar bak ne şanslısın, hepsini kucaklayıp türkülerle şarkılarla bezemiş yürekleri hoplattırıyorsun.
Karacaoğlan ile ilgili panel sunumu ve konuşmacısı Mersin Üniversitesi’nden Döndü Can, sundu. Sevimli tatlı şirin bir bayandı. Konum itibarıyla ve araştırmalarında Karacaoğlan ile ilgili bilgilerinin arşivinde çokca olduğunu belirtti. Sinevizyon gösterimi ve anlatımı sürükleyiciydi. Akıcı uslubu sıkmadan dinlememize neden oldu.
Akşam Nihat beylerde kaldık ve sabah kahvaltısından sonra kaysı bahçesine bizi götürdüler. Kızgın güneş tepemizdeydi. Bahçeye yaklaştığımızda çeşit çeşit kelebekler beni hayran bıraktı. Çok çaba sarfetmeme rağmen bir kelebek fotoğrafı çekemedim.
(Yılandan çok korktuğumu söylemiştim. O gün hava çok sıcaktı. Yılanların sevdiği bir gündü. Nihat Bey, ‘yılan’ diye bağırdı. Çığlık atarak kaçmaya çalıştım, korkudan kalbim duracaktı. Korktuğumu söyleyince, aklı sıra bana şaka yapıyordu Nihat bey...)
Kaysı bahçesinden kendimize kaysı topladık. Tekrar Koca Çınar’ın altındaki yerimize geldik.
Dönüş için biletlerimizi almış ve vakit geçirmek için beklemeye başlamıştık.
Ben Adana yerine Mersin’de kızım Pınar’a da kalacaktım. Babacanoğlu, direk Adana’ya gidiyordu.
Vedalaşmayı hiç sevmiyorum. Veda sonsuz bir ayrılık gibidir bana. Veda sanki bir daha görememektir. Veda herşeyin sonu gibi geliyordu bana. Hemen ısınmıştım oracıkta ki insanlara ortama ve Koca Çınar’ın altında çıtlık kahvesi içmeye.
Nihat hocam’a ne kadar teşekkür etsem azdır. İstemeyerek de olsa eşyalarımızı ve kaysılarımızı alıp otogar’a gidiyoruz. Koca Çınar’la yanyana mesafe iki dakika. İçimden Koca Çınar’a teşekkür ettim.
Bizim de gitme vaktimiz yaklaşmış ve otobüslerdeki yerimizi almadan dostlarla vedalaşmıştık. Ayrılmak neden bu kadar acı veriyordu insana. Gideceğimiz yerlerde neler yaşanacak nelerle karşılaşılacak bilmiyor, ama geldiğimiz yerden hüzün dolu duygularla ayrılıyoruz. Heybelerimize, dostlukları, duyguları koyarak omuzumuza atıyor ve geldiğimiz güzergah’a dönüyoruz. Gidişler, yani dönüşler hüzünlendiriyor beni. Daha ayrılmadan özlüyorum tanıdığım simaları.
Otobüsteki yerime oturuyor arkadaşım yazar Nihat Mustul ve Koca Çınar’a el sallıyorum.
Duygu dolu yüreğimle...
Gazeteci yazar Halise TEKBAŞ / Adana