- 2519 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Keleşkof Nedir Hocam?
"ÖĞRETMENLİK HAYATIM-4"
Malazgirt İlköğretim Müdürümüzün “Bakın oğlum. Şu karşıdaki dağ Süphan Dağı’dır. O Süphan Dağını bir Rus dilberine bile değişmem. Peşin hükümlü olmayın. Zamanla buraları seveceksiniz. Bekârsanız birerde Kürt kızı alır, evlenirsiniz, o zaman bu topraklardan ayrılmak istemezsiniz,” sözleri aklıma yatmıştı.
Kendi kendime içimden "Bir kürt kızı ile evlenmek; hatta bu kız köyün ağasının kızı olursa , değme keyfime. " dedim.
Sizin anlayacağınız daha köye gitmeden kendi kendime gelin-güve oldum bile.
Nede olsa on sekiz yaşında, genç, yakışıklı, bekâr bir delikanlıydım. Şimdi ki kelli felli resmime bakıp yanılmayın; o yıllarda ben de bir saç vardı, tarak girmiyordu.
Müdür Beye İlköğretim Müdürünü’nün söylemiş olduğu “Kürt güzelleri ile nasıl evlenebileceğimizi “sordum. Bana şunları söyledi:
-Hocam, hemen heveslenme. Buralarda öğretmen değil, kaymakam da, vali de olsan, buraların kendi adet ve törelerine uymadan evlenemezsin. Eğer bir kızı alacaksan, kızın babasına "Keleşkof" u başlık parası olarak vermelisin, dedi.
-Keleşkof nedir Hocam? dedim.
-Keleşkof çok kıymetli bir Rus silahıdır. Bu yörede yaşayan insanlar için silah çok önemlidir. Çünkü halkın çoğu geçimini kaçakçılıktan sağlıyor. Silahsız hiç kimse dolaşmaz. Silah onların namusu ve hayatları. Bu silah ayrıca bu bölgede çok tutuluyor. Bu yüzden çokta pahalı, dedi.
Gerçekten bu yöre insanlarının silahı çok sevdiklerini bir gün hamama gittiğimde daha iyi anladım.Yıkandıktan sonra bir bardak çay söyledim. Demli bir çayı höpürdede höpürdede içiyordum. Dünyalar sanki benimdi. Çay içerken Erzurumlunun hamamda içtiği çaydan sonra söylediği sözler aklıma geldi. Birden güldüm kendi kendime.
Oturduğum yer emanetçiye yakındı. Hamama gelenlerin büyük bir çoğunluğu kemerlerinin altına gizledikleri silahı emanetçiye teslim ettiler. Demek ki Hocamın dediği doğruydu. Silah bu insanların en yakın dostuydu.
Maaşımı alır almaz Malazgirt’ten ayrıldım. Sanırım 100 lira maaş almıştım. Alaca’ya geldim. Babam beni karşısında görünce şaşırdı. Birde “Öğretmenlikten ayrıldım” deyince küplere bindi.Bana bağırdı , çağırdı.
-Şimdi ne yapacaksın,dedi. Ben de:
-Baba Akademiyi kazandım. Daha yükseğini okuyacağım. Devletin yüksek mevkilerinde görev yapacağım. Kızmana gerek yok. Seni hiçbir zaman utandırmam. Yarın Eskişehir’e gidip kaydımı yaptıracağım." dedim.
Babam biraz sakinleşmişti. Daha sonra aklına nereden geldiyse:
-Madem okuyacaksın. Karar vermişsin. Parayı nereden bulacaksın.Ben sana para veremem. Bak yedi tane horanta (yedi kardeşdik) besliyorum. Elimdeki şu gördüğün keser sapı ile çocukların rızıkını gece demeden gündüz demeden kazanmaya çalışıyorum. Zor geçiniyoruz. Sana verecek, seni okutacak benim param yok , dedi.
Malazgirt’ten ayrılmadan önce bir aylık maaşımı almıştım.Bu maaş beni bir iki ay idare ederdi. Daha sonra para konusunu düşünürüz. Belki de hem okur hem de başka bir yerde çalışırım diye düşünüyordum. Bu yüzden babama dönerek:
-Babacığım sen beni merak etme. Okulun gece bölümünü kazandım. Okula gece devam edeceğim. Gündüzleri bir başka işte çalışır, geceleri okurum. Senden beş kuruş da para istemem. Sen endişelenme. Hem ben o korkunç yörelerde öğretmenlik yapamazdım. Bugüne kadar benim tahsil hayatıma karışmadın. Hatta hatırlar mısın? Öğretmen okulunu kazandığımda "İster oku ister okuma " dememiş miydin. Bak öğretmen okulunu bitirdim. Allah nasip ederse Akademiyi de yüzümün akıyla bitiririm" deyip, babamın korkularını giderdim.
Babamı ve ailemi ikna ettikten sonra Alaca’dan "Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi’ni kazandığımdan öğretmenlik yapamayacağımı" belirterek, istifa dilekçemi Malazgirt İlköğretim Müdürlüğü’ne postaladım.
Kutsal öğretmenlik hayatım daha başlamadan sona ermişti.
İçimde hem sevinç hem de burukluk vardı. Sevincim üniversiteye devam edecektim.Yeni bir şehir, yeni bir hayat, önümde yeni bir hedef vardı. Burukluğum ise cıvıl cıvıl öğrencilerin yüzünü göremeden, ilk tayin olduğum köye dahi gidemeden öğretmenliğimi noktalanmıştım.
Belki de öğretmenliğe tekrar hiç dönemeyecektim.
Dört sene öğretmen okulunu boşa mı okumuştum.
Bilemiyordum...
O yaşta böyle bir kararı nasıl vermiştim;hâlâ kendi kendime hayret ediyorum.
Çünkü Medeni Kanuna gore henüz reşit değildim. Yaşım henüz 17 idi. Okuldan mezun olur olmaz, yaşım ufak olduğundan öğretmenlik maaşını alabilmem için yaşımı küçük yazdırdığından babamı mahkemeye vermiştim.
Hayatımda ilk defa işte o zaman bir hakim karşısına çıkmıştım. Ben davacıydım. Rahmetli babam da davalıydı. Her ikimizde hakimin huzurunda ellerimiz önde bağlı olarak ayaktaydık.
Hakim bey dava dilekçemi inceledi ve beni babamla birlikte Çorum yolu üzerindeki sağlık ocağına gönderdi.
Sağlık ocağında bir doktor benim kemik yaşımı tespit etti ve elime bir rapor tutuşturdu. Raporu hakim beye götürdüm. Hakim bey getirdiğim raporu okudu, benim yaşımı mezun olduğum 1976 yılından geriye doğru giderek hesap yaptı; dört yıl öğretmen okulu, 3 yıl ortaokul, 5 yıl ilkokul ve ilkokula başlama yaşı o yıllarda 7 yaşında katarak , nüfus cüzdanda yazılı 1959 doğum tarihini, iki yıl birden büyüterek 1957 olarak tescil etti.
Aslında Hakim beyin benim yaşımı bir yaş büyütseydi bana yetiyordu.. Bu yaş büyütmenin ileri yıllarda zararını gördüm. Keşke büyütmeyip babamın vekaletiyle öğretmenlik maaşımın alsaydım , daha iyi olurdu diye çoğu kere pişmanlık duydum.
Bizim çocukluk yıllarımızda babalarımız doğan çocukların doğum tarihlerini nüfus dairesine çocuk doğduktan sonraki yıllarda; ya ilkokuldan mezun olurken ya evleneceği zaman ya da askere giderken yazdırıyorlardı. Bu yüzden çocukların gerçek yaşları nüfus cüzdanındaki doğum tarihlerindeki yaşları değildi.
İşte benim nüfus cüzdanımdaki ilk yazılı olan doğum tarihi ile gerçek yaşım aynı değildi.
Bu nasıl olmuştu?
Devamı haftaya.....