- 1477 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Kırmızı Başlıklı Yalnızlık
Rüzgarlı bir tepedeki, Bronte’un uğultulu tepesi gibi, tek beton yığınında oturuyorum. Otlar, çalılar, çam ağaçları, böcekler ve kuşlar ve bazen çiçekler, evimin hemen üstünde uygun adım ilerleyen bulutlar var. Çocuk sesleri, motor sesleri, insan sesleri, tabiatın dışında tek bir ses dahi, yok. Ne zaman yerleştim hatırlamıyorum. Dur bakayım, hayır, hatırlamıyorum. Eski bir battaniye örttüm beynimin kullanmadığım kısımlarına.
Birilerinden kaçıp geldim, saklandım, kendi içime girdim burada. Tosbağa kabuğu gibi bir şeyin altına. Küçükken derdim ki kaplumbağaların evi sırtında ya, ama orada nasıl eğleniyor, içinde ses yok ki, televizyon da yok. Ses benim için hala çok önemli. Ama dilini bildiğim seslerden de korkar oldum. O yüzden yerleştim ya buraya. Etrafta kimse olmazsa konuşacak, zarar da görmem kimseden dedim. Doğru. İnsan yoksa kırılganlıklar yok. Acılar yok. Ses de yok.
Başta çok zorlandım. Elma ağacına çıkıp ağlıyordum her gün. Yapraklara, dala konan kuşlara içleniyordum, onlarla konuşuyordum. Öleceğim sandımdı, ölmedim. Yalnızlığın gücünü gördüm, keyfine vardım.
Boğuldum. Rızamla vardığım sükunda ses arar oldum. Ama bu kez ölçülü olacaktım. İki birim duyup ara verecektim. Bir birim daha duyup sonra görüşürüz diyecektim. Böylece bağlanmayacaktım hiçbir sese. Sıkı algoritmalar geliştirdim. Akşama doğru canım yarım birim ses çekerse şarkı söyleyecektim, hem zaten kendi sesimden güvenlisi de yoktu.
Ama olmadı. İnsan olan yerlerime mani olamadım. İki birimler üç oldu, beş oldu. Süt getiren köylülerle konuştum. Onlarla nasıl olduğumu paylaştım. Anlattıklarıyla ilgilendim ve bir süre sonra bunların devamlarını merak etmeye başladım. Onlarla da bağlarım oluştu.
Yeni bağlar başta çok keyifliydi aslında. Çünkü birbirini tanımaya çalışan insanlar, aslında amaçlarının zıttı çalışırlar. Hiç olmadıkları kadar kibar, düşünceli, nazenin ve anlayışlı olurlar. Bir insan en iyi kendini tanıtmaya çalışmazken tanınır. Bu da bu yazının aforizması olsun.
Bana çaya geldiler, gittiler. Onlara kendi yaptığım reçellerden ikram ettim. Duygusal yanlarımızı masaya döktük sonra. Harman olacaktı, herkes el attı; ben karşımdakinin eteğini tuttum, o çaprazdakinin yeleğini. Birbirimizi sevmeye başladık. Ve.
Benim gitme vaktim geldi.
Modern kent insanı oldum ben, bağlanmaktan korkan ve her fırsatta yalnızlığına kaçan. Kendimi birazcık paylaşsam, tehlike anındaki kertenkele gibi kuyruğumu oraya bırakıp kaçıyorum. Yeni bir yere tüneyip oranın rengini alıyorum. Farkedilmeyeyim diye. Ama her yerde var bir yaramaz. Yakalanıyorum.
Bu iyi. Her yakalanış yeni kaçışlar için bir fırsat.
Arada, daha uzağa gidebilmek için yakalanıyorum/yakalanmış gibi yapıyorum. Sonra ardıma bile bakmadan kaçıyorum. Hırkam kalmış, şalım kalmış; düşünmüyorum. İçimden bir şey kaç diyor, ben de Forrest gibi koşuyorum olanca gücümle.
Yağmur Toprak
YORUMLAR
"Arada, daha uzağa gidebilmek için yakalanıyorum/yakalanmış gibi yapıyorum. Sonra ardıma bile bakmadan kaçıyorum. Hırkam kalmış, şalım kalmış; düşünmüyorum. İçimden bir şey kaç diyor, ben de Forrest gibi koşuyorum olanca gücümle. "
ne çok sevdim
ne çok şey buldum bu yazıda....
k u t l a d ı m ç o k....