Eşim oralarda bir yerlerde…
‘’Onu ilk gördüğüm zaman içimde aşk hortum gibi büyümeye başladı. Onun ruh eşim olduğunu düşünmeye, varlığının kendi hayatımla örtüşecek olabileceğini hissediyordum. Gülerken parlayan gözleri, tutarken titreyen elleri, öperken ayrılmak bilmeyen dudakları, sarılırken asma kilit yapan bedeni… Her şeyi benim kendi kendime uydurduğumu görmem neden bu kadar geç oldu, bilemiyorum. Evet, bir zamanlar eşim vardı ama şimdi anlıyorum ki ruhu yokmuş.’’
Elif Şafak’ın Aşk romanında geçen ruh eşi anlatımıyla veyahut Paulo Coelho’nun Brida’sında bahsedilen ruh eşi kavramlarıyla hiçbir alakası yoktur yukarıda bahsedilen olayın. Çok büyük farklar hemencecik de göze çarpar zaten…
Mevlana vazgeçiyor her şeyden; yemeden, içmeden, sevdiklerinden, sevenlerinden… Tüm bunları birazcık da olsa ruh eşine yaklaşmak için yapıyor.
Brida ise gerçeklerin dünyasında ruh eşini bulabilmek ve onu kazanabilmek için ondan vazgeçmesinin farkında.
Bayıldığı, sürmeye doyamadığı rujundan bile daha değersiz erkek arkadaşı genç kız için… Ağız dolusu küfürleri rahatça ettiği, erkek erkeğe yapılan bir sürü gereksiz sohbetten bile daha değersiz genç kıza söylenecek bir iki güzel söz delikanlı için.
Ruh eşini bulduğunu anladığında fark edersin ki bu senin bunca yıl gördüğün, hissettiğin (hiç bilemediğin) Aşk’tan çok farklı.
Her şeyden önce tamamlayıcısındır. Öyle basit sevgili ilişkisi gibi dağıtıcı, bozucu değildir.
O senin için ne dosttur, ne sevgilidir, ne de uğruna ölünesi aşıktır. O, kelimelerin tam anlamlarıyla huzur ve mutluluktur.
Aynı anda aynı mesajı atmakla bitmez iş; aynı anda kafalarınızı kaldırıp gökyüzünde parıldayan dolunaya baktığınızı hissedersiniz.
Dostlar bugünlerde sürekli bahsediyor, hatırlatıyorlar. Güzel cümlelerini onun için kullanıyorlar. Bazen anlamsız bozuluyorum, anlamsız sevinçte oluyor tabiki. Onlardan bu zamana kadar duymadığım sözler(sanırımda duyamayacağım sözler) etkisi altına alıyor şapşal zihnimi. Ben yıllara tamirci diye geçtim, kadından tamirci mi olurmuş diyenlere cevaptı o. Yüreğine güzel bir örtü sermiş kirlenmesin diye, bakıyorum da yüreğime çöplük… Ne o istiyor gizlemeyi ne de ben gizlememeyi. Oryantal bir hikaye değil bu. Biraz ney, biraz bağlama, biraz piyano ve tabiki birazda Çello var içinde. EKK(dostlar böyle anıyor onu) kuşatmışken çevremi elleri kaldırıp teslim olmak gelmiyor içimden, göğüs göğse mertçe çarpışmak yakışır ona. Aklınıza gelen tüm sıfatları, yeterli yetersiz benzetmeleri silin; çünkü bu sefer Yılmaz Erdoğan’dan yardım alıyoruz. Kaldı ki onun bile ‘heybesinde’ ona benzeyecek kadar güzel bir kelime olmadığını öğreniyoruz…
Susmayı seven adam ben, Ahmet Altan’ın o hikayesinde bahsettiği İspanyolcayı öğreniyorum.
Konuşmayı seven adam ben, ‘sakın bir söz söyleme’ olup çıkıyorum…
Dinlemeyi seven adam ben, onu seyretmeye doyamıyorum… Nasıl mı oluyor bu? İşte tüm keramet burada yatıyor.
Edip Cansever ‘adını funda oteli koy’ şiiriyle atıyor pası ‘’Çünkü sevdikçe beni sen kendini tanıdın.’’
EKK(dostlar böyle anıyor) o pası harika bir şekilde alıyor ve enfes bir orta açıyor ‘’Çünkü seni sevmem kendimi tanıma şeklimdi. Ve ben sevdikçe şeklimi sen kıldım…’’
Doğuşan ne diyor peki, var mı onun haddini bilmeden bunca güzel sözün üstüne söyleyecekleri, vardır, duramaz yerinde, yapar şöyle bir okkalı kapanış, ne dersiniz?
‘’Bazen gözlerimi kapatır öylece dururum. Sonra mı? Açılmasın diye dualara başlarım…’’
Doğuşan IŞIK
06.08.2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.