- 2187 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
POLİS ÖZLEM!
Bitmeyen bir özlemiydi; polis olmak. Yunuslar gibi motosiklete binip,şehrin sokakların da tur atmak. Suçlunun yanında anında belirmek; izlemek ve onu yakalamak, zehir hafiye gibi. Ya da anons edilen bir ihbara yıldırım gibi uçup gitmek…
Farklı bir polis imajı yaratmak düşüncesindeydi. Kendi versiyonu farklı olmalıydı; dürüst, namuslu, kirli işlere tenezzül etmeyen, harama el uzatmayan, rüşvete sırtını çeviren,aldığı maaşla geçinmeye çalışan devletinin itaatkar bir kadın polisi olmak istiyordu.
Çocukluğundan beri kafasına yer etmişti bu meslek. Babasının polis olması en büyük etkendi, içindeki tutkuyu filizlendirmeye. Yedi sekiz yaşlarındayken babasının elbisesinin apoletleri ve tabancası oldukça ilgisini çekiyordu. Babası yorgun argın eve gelip de yatağa boylu boyunca yattığında izlemeye doyamazdı, elbisesinin albenisini ve tabancasının çekiciliğini…
Babasına çocukken büyük bir tutkuyla bağlıydı. Gözleri, kapıda olurdu her zaman; “babam çabuk gelse” diye özlemle yolunu beklerdi. Onun ilgisi hoşuna gidiyordu. Uzun boylu sarışın,çakır gözlüydü.Yandan çarklı gibi yürüyüşü vardı.Tabancası,her zaman belinin sol tarafında olur;sol kolu da yürürken otuz derecelik açı yapardı,havaya doğru.
Dört kardeştiler. Dördü de kız. Aralarında ikişer yaş fark vardı.En büyükleri kendisiydi. Özlem, Çiğdem, Diğdem, Niğdem diye sıralanıyordu isimler. Babası yorgun argın eve geldiğinde,eğer bir de içkiliyse kahkahalar atarak şarkının nakaratı biçiminde isimlerini haykırırdı:
-Özlem, Çiğdem, Diğdem, Niğdem!
Her ne kadar babası, çocuklarına düşkün olsa da analarıyla arası hiç yoktu. Dışarıda aldığı stresi , anasının üzerinde gidermeye çalışırdı.Her gün olmasa da gün aşırı dayağı vardı zavallı anasının. Analarının paçalarına sarılıp, ağlayarak yalvarsalar da nafileydi.Kardeşleri de kendisi gibi çaresiz kalırlar,birbirlerine sarılıp ağlaşırlardı,çaresizlik içersinde.Sonunda kadın yere yığılıp kalır,kendinden geçerdi.
Anlayamazdı o zamanlar atılan dayağın nedenlerini.
Sonraki zamanlarda babası daha da hırçınlaşmış, bağırıp çağırıyordu:
“Bana bir erkek evlat dünyaya getirmedin, seni gidi orospu!”
Anasının ağzı var dili yoktu. Bütün derdini içine atıyordu. Kimselerle paylaşmazdı, sıkıntılarını. Özlem’in altı dayısı vardı ama bir defasında bile halinden şikayetçi olmamıştı. Anası,ser verip kendi evinin sırrını kardeşleri ile hiçbir zaman paylaşmamıştı bu zamana dek. Yoksa; dayılarının babasını perişan etmeleri içten bile değildi.Belki de çocukluk sezgisiyle öyle düşünüyordu…Hele de bir Cebbar dayısı vardı ki;belalının Allah’ıydı.Sayısız kez hapishaneye girip çıkmışlığı vardı.Anası,bir söylemiş olsa;Cebbar dayısı onu çiğ çiğ tavuk gibi yerdi.
Kendisi soramazdı o zamanlar, annesine:
“ Hadi anne, Cebbar dayıma gidelim!
Bir gün böyle babasının içkili geldiği anlardan birinde:
- Ha s…ktir git, defol! Seni sevmiyorum artık! Öfkeli haykırışlarında;
Anasının:
- - Ben bu eve beyaz gelinliğimle geldim, beyaz kefenimle çıkacağım ! diye direnmesi hala kulaklarında yankı yapıyordu.
Bir aralar; uzun zaman babası eve uğramaz olmuştu. Karakola düşen bir orospuyla birlik olup ayrı bir evde yaşamaya başladığını ne yazık ki anasının fısıltılı konuşmalarından anlamıştı sonunda. Halbuki anasının neyi eksikti.Uzun boylu dalyan gibi bir Osmanlı kadınıydı.Güzel olmasına da güzeldi.Orospulara on çekerdi kadınlıkta.
O yaz hep birlikte dayılarına gitmişler ama ağzından bir kelam dahi çıkmamıştı;
“Enişteniz şöyle, böyle yapıyor! Bana eziyetler ediyor!
Sonunda olanlar oldu. Çok geçmeden büyük bir yıkım gerçekleşti.
Anası, bir pazar alışverişinde elinde sebze poşetleriyle dönerken, son sürat geçmekte olan arabanın altında kalıp rahmetli oldu!
Bundan sonraki yaşamları oldukça çetin geçmeye başladı. Ne olduğu belirsiz bir analığın elinde mutsuz bir şekilde büyümeleri… Analığına değişik bir sıfat yakıştırmasına terbiyesi müsaade etmiyordu. Özellikle annesinin genleri, kendi üzerinde dominattı. En ufak bir menfi oluşumda dahi isyan etmeyen bir özelliğe sahipti. Bu yüzden de ;acı, ızdırap, gözyaşları,hiç eksik olmadı üzerlerinden.Kiralarda sürünmeleri de çabasıydı.Öyle oluyordu ki,komşularının yardımları ile yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı.Neyse ki hayırsever insanların devreye girmeleri ile okullarını okuyup bitirmişler,kardeşlerinin hepsi de memur olup çıkmış, yurdun değişik yerlerinde görev ifa ediyorlardı,şimdi.
Masasındaki telsiz konuşmaları dinmek bilmiyor,anonslar devam ediyordu. İçeriye giren polis Haydar’ın:
-Özlem Amirim! Yine bir sürü vatandaş geldi. Hepsi de mağdur olmuşlar. Şikayetlerini yazılı olarak almadan siz de dinlemek ister misiniz? Sözleriyle daldığı mazisinden irkilip, sıyrıldı:
-Gelsinler bakalım!
Toparladı kendisini, dik oturdu koltuğuna. Vücut dili çok önemliydi onun için.
Nihayet çocukluk özlemini duyduğu polislik mesleğinde on yılını dolduruyordu. Oldukça da başarılıydı. Ortaokuldan sonra Ankara Polis Akademisini kazanmış, dört yıllık yüksek bölümünü de bitirince,hiç zaman kaybetmeden amirliğe kadar yükselmişti.Bu süre içerisinde çok çeşitli olaylara ve insan tiplemelerine şahit oldu.Uzman bir psikolog gibi hissediyordu kendisini.Suçlunun bir kez yüzüne baksın kafiydi.Onun hemen iç dünyasını okurdu.
Yalnız onu son zamanlarda rahatsız eden; suç oranlarının oldukça fazlalaşmasıydı.Boyalı basın,ülkeyi refah içinde gösteriyordu ama kanayan sosyal yara bir türlü dinmiyordu ne yazık ki!O zaman ortada bir çelişki var demekti.Hem de ters orantılı bir çelişki…
Polis Haydar’ın gönderdiği kişiler, biraz sonra tek tek içeriye girip mağduriyetlerini anlatmaya başladılar:
Orta boylu, altmış yaşlarında olan kır saçlı biri, kıs kıs gülüyor,gülerken de yaptığı saflıktan dolayı kendi kendine kızıyor gibiydi:
- Sorma amirim! Ben bu hallere düşecek adam mıydım?Telefonla çarptılar beni.Bizler,şu karakoldan komiser falan filan,hakkınızda bir sürü suç ihbarı var,onları araştırıyoruz.Kimlik numaranızı ve kredi kartların numaralarını bildirmeniz lazım.Ben de kuzu kuzu verdim.
- Hiçbir polis memuru böyle söylemez. Bak senin gibi mağdur olan bir sürü insanın şikayet dosyası var. İki üç gündür çarpmadıkları insan kalmamış bu yöntemle.Bankadaki hesabınızdan paralar çekildi mi?
- Evet efendim, emekli maaşım yeni yatmıştı. Almaya nasip olmadan havaya uçtu,anlayacağın!
İçeriye giren uzun boylu, emer bir bayan, kendinden emin bir şekilde:
-Amirim, trafik terörünün kurbanıyım.Arabamı sıkıştırdılar.Neyse ki plakalarını aldım.
Başka bir erkek mağdur:
-Evime hırsız girdi amirim! Davacıyım.
Zayıf, orta boylu bir bayan, yanındaki on beş yaşlarındaki kızını göstererek:
- Amirim, kızım okuldan dönerken sokak serserileri elle taciz etmişler,seni alıp kaçırır şöyle böyle yaparız diye tehdit emişler.
Şikayetleri tek tek dinledi. Polis Haydar’a:
- Bütün mağdurların şikayetlerini yazılı olarak alın bakalım!
- Başüstüne efendim!
Masasındaki cep telefonu çalmaya başladı. Ekrana yansıyan isme göz ucuyla baktı. Arayan sekiz yaşındaki kızı Gülseren’di.Hiç bir zaman mutlu olamayan,talihsiz anasının adını vermişti kızına.
- Anneciğim ne zaman geleceksin?
- Birazdan yanında olacağım bir tanem! Merak etme, tamam mı canım!
Saatine baktı. Mesai tamamdı. Bugünün yorgunluğunu üzerinden atmak için bir an evvel eve gidip kızı Gülseren ile haşir neşir olmak istiyordu…
Belindeki tabancasını kontrol etti. Mermi her zaman ağzındaydı. Sadece emniyetini kapalı tutardı.Gece mesaisine gelen arkadaşlarına:
-Hadi sizlere iyi mesailer!
- Güle güle amirim!
Biraz sonra evine gitmek için şehrin korkunç trafiğindeki yerini aldı…
YORUMLAR
Çok güzel bir başlangıç. Ama devamı var galiba. Çünkü yazının bitiş şekli öyle söylüyor. Sanırım o daima silahın ucunda duran mermiyle ilgili bir gelişme olacak...Bekliyoruz bakalım Umarım kaçırmam.Sevgiler.
aynur engindeniz tarafından 9/28/2010 1:31:38 PM zamanında düzenlenmiştir.
Ayhan Bey, yine güzel bir hikaye okuyorum kaleminizden. Her mesxleğin zorlukları var. Ama bazı meslekler var ki, onların sıkıntıları çok daha fazla. Bunlardan bir tanesi de emniyet hizmetleri. Hele de bir bayanın yürütmesi daha zor bence. Güzeldi. Kaleminize sağlık. Selamlar