- 1260 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Sensörlü Lâmba
Yaşadığım olay teknoloji harikası lâmbaların Türkiye’ye geldiği ilk günlere ait bir olaydır.
Ama maalesef ben bundan yine geç haberdar oldum.
O dönemler patronumun eşi, Türkiye Yelken Fedarasyonu başkanlığına seçildi.
Yanılmıyorsam da Türkiye’nin ilk yelken kadın federasyonu başkanı oldu. Şu ana kadar da öyle olduğunu zannediyorum.
Konum itibariyle; bende hanımefendinin asistanlığına getirildim.
Aslı Hanım, altı yabancı dil bilen, 51 yaşında, çok disiplinli, kararlı bir bayan. Tüm personel ondan çok korkardı.
Çünkü kendisi disipliliğinin yanında oldukça sert ve nerede olursa olsun sözünü esirgemeyen idâllerinden taviz vermeyen kuralcı biri olarak bilinirdi.
İşte böyle bir hanıma emekliliğine sayılı günler kalan asistanlık görevi şansı bendenize isabet etti. Çaresiz de kabul etmek zorunda kaldım.
Aslı Hanım göreve çok hızlı bir şekilde başladı. İşleri yetiştirmek için, personel yardımı aldığım hâlde, arada işlerin yetişmesi için kendim de dışarıya iş takibine çıkmaya başladım.
Aslı Hanım beni birgün yanına çağırarak:
- Yılmaz(Fedai) yarın saat 16.00 da Nişantaşında ki, şu adrese gidiyorsun, Optimist kullanım sözleşmelerini Metin Bey’e imzalatıp geliyorsun tamam mı?
- Tamam efendim!
- Yalnız tam saatinde orada ol, Metin Bey o saatten sonra 20 gün daha yok, Çeşme’deki hakemlik semineri kurslarına katılıyor, bu imzalarda çok önemli.
- Merak etmeyin efendim,
-Ben yarın o saatten önce orada olurum.
İşi aldıktan sonra Aslı Hanım’ı arabasına bindirerek uğurladım. Ve günün yorgunluğuna bir kahveyle devam ederken gelen bir telefon keyfimi kaçırmaya yetti.
Arayan Büyük Ada’dan tesisatçım Niko
Niko benim patronumun adına kiraya verdiğim evlerin tesisatçısı Yunan asıllı, eşinden ayrılmış, kendi yağıyla kavrulan çalışkan ve dürüst biri.
Aramasının nedenini bir çırpıda anlattı;
12 dairelik bir yerde hidrafor arıza yapmış ve elektirik akımı suya geçmiş dolayısıyla devre dışında kalan hidraforun yenilenmesi veya yerinin değiştirilmesi adına karar verilmesi gerekiyormuş,
Kiracılar da susuz kaldığı için Niko’yu sıkıştırıp haklı olarak çözüm istediklerinden, acil durumu hâsıl olmuş.
Ben de aciliyetine ve haklılığına inandığım konu için, tamam yarın sabah geliyorum demek mecburiyetinde kaldım.
Yarın yapılacak işlerimi de yanıma alarak mesaiyi tamamladım.
Sabah erkenden kalkar Büyük Ada’ya giderim, oradan da Kabataş’a geçer imzalarımı alırım diye plân yaparak içim ferah bir şekilde uyudum.
Sabah erkenden kalkıp, Sirkeci-Adalar iskelesine geldiğimde her zamankin den yoğun bir kalabalıkla karşılaştım.
Ne olduğunu öğrendiğimde, gerçeği anladım.
Hava lodos olduğundan, bir önceki vapur seferleri yapılamamış ve ilk seferin yolcuları da beklemekteymiş.
Netice de ikinci vapur seferleri iptal olmadığından, içimiz dışımıza çıkarak binbir zorlukla Büyük Ada’ya ayak basma başarısını tatınca bayağı bir mutlu oldum.
Bir faytona binerek Niko’nun beni beklediği yere geldim. Ne yapacağımıza karar vererek ve Niko’ya gerekli malzemeleri alarak işin gelişiminden haberdar olmak üzere Büyük Ada iskelesine vardığım da buranın da kalabalık olması ve vapurların lodos nedeniyle çalışmaması canımı sıktı.
Benim de mutlaka İstanbul’a dönüp imzalatmam gereken evrakları halletmenin yolunu arıyorum ama imzalatacak evraklarda bende olduğu için kimseye , gidin şu işi halledin deme şansım yok. Mutlaka geri dönmeliyim.
Derken, bir motorlu teknenin anonsu içime su serpti.
Anonsla İstanbul- Sirkeciye gidecek yolcuların acele etmesi gerektiğini söyler söylemez ben tekneye atladım.
Güç belâ ve bin bir zorlukla geçikmeli olarakta olsa Sirkeci’ye gelebildim. Ama Nişantaşı’na verilen saatte gitmem için sadece 20 dakikam kalmıştı.
Ve bu İstanbul trafiğinde pek de mümkün değildi. Her şeye rağmen 35 dakikada Nişantaşı’na geçikmeli olsam da geldim.
15 dakikalık bir gecikme var içimden dualar ederek Metin Beyi’n gitmemiş olmasını diliyorum.
Adres bir apartıman dairesinin birinci katında bir yermiş.
Hışımla ve bir nefeste apartıman kapısından içeriye girdim.
Girer girmez de bir ışık yandı.
Çok sevindim demek ki beni bekliyorlar ve ışığı yaktılar diye düşünerek kapının ziline bastım.
Kapı açılmadığı için tekrar tekrar zile basmak zorunda kaldım.
Ama kapı hâlen açılmayınca sinirlendim.
Mademki içerde birileri var ve bana ışığı yakıyorlar neden kapıyı açmıyorlar diye, kapıya da vuruyorum.
Kimseden çıt yok ama ışık sönünce tekrar yanıyor.
Bir müddet bekledikten sonra; sinirlenerek Aslı Hanım’a telefonla durumu bildirmeye karar verdim.
- Aslı Hanım ben Yılmaz(Fedai) şu an verdiğiniz adresteyim. Ama kapı açılmıyor
- O zaman kimse yoktur niye açılmasn ki?
- Bilmiyorum efendim, zili çalıyorum, ışığı da yakıyorlar ama kapıyı açmıyorlar.
- Tamam, o zaman geri dön kapıyı kıracak değilsin ya.
- Pekiyi anlaşıldı efendim.
- Ve işyerime geri geldiğimde;
- Aslı Hanım’ın bana çok kızdığını ve tessüf edecek kadar içrelediğini gördüm.
- Tam saatinde orada olmamışsın. Metin Bey giderayak adamınız gelmedi ben de uçağa yetişeceğim daha fazla bekleyemem, dediğni iletti.
Ama ben itiraz ederek:
- Aslı Hanım içerde birileri yoksa bana niye ışığı yaksınlar ki dedim.
- Bilemiyorum o sizin probleminiz, Ben yarın İzmir Çeşme’ye evrakları imzalatmaya gidiyorum bir işi beceremedin yazıklar olsun diyerek evrakları istedi.
O an çok üzüldüm ve kırıldım özür dileyerek evrakları kendisine verdiğimde ağlamaklıydım.
Bu kadar iyi niyetime karşılık hiçbir sonuç alamamam ve bir de üstüne yargılandım.
Adaletine isyan ederek odadan çıktım.
Aslı hanım Çeşme’ye gidip geldiği de, gerçeği öğrendim:
Meğer bana ışık yakan kimse yokmuş!
Hareket halinde ki bir nesneyi görerek yanan bir sensörlü lâmbaymış.
Hareket edince yanan
Ve hareketsiz olduğunda sönen bir lâmba
-Yahu kardeşim!
Bu nasıl iştir de; hep bana rastlar?
Halbu ki ben yemin bile ettim.
Aslı Hanım’a, içerde birisi olmasaydı bana ışığı kim yakıyor diye?
Şimdi kadın haksız mı?
Ben nereden bilirdim ki; sensörlü bir lâmbanın varlığını ve adamı görünce yandığını?
Bu teknoloji bana mı gıcık?
Yoksa ben mi teknolojiye ayak uyduramıyorum?
Teknolojinin arka sıralarında yer alan biri olarak affınıza sığınıyorum…
Not:
Yılmaz ve Fedai olayını anlattığım başka bir öyküde Fedai de,
Teknolojiyle aramız da ki uyuşmazlığı da Barkot adlı öykümde okuyabilirsiniz.