YANGIN 2. Bölüm
Günlerdir yediğini içtiğini çıkarıyor ve her gece kâbuslarla uyanıyordu İbrahim.
İlk günlerin acısıyla herkes İbrahim’in üzerine titriyordu fakat zaman geçtikçe ve olayın şoku atlatıldıktan sonra ilgileri de azalmıştı.
Zaten bir süre sonra yaşantıları tamamen normale dönmüştü. İbrahim de gece kâbuslarından kurtulmuş ve olayı unutmuşa benziyordu.
Olayı gerçekten unutmuş muydu, yoksa gittikleri doktorun verdiği ilaçlardan mı unutmuş gibiydi bilinmez.
Yaz mevsimi son günlerini yaşıyordu. Yerlerde otlar kurumaya yüz tutmuştu.
Okullar yaklaştıkça çocukları da bir telaştır sarmıştı. Yeni okula başlayacakların kayıt işlemleri sürüyordu.
Geçen sene birinci, ikinci ve üçüncü sınıfları Ahmet öğretmen okutuyordu. Ama bu sene okullarına başka bir öğretmenin tayin olduğu söylentisi vardı köyde. Ahmet öğretmen de dördüncü ve beşinci sınıfları okutacaktı.
İbrahim de bu sene okula gideceği için çok heyecanlıydı. Okumayı çok seviyor ve bir an evvel gördüğü yazıları okuyabilmeyi çok istiyordu. Selçuk ağabeyine sorardı her hangi bir yerde bir yazı görse burada ne yazıyor diye. O da bir iki kez söyler ama belli bir süre sonra sıkılır; “ Git başımdan ya! Senle mi uğraşacağım ben?” derdi.
Ertesi gün okula gidecekti İbrahim. Hem sevinçli, hem de heyecanlıydı. Okulu şimdiye kadar hep dışarıdan görmüştü. İçi nasıl acaba diye çok merak ederdi. Ona göre sihirli bir büyüsü vardı okulun. Dıştan belki dört duvardı ama içinin normal evlerden çok daha farklı olduğunu kurgulardı. Birkaç kez amcasına ve Selçuk ağabeyine yalvarmıştı okulun içini görebilmek için. Her iki de okulda canavar olduğunu ve küçük çocukları yuttuğunu anlatmışlardı. Pek inanacağı gelmese de koskoca insanlar yalan söyleyecek değillerdi ya!
O canavarın diğer çocukları neden yutmadığı sorusunaysa; öğrencileri yutmaz cevabını almıştı.
Sabah okul olduğu için tüm çocuklar erkenden yatırılmıştı. İbrahim heyecandan uyuyamıyordu. Kalkıp önlüğüne bakmayı düşündüğü sıradan yatak odasından gelen gürültüleri duyup tekrar yatağa girdi. Kulağına yorganı çekti sesleri duymamak için.
Amcası ve yengesi son zamanlarda daha çok kavga eder olmuşlardı. Amcası önceleri sadece bağırmakla yetinirken, şimdi dayağa da başlamıştı.
Gülendam bıktım senden de, dayaklarından da diye ağlıyordu.
_ Bıktım senden de dayaklarından da! Bağ bahçe işleriyle uğraşan ben! Hayvanlarla uğraşan ben! Ev işleri, çoluk çocuk yine bende! Hepinizden bıktım. Allah canımı alsa da kurtulsam senden!
_ Sus karı sus! Şimdi acımadan seni şurada kıtır kıtır keseceğim.
_ Kes! Kes ki bir an evvel geberip bu çilemden kurtulayım.
_ akşam akşam bela olma be karı. Yat ta zıbar.
Gülendam çoğu geceler her yanı dayaktan morarmış ve ağrımış bir şekilde yatardı. Uyuyamazdı ağrılardan ama kimin umurundaydı ki onun bu hali.
İsrafil oldum olası çalışmayı sevmez, tarla tapan işleri ona işkence gibi gelirdi. Tüm günümü kahvehane köşesinde geçireyim isterdi. O yüzden tarlasını bir ekerken, bir de biçerken görürdü.
Tarla bu bakım ister, gübre, su ister.
Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur sözü işlemezdi İsrafil’e.
Zamanında bol verim alıyor diye kardeşi İsmail’den kıskandığı topraklar da verimsizleşmeye, bire on veren toprak; neredeyse hiç ürün vermemeye başlamıştı iki sene içinde. Bu durumu kendinden değil de, İsmail’in zamanında yeterince bakmamasına ve yanlış ekim yaptığına yoruyordu.
İsrafil ve Gülendam’ın yaşları on sekiz ile altı arasında değişen; üçü kız, üçü erkek altı çocukları vardı.
Kendi çocukları yetmiyor gibi bir de İbrahim’i almaları onlara yük gelmeye başlamıştı.
İbrahim’e karşı kötü davranmıyorlardı ama iyi de davranmıyorlardı. Hoş kendi çocuklarına da iyi davrandıkları; onları öpüp kokladıkları söylenemezdi ya!
İbrahim ve kendisiyle aynı yaşta olan amcasının oğlu Osman ile birlikte ilkokul birinci sınıfa başlamışlardı.
Okulun ilk günü köydeki diğer çocuklar oyunlarından kalmamak için direnip ağlasalar da İbrahim koşturarak gitmişti.
En ön sıraya oturdu öğretmene daha yakın olabilmek için.
Kadir okuldan yeni mezun olmuş, geleceğe dair idealleri olan bir öğretmendi. Kendisi okurken çok sıkıntılar çekmiş, tüm olumsuzluklara rağmen azmi sayesinde okulundan mezun olarak ilk görev yeri olan bu Kuyucalar Köyüne gelmişti.
Babası yatalak olduğu için annesi hem babasına, hem de Kadir’e bakmak zorunda kalmıştı.
Bundan hiçbir zaman gocunmaz, oğlunun ve kocasının üzerine titrerdi. Bizim çektiğimiz sıkıntıları oğlumuz çekmesin düşüncesiyle, oğlunun okuyup öğretmen olmasını sağlamıştı.
İlkokul birinci sınıfa başlayanlar heyecanlı, Kadir öğretmen onlardan daha heyecanlıydı!
Tüm sınıfa şöyle bir göz gezdirdi. Yüzlerinden tanımaya çalıştı çocukları.
Şöyle derinden bir nefes alıp verdikten sonra;
_ Çocuklar bugün okulun ilk günü. Biliyorsunuz ki ben bu köye yeni geldim! Bugün benim için her şey yeni. Biliyorum şu anda hepiniz çok heyecanlısınız, ama ben sizden daha da heyecanlıyım!
“Ben sizden daha da heyecanlıyım” sözü çocukların kıkırdaşmalarına sebep olmuştu. Koskoca öğretmen de heyecanlanır mıydı?
_ Neden heyecanlıyım biliyor musunuz?
_ Neden? Diye sordular çocuklar hep bir ağızdan.