- 2047 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
FARELER VE İNSANLAR
Biliyorum yazımın başlığını görüp de J.Steinbeck’in Nobel ödüllü ’’Fareler ve İnsanlar’’ adlı eserini hatırlamayan olmayacaktır, oysa benim hikâyeciğim, sadece isim benzerliğinden ibarettir…
Bundan yıllar önce evimize bir çift fare dadanmıştı, çok güzel ve miniciktiler onlar, çok hassas; fakat aynı anda çok yaramazdılar, minicik hayvancıklar...
Bizden habersiz evimize dalmışlar, bizden habersiz yiyeceklerimize göz dikmişler ve izinsiz gösteri yapar gibi izin almadan peynirimizi yiyor, ekmeğimizin köşelerinden koparıp karınlarını doyuruyorlardı...
Zaman geçti, farecikler olgunlaşmaya başladılar, zamanla biz onlara onlarda bizlere alışmaya başladı…
Alıştı onlar ev hayatına, nitekim onlar dağdan falan da inmemiştiler, bağdan eve dadanmıştılar…
Gün geldi, samimiyetimiz arttı da arttı ve o kadar samimi olduk ki, keratalar yatak odamıza izinsiz girmekten bile çekinmediler ve en sonunda yatağımızı bile bizden alacak teklife hazırlandılar ki; ama ne yazık konuşamıyordular. Belki de çıkardıkları o ince tuhaf sesle, o teklifi bizlere sunuyordular ve sıcak yatağımızı onlarla paylaşmamızı diliyordular; ama olmadı anlaşamadık kovdum terbiyesizleri yatağımdan, herkes kendi yatağına dedim, kendi dilimle?
Biliyorum darıldılar ama ne yapayım başka çarem yoktu, üzgünüm…
Günler böyle geçmekle devam ederken, bir gün fareler ve insanların bir arada yaşamayacağını anladım ya da insanlık bunu gerektiriyordu.
Çözüm yolu aradım… aradım… aradım?
Tek çözüm onları sınır dışı etmekti…
Hemen aile üyeleri(fareler hariç) ile acil bir toplantı gerçekleştirdik, düşündük, tartıştık artık fare dostlarımızın aramızda yeri olmadığını ve bu nedenle onları sınır dışı etmenin zamanı geldiği kararına vardık, hem de salt oy çokluğuyla…
Hemen fareleri sınır dışı etmek için üçlü koordinasyon kuruduk, salon, oturma odası ve mutfak bölümü sorumluları belirledik, herkes kendi bölgesinden sorumlu olacak ve fareleri incitmeden yakalayıp sınırdan atacak, acil durumlarda ise üçlü koordinasyon birlik olabilecekti.
Fakat bu da olmadı, çok yanıldık, farelere böyle iyi muamele yapılır mı? Onlar anlamaz ki laftan?
Vakit geç, farelerden birinin karnı burnunda, ha doğurdu, ha doğuracak, ev fare kaynayacak... o zaman ancak Fareli Köyün Kavalcısı’nı çağırmamız gerekecek, onu da bu zamanda bulmak çok zor olacak…
Zaten o eski bir masaldı, onu nerden bulacağız, kim uğraşır ki... iki fare için değer mi uğraşmaya?
Allah’ın verdiği canı almak kalıbına göre çok basit gelmişti bana. aslında kalıp içinde olan fare değil, belki de benim kafamda kalıplarda sıkışan...
Çok üzgünüm başka çarem kalmadı…
Çarşıdan aldığım fare ilacı ile eve geldim, ilaç diye aldığım şey aslında zehir, can almak için para saydım? Yine de içimde her an vazgeçme hissi var; ama hayır, bu defa güçlü olacağım ve rahatımı bozan bu canlıcıkların, canını alacağım…
Hemen pusuyu kurdum, ilk önce hantallaşmış, çiçeği burnunda, anne adayı düştü, profesyonelce kurduğum pusuya, çooook mutluyum? Geriye kaldı bir düşman.
Diğeri de çok geçmeden geldi, arkadaşını ya da eşini kurtarmaya ama maalesef benim tuzağımdan kurtulmak imkânsız; çünkü ben çok zekiydim? Onlar ise çok salak? O da takıldı benim profesyonelce kurduğum tuzağa ve saatlerce can çekiştiler hayvanlar?
Sonunda inleyişleri durdu, ölmüşler mi diye baktım, hala nefes alıyorlardı, ölmek üzereler, kazandım işte?
Neymiş sınırlarımda izinsiz girip Allah’ın bana verdiği nimetlerden yemek-içmek görsünler bakalım... Dememe dilim varmadı… Acı acı onların son nefeslerini bekledim…
Canı veren Allah, her şeye can verdiği gibi onlara da vermişti bu canı ve ben de almıştım artık o canları…
Kendi ellerimle onları çöp kutusuna atmaya gittiğimde, aynı ekmeği paylaştığım günler geldi aklıma ve en azından onlara ufak bir mezar kazma fikri geldi aklıma; ama onu da yapmadım çünkü artık ben cani idim.
Çöplükten eve döndüğümde, aklımdan tuhaf bir şey geçti? ’’Keşke onların dili olsaydı da oturup konuşsaydık, bu sınır ihlali sorununu hiçbir can yakmadan halletseydik.’’
Yemin ediyorum fare demez, aynı masaya karşılıklı oturur sorunu tartışır, çözerdik, belki bir çay bile içerdik…
İnanıyorum ki, onlar da bizi anlayacak, sorunu büyütmeden, gözü yaşlı gözlerle terk edeceklerdi evimizi...
Sorun çözülecekti diyalogla…
Saygılarımla…